Ütopya: Gerçekleştirilmesi imkansız tasarı veya düşünce demektir.
Vahdet: Tevhid kelimesiyle aynı köktendir, tevhid birlemek, vahdet de birleşmek/bütünleşmek demektir. Allah'ı birleyenlerin topluca O'nun ipine/kitabına/dinine sarılmalarıdır.
Yüce Allah; vahdeti emretmektedir (3/103-2/208), hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluğun/cemaatin/ümmetin inşasını emreder (3/104), parçala(n)mayı, tefrikayı nehyeder (3/105-6/159), ''çekişip birbirinize düşmeyin yoksa çözülüp yılgınlaşırsız ve bunun neticesinde gücünüz gider'' uyarısında bulunur (8/46), ''dinlerini fırkalara ayırmış, kendileri de parça parça olmuş ve bundan dolayı da her grubun ken ellerinde tuttuklarıyla övünen müşrikler gibi olmayın'' ihtarında bulunur (30/31), ''haksızlığa karşı güç birliğiyle/birleşerek karşı koyulmasını-durulmasını'' ister (42/39), kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları sevdiğini'' söyler (61/4) ''iyilik ve takva konusunda yardımlaşılmasını, günah ve haddi aşmada asla yardımlaşılmamasını'' emreder (5/2), ''mü'minlerin kardeş olduğunu ve insani zaaflardan kaynaklı olabilecek bozuşmaların/kırgınlıkların olabileceği gerçekliğinden hareketle aralarının düzeltilmesi gerektiğini'' hatırlatır (49/10), ''kendinizi/birbirlerinizi küçük düşürmeyin ve olmadık kötü lakablarla çağırmayın'' demektedir (49/11), ''zan'dan kaçınılmasını, birbirlerinin gizli yönlerinin araştırılmamasını, arkalarından çekiştirilip gıybet yapılmamasını'' emreder (49/12), ''nebisinin üzerinden bütün mü'minlere kendi aralarında istişareyi diri/dinamik tutmalarını, birbirlerine yumuşak davranmalarını ve asla kaba/katı davranışlardan uzak durulmasını'' istemektedir (3/159), islam geleneğine göre size selam verene ''sen mü'min değilsin'' demeyin diye hatırlatmaktadır (4/94), ''birbirlerini sevmelerini ve kardeşlerini kendi öz nefislerine tercih etmelerini ve de kardeşlerinin bağışlanması için dua etmelerini, onlara/iman edenlere karşı kalplerinde bir kin bırakmaması için yakarışta bulunmalarını'' öğütler (59/9,10)
Vahdete ulaşacak, birlikteliği kuşanacak mü'minlerin azığı/dayanağı bellidir ''Allah'a iman etmek ve O'na teslim olup sığınmak'' O'da kendine sığınan mü'min kullarının arasını bulup-uzlaştıracaktır. ''Ve onların kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.'' (8/63)
Vahdeti Kur'an'da Rabbimiz emretmektedir, vahyin inşa ettiği rasul öğütlemektedir, vahyin inşa ettiği akıl ve tarihi tecrübe gerekli görmektedir, müslümanların hayrına olacak ekonomik bağımsızlıklar, istikbara karşı mukavemet, neslin korunması, vahyin gölgesinde toplulukların oluşması ve islami yönetime ulaşılabilmesi, davetin bütün bir insanlığa götürülmesi, hem iknası hem de çoğunluğa/genele ulaştırılması, kısacası her 'hayr' vahdeti adres göstermektedir.
Müslümanların vahdetini bir ütopya olarak görmek islamı/müslümanları bilmeyenler için anlaşılabilir bir şeydir. Ancak kendini islama nisbet edenlerin vahdeti bir ''ütopya'' olarak görmesi aslında varlık nedenini, misyonunu ve umudunu inkar etmesi demektir.
Vahdetin önemine/hayatiyetine dair olması gereken bilinç düzeyinin yaygınlaşmaması, birlikteliğin önemine yönelik algılarda/yaklaşımlarda eksikliklerin, problemlerin, idraksizliklerin, ehemleri mühimlere kurban eden basiretsizliklerin, ben merkezci zihinsel tekelciliklerin yaşan(ıl)ması söz konusudur, ancak yaşanılan olumsuzluklar bahse konu olan vahdeti asla bir ütopya kılmaz. Dahası bu din ütopyayı/hayali asla önermez/emretmez, gerçekleştirilmesi imkansız olanı emreden din/yol ilahilik taşımaz, bu dinin sahibi olan Allah kuluna gücünün üstünde yük teklif etmez (2/286), teklifinden sorumlu tutar, sorumlu tutmayacağını ve ulaşılamaz olanı yani ütopyayı teklif etmekten münezzehdir.
Tevhidin ve ondan neşet eden vahdetin zıddı tefrikadır. Tefrika, iki varlığı birbirinden ayırmak ve parçalamaktır. Tefrika; birbirine kötülük etmeye kadar varan sürekli anlaşmazlık/ay(kı)rılık demektir. Kur'ân-ı Kerîm'de değişik türevleriyle birlikte "tefrika" kelimesinin geçtiği yaklaşık 77 ayet vardır. Kur'ân'a göre "açık hükümler karşısında ayrılığa düşmek"(3/105), "Allah ve elçilerini birbirine rakip iki güç olarak karşı karşıya getirmek"(4/150), "peygamberler arasında ayrımcılık yapmak"(2/136,285; 3/84), "dini parçalamak"(6/159) gibi davranışların her biri dinde tefrika çıkarmaktır. Tefrikanın sonu rahmet değil, azap getirir.
İhtilaf ve Tefrika Farkı:
Lügatte ihtilaf, ayrılık, uymayış, uymama, anlaşmazlıklar, ayrılıklar gibi manalara gelir. Istılahta ise, herhangi bir konunun varlığı kabul edildikten sonra, muhteva ve mahiyeti üzerinde idrak ve anlayış yeteneğine göre değişik sonuçlar çıkarmak şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu fıtri olan bir ihtilaf çeşididir ki, İslam toplumunu parçalayıcı bir nitelik kazanmadığı sürece, hiçbir sakıncası yoktur. Dinin asıllarında/hududlarında olacak tefrika vahiy tarafından reddedilmekte ve tolere edilmemektedir, tolere edilen ihtilaflar, asla/köke gölge düşürmeyen furuata ait konu ve çıkarımlardır. Buradan hareketle ihtilaf etmek ne kadar insani ve kaçınıl(a)maz ise, dinin asıllarında/hududlarında tefrikaya düşülmekten de şiddetle kaçınılması o kadar hayatidir, imanidir, zorunluluktur.
Tefrikanın Başlıca Sebepleri:
Tefrikanın temelinde yatan nedenlerden birisi, zihin tekelciliğidir, ben mermezciliğidir.
Tefrikaya düşmenin bir diğer sebebi de grupların başlarındaki liderleri, hatasız ve masum görmeleridir. Böyle bir inanç beraberinde itikadi bir sapmayı meydana getirir. eş-Şatibi'nin (ö.790/1388) belirttiği gibi, “kim de kendisi hakkında ismet iddia ederse, peygamberliğini iddia eden yalancının yaptığını yapmış olur.” Aslında hiç kimse doğrudan/açıkça kendisi hakkında ismet nitelemesi yapmaz ve bunu göze alamaz, ona aşırı derecede sevgi besleyip yüceltenler yapar. Çünkü aşırı sevgi gözü kör eder, sevgilinin eksik ve kusurlarını görmez.
Kullar arası ilişkilerde sorgulanamaz/eleştirilemez'lerin üretilmesi sevgilerin zehirlenmesine neden olmaktadır, bu hem sevene hem de böylesi sevgi zehirlenmelerine sukut ile karşılık veren sevilene zarar vermektedir. Sufi geleneğin ''akletmeyi/üretmeyi'' birilerine havale eden, mürşidin yanlış söylemini de müridin yanlış anlamasına hamleden ve ne söylerse doğrudur ve mutlaka bir hikmeti vardır gibi kabuller tam da sevgi zehirlenmesine örneklik teşkil etmektedir.
Vahyin gölgesinden neşet eden bakış açıları aynı hedefe bakmayı/yönelmeyi beraberinde getirir/getirmelidir, ancak bu, fotokopik zihinlerin oluşacağı/oluşabileceği anlamına gelmez, zaten bu eşyanın/insanın tabiatına aykırıdır, fakat kırmızı çizgiler/ana ilkeler/dinin asılları noktasında aynı potada erimeyi ve asla/köke taalluk etmeyen farklı anlayış/çıkarım sahiplerini de o potada eritebilmeyi ya da aynı çatı/şemsiye altında hareket etmeyi önerir/yönlendirir. Ütopya olmayan vahdet/birliktelik bunun içindir. ''Fotokopik'' zihinler, dürtüler, refleksler, algılar, çıkarımlar, pratikler, yönelişler insanoğlundan beklenecek şeyler değildir, çünkü, yaratılışından kaynaklı farklı ruh/duygu/kalp/akıl, idrak, beceri, edinim, kapasite, iştigal sahası, içine doğduğu kültür/gelenek, zaaf v.s taşıyan insan tekinin bunları yansıtması da farklılık arzetmektedir ve bu da insanın tabiatındandır, insan, olgulara/olaylara bir 'robot' bir 'hayvan' misali ''fotokopik'' tepkiler ver(e)mez.
Vahyin bizden istediği kendi koyduğu hududlara sadakat gösterilmesi, asla taalluk etmeyen farklı refleks/algı ve pratik sahiplerinin tolere edilerek kendi aralarında kardeşliğin inşa edil(ebil)mesi ve vahdeti/ümmeti oluşturma iradesinin gösterilmesidir. Yukarıda saydığımız nedenlerle farklılıklar arzeden insan/beşer ailesine mensup (yani melek olmayan)müslümanların vahdetinden/birlikteliğinden bahsetmenin karşılığı-gereği budur.
Ruh/kalp/akıl/idrak/iz'an/duygu taşı(ya)mayan robotların/makinelerin ''vahdetinden'' bahsetmek ne kadar absürt ise, insan tekini birlikteliğe ulaştırmak için adeta robot/makine benzetmesiyle fotokopik zihinlere/davranışlara indirgeyerek vahdet beklentisine girmek de o kadar absürt bir yaklaşımdır/beklentidir. Aslında böylesi beklentilerle vahdeti arzulamak, aslında vahdeti ütopya olarak görme sonucunu doğurmakta ve istemeyerekte olsa vahdetin önünde engel teşkil edildiği bilinmeden büyük bir vebale girilmektedir. Yani, asıl ütopya/hayalcilik, insan topluluğunun vahdetini/birlikteliğini fotokopik zihinlere ve fotokopik reflekslere bağlı-bağımlı görmektir ve ''kendi ayağına sıkarcasına'' vahdetin gerçekleşmesini bu ütopik yüklemeye kurban etmektir. Dahası böylesi bakışla hayatı okuyanların vahdeti gerçekleştirebilmeleri ancak kendisi ve kendisini aynada yansıtan diğer görüntüsü arasında gerçekleşebilecektir ya da geriye tek bir ütopya kalır o da klonla(n)maktır!!!
Kültürü, örfü, adeti, yemesi, içmesi, giyinmesi, zevkleri, cinsiyeti, iklimi, dili, kavmi, rengi v.s, -ki bu ihtilafları/farklılıkları Kur'an olumlamakta ve Allah'ın ayetleri olarak bildirmektedir (30/22)- farklılık arzeden fakat aynı ilahi öğretiye tabi olan müslümanların (afrikalının, asyalının, avrupalının, siyahinin, beyazın, sarının, arabın, kürdün, türkün) vahdeti/ümmeti oluşturabilmelerinin gereği-gerçeği vahyin gölgesinde buluşmalarıdır, (vahyin gölgesinde buluşanların tıpatıp aynı zihinsel tonları, tıpatıp aynı pratik refleksleri sergileyemeyeceği aşikârdır, istenen şey o gölgeden çıkılmamasıdır)Arakan'lı, eritre'li, mali'li, patani'li, gazze'li, çeçenya'lı, kürdistan'lı, türkistan'lı bir müslümana duyulan sevgi ve duyarlılık buradan kaynaklıdır.
Özelde yaşadığımız coğrafyada genelde bütün ümmet coğrafyalarında kendilerini islama nisbet edenlerin genelinde/çoğunda arzulanan Kur'an'i bilgi, tefekkür, tahkik hassasiyeti bulunmamakta ve geleneğin tortularıyla birlikte alınmış/yansıtılmış bir din algısı/olgusu gözlemlenmektedir, bir de buna postmodernizmin ayartılarını da ilave etmemiz gerekmektedir. Bu gerçeklikten hareketle yapılması gereken vahyin gölgesinde tevhidi düşünce netliğine ve nebevi mücadele sünnetine vakıf müslümanların ivedilikle/öncelikle kendi aralarında birlikteliği oluşturmaları gerekmektedir. Suya atılan taş misali oluşan ilk halkayı hem düşünsel hem eylemsel hem de örneklik boyutuyla inşa edilmesi ve inşa edilen bu halkanın hemen kendisine yakın olan ikinci halkadan başlayarak dışa doğru bunu genişletmesi gerekmektedir.
Vahdetin gerçekleşmesi sayılarla açıklanamaz ve sınırlandırılamaz, her müslüman bulunduğu evden, mahalleden, semtten, kasabadan, ilçeden, şehirden, ülkeden ve dünya genelinden kendini sorumlu addederek ve elinden gelenin en iyisini yaparak yani fiili vahdet duasında bulunmalıdır, değerlerin zirvesi olan Tevhidi solumalı, yaşamalı ve davet etmelidir.
Bir evde yaşayanlar tevhidi soluyorlarsa ve tevhidin şemsiyesi altında hayatı okuyorlarsa o evde vahdet gerçekleşmiş demektir, bir mahallede yaşayan müslümanlar kendi aralarında tevhid şemsiyesi altında hayatı okuyor ve kuşanmaya çalışıyorlarsa orada vahdet var demektir, burada sayı üç olur otuzüç olur üçyüzotuz olur, aynı şekilde bunu kasabaya, ilçeye, şehre, ülkeye yansıtabiliriz. İşte tevhidin gölgesinde vahdet olanlar bu örnekliklerini kendilerine en yakın düşünsel halkalardan başlayarak/davette bulunarak genişletirler ve var olan vahdet sayısal olarakta büyümeye başlar, çünkü Allah'ın yardımı yanı başlarındadır.
Özetle; 3/103 ve benzeri birçok ayet başlı başına bir vahdet çağrısıdır, Kur'an'ın belirlediği, tanımladığı, tasvir ettiği mü'min/müslim tanımlamasına kimler giriyorsa vahdetin direkt muhatabıdırlar, hiçbir mü'min için vahyin tanımlamalarına ekleme/çıkarma yapmaya kalkması hakkı da değil haddi de değildir, dinin asıllarını daraltmaya da genişletmeye de kulların hakkı/haddi yoktur, buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki; dinin asıllarına gölge düşürmeyen bütün ihtilaflar vahdete engel teşkil edemez, etmemelidir.
Hakikati göreceliliğe kurban etmeden ve empatiyi de bütünüyle sürgüne göndermeden oluşturulan bakış açıları hayırlara vesile olacaktır, bu bakış açılarıyla hayatı okuyanlar vahdetin ve izzetli ümmetin bir ''ütopya'' olmadığını bilenlerdir ve de bu umutla gayret edenlerdir.