Kemal SONGÜR

05 Haziran 2016

ŞEHR-U RAMAZAN

      Ramazan; yağmur demektir, yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen “Ramadiyu” masdarından gelir (Elmalılı). Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi, an'a, ay'a, zaman'a hayata anlam katan, kalp-zihin/akıl-tasavvur kirini temizleyen hitab-ı ilahi olan Kur'an'ın son nebiye inmeye başladığı kadir gecesini içinde barındıran ayın adıdır.
     Yaratan, nimet veren, emreden ve düzenleyen Rahman'ın mü'min kullarıyız, emir ve nehiylerine sadakat ile teslim olan müslimleriz, salatımız, ibatetimiz, dirimimiz ve ölümümüz alemlerin rabbi olan Allah'ındır(6/162).
     Rabbimiz, indirdiğine iman ettik ve elçiye uyduk, bütün 'acziyetimizle' bizi şahidlerle beraber yazmasını (3/53)yalvararak/yakararak niyaz ederiz.
     Oruç da emirlerden bir emirdir, severek ve isteyerek itaat edenlerdeniz. Şahid olduğumuz ve olamadığımız sayısız hikmetlerle dolu olan bu emri sadece O'nun rızası için yerine getirenlerden olmamız için yine O'ndan yardım dilenmekteyiz.
    ''Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi oruç size de yazıldı (farz kılındı). Böylece korunursunuz.'' (2/183)
     İnsanı yaratan ve ona en doğruyu gösteren O'dur, imtihana tabi tuttuğu kulunun zaaflarını ve arınma yollarının nasıl olacağını bilen de O'dur, "O hiç yarattığını bilmez mi?" ilahi beyanı bunu bildirmektedir. Hayatın bütün saha ve safhalarına yönelik oluşan arızi hastalıkların reçetesini vahiyle yazan ve kuluna ikram eden ve dahi kuluna şah damarından daha yakın olan Allah'tan başka kim ola ki?
    Bütün emir ve nehiyler kendi başlarına bir amaç değil, bilakis gerçekleştircekleri daha üst amaçlar için araçlar kılınmıştır, emir ve nehiylerin tümünü kuşatan ve sadakat ile gerçekleştirilen kulluğun/ibadetin tümü hikmetlerle doludur, bu kulların hayrına yönelik hikmetlerini/hasılasını emirlerin hemen arkasından gelen ifadelerde görmek de mümkün, vahyin tümüne yönelik tefekkürle şahid olmakta mümkündür. Oruç emrinin ifade edildiği ayetin ''Böylece korunursunuz'' diye bitmesi gibi.
     Oruçlu olmak, riyası sıfıra yakın olan muhteşem bir ibadettir, sorumluluk şuurunu ve Rabbe karşı duyarlılığı diri tutan kulluk eylemidir, diğergamlığı öğreten bir kılavuzdur.
     Vahiy ile bildirilen oruç emri gibi bütün emirler mutlak insan hayrınadır, nehyedilen her ne varsa insan/toplum yararınadır. 
     Sadakat ile teslim olunduğunda her türlü kiri-pisliği temizleyen, hak ile batılı birbirinden ayıran (25/1), dünyada izzeti, şerefi, erdemi, adaleti ve ahirette de felahı vaad eden mesaj-ı ilahi olan (21/10) Kur'an'ın değer kattığı her an/zaman/ay/ömür/ölüm hayırlıdır ve sevimlidir.         
 
    Dokunduğu, müdahale ettiği, yönlendirdiği herşeye anlam ve değer katan VAHİY:
   
    İlahi hitap olan vahiy inmeye başladığı geceye kadr/kıymet bahşetmiş, indiği ayı mübarek kılmış, inzal olmaya başladığı kalbe/rasule/insana usvetunhasanetun payesi vermiş ve alemlere rahmet vesilesi olsun için yürüyen/görünen/işitilen/dokunulan güzel ahlak numunesi kılmış, birbirlerine düşman olanların kalplerini iman nimetiyle kaynaştırmış ve kardeş kılmış(8/63), gönüllere merhamet yağmurunu indirmiş, ekini ve nesli koruyan hayat bahşedici mesajları ile örnek neslin inşasını sağlamış, bilal ile ebubekir'i, arap ile farisiyi bir ümmet/cemaat kılmış, kadına onurunu/şahsiyetini bahşederek üstünlüğün gerekçesini takvaya bağlamış, fıtratı yaratanın eliyle adaleti tanımlayarak erdemli/izzetli bir toplumun nasıl oluşacağına yönelik kıstaslar ile kıyamete kadar cari olacak değişmez/değiştirilemez değerler dizini olan kitabi rehberliği bütün insanlığa göstermiştir. Bu öyle bir rehberlik ki, bireysel, duygusal, düşünsel, ailevi, sosyal, toplumsal, siyasal/yönetsel, ekonomik, tabiatın korunması, hülasa hayatın bütün saha ve safhalarına yönelik oluşabilecek tüm arızi hastalıklara şifa olan ve çözümleyen bir rehberliktir. 
     Vahiy inzal olmaya başladığı geceyi bin aydan, yani koca bir ömürden daha hayırlı ve bereketli kılıyorsa, ey insanlık!! vahyin tümü sizin zihinlerinize, gönüllerinize, kalplerinize, ticaretinize/ekonominize, evlerinize, sokaklarınıza, şehirlerinize, ülkelerinize, meclislerinize, kısaca hayatınıza inerse değerlerinizi/kıymetinizi kaça katlar ve neye takabul eder hiç aklettiniz mi?
 
    Gizlenen, örtülen ve tersyüz edilen RAMAZAN:
 
    Genelde dünyada ve özelde yaşadığımız ülkede toplumlara enjekte edilen ve ete süte dokunulmadan anlatılan-aktarılan bir din tasavvuru mevcuttur. Özellikle ramazan ayında televizyon ve radyo kanalları ve genelde bütün medya olanca çok yüzlülükleriyle vahyin anlatmadığı bir dini ve vahyin anlatmadığı bir peygamberi anlatmaktadırlar. 
    Kitap yüklü merkeplerde korkularından-korkutulduklarından ve menfaatlerinden dolayı folklorik ve adetlerle/örflerle bezenmiş, menkıbelerle ve mitolojilerle süslenmiş bir din anlatmaktadırlar. Çünkü böyle bir din anlatımı kitap yüklü merkeplerin hem ceplerini doldurmakta ve hem de tağutların/müstekbirlerin, zulmü meslek edinmiş zalimlerin hışımlarından ve tehditlerinden güvende olmalarını sağlamaktadır.
    Dikkat ediniz, ‘la ilahe’ ye tekabül eden müstekbirler, vahyi yok sayan küfrü yönelişler, hayata müdahil ilahi hükümleri yok sayan şirki tasavvurlara hiç değinilmeyen, sadece Allah’ın varlığına ve yaratıcılığına indirgenmiş, yaratıcı fakat müdahil olmayan ve yarattıklarını başıboş bıraktığı düşünülen-düşündürtülen bir ilah tasavvuru anlatılmaktadır.
    Öyle bir resul/resuller anlayışı-algısı anlatılmaktadır ki, sanki resuller Firavunlarla, Nemrutlarla, Ebu Cehillerle ve sahip oldukları zihniyetleriyle/düzenleriyle mücadele etmemiş-edilmemiş, yaşadığımız çağa bu zihniyetler hiç taşınmamış, kimlikleriyle-kişilikleriyle-zihniyetleriyle tarihin sayfalarında kalan figürler olarak görülmüş(dondurulmuş), dolayısıyla putperest algı ve şerikleştirici yönelişler adeta tarihin konusu olarak görülerek ve de zamanın şerikleştiricileri-inkârcıları göz ardı edilerek reddiyesi olmayan bir din inşa edilmeye çalışılmıştır.
    Peygamberlerin tevhidi mücadelesi gizlenerek/saklanarak ve tersyüz edilerek, peygamberlerin misyonları-fonksiyonları ete süte dokunmayan-karışmayan ‘’renksiz, tatsız, tuzsuz, kokusuz, her renk ve kokuyla uyuşabilen’’ bir ilahi davete! İndirgenmiş, her ne olursan ol bizdensin biz de sizdeniz anlayışıyla dinin hayata müdahale eden işlevi koparılarak ahiret sürgününe gönderilmiştir.
    Ahiret sürgününe gönderilen dinin dünyada işi-işlevi yoktur artık, din ile dünya işleri bunun için birbirinden ayrıştırılmış ve hatta cami duvarlarına ‘’burada dünya kelamı ‘’işi’’ konuşulmaz’’ levhaları asılarak dini hayatın ve yaratılış gayesinin konusu olmaktan çıkarıp ritüellerin ve kuru-soyut ''religion'' inanç konusuna indirgemişlerdir. 
    Alıcıların olmadığı bir yerde satıcıların iş yapamayacağı gerçeğinden yola çıkarak toplum da bundan gayet memnundur. Kulaklara ve gönüllere hoş gelen ve hiçbir bedel istemeyen, hayatlarının büyük bir kısmına da müdahil olmayan böyle bir dinden fevkalade hoşnutturlar. Tam da aradıkları ve arzuladıkları din böyle bir dindir.
    Sadece kutsayarak ama hayatlarına müdahalesini göz ardı ederek yöneldikleri Kur’an, sulu gözlerle methiyeler sunulan, kutlu doğum haftalarıyla, mevlid ve kandillerle meded istenilen-beklenen, misyonuna hiç atıf yapılmayan bir peygamber, hayatlarını/keyiflerini bozmadıklarından dolayı baş tacıdır. Ticaretlerine, aile hayatlarına, sosyal hayatlarına ve yönetimlerine ses çıkartılmayan ve sürgündeki kutsiyetleriyle yetinilen, kolaylıkla cennet bahçeleri dağıtan ‘’algılarında-tasavvurlarında-zanlarında mâkes bulmuş’’ Kur’an ve peygamberin bu konumlarına asla toz kondurmazlar, büyülü ve tılsımlı böyle bir tasavvura kimsenin gölge düşürmesine rıza göstermezler ve buna yeltenenleri de sapıklıkla nitelendirirler.
    İşte ramazan ayı ve oruç da bu minvalde toplum ve onlara önderlik edenler tarafından ihya!/icra! edilmektedir. Bir de kutsal! Gün ve gecelerde günahların kilometre göstergesi de sıfırlandıı mı  değmeyin keyiflerine…
    Hayatlarının her sahasına ve safhasına müdahale eden, heva ve heveslerini yaşamalarına engel olan, özgürlüklerini! ellerinden alan bir kitap ve bir din istememektedirler. Kadın erkek arasındaki ilişkilere karışan, ekonomilerine sınır getiren, sosyal hayatın belirlenmesinde, yönetimin-sistemin oluşumunda modernizmin yüce! üstün! özgürlükçü! değerlerinin kılavuz edinilmesine razı olmayan ve bu yönelişleri batıl sayan bir dinden/kitaptan asla razı olmazlar. Toplumun genelinin din tasavvuru böyledir.
    Anlamadıkları, anlamak istemedikleri ve anlamak için de hiç çaba göstermeye niyetli olmadıkları Kur’an’ı, büyük bir tazimle ve huşuyla! Yüzünden ‘’yüzü suyu hürmetinden beklenti içine girerek’’ okurlar ve dinlerler. Kur’an’ı ve dini, hayatlarının küçücük bir kısmına ve ritüellerle sınırlandırılmış sahasına müdahale eden ve de içi boşaltılmış bir ubudiyete indirgeyerek tasavvur ederler.
    Bir de Allah’ın vaaz ettiği dinle yetinmeyen dindarlar! vardır ki, Allah’ın ayetlerini ve peygamberin sahih örnekliğini yetersiz-eksik gören, dini sürekli enflasyona tabi tutarak bid’ad, hurafe, menkıbe ve mitoloji üreten bedbaht-zavallı, haddini bilmez hadsizlerin eliyle, tıpkı 57/27 ayetinde olduğu gibi türetilen/üretilen ruhbanlığı inşa ederek hem kendilerine hem de takipçilerine yazık edenler vardır.
    Allah’ın Kur’an’da kul ve resul olarak tanımladığı güzide elçilerine, vahiyle sınırlı ve sorumlu tuttuğu resullerine, olmadık ve olamayacak sıfatlar yükleyerek resulü-resulleri hayatın ve örnekliğinin dışına çıkararak yücelttiğini zanneden beyinsizler cirit atmaktadır ve bu toplumda bu tür anlatım ve algılar neşvünema bulmaktadır.
    Bir de vahyi ve inşa ettiği dini sürekli tenzilata uğratarak, pratiği olmayan ve önermeyen, trajikomik bir din algısı, temiz! kalplerle yönelinen ve asla hayata müdahale etmemesi için temiz! kalplere kilitlenen/hapsedilen bir din tasavvuru vardır ki, bu da genelde (post)modernist elitlerin ve onları takip-taklit eden, tek meziyetleri kuru bir taklitçilik olan ‘’sonradan görme’’ ve popüler figürleri ilahlaştıran, dinle ilgili konumu sorulduğu zaman atalarını göstererek dinsel aidiyetini ifadelendiren büyük çoğunluk söz konusudur. 
    Bu coğrafyanın taşrasında, kasaba ve köylerinde hayatlarını sürdürenlerin din algısı da maalesef el yordamıyla atalarından aldıkları-edindikleri din algısını yine el yordamıyla birbirlerine aktaran, hurafelerle-hikâyelerle-masallarla-mitlerle bezenmiş bir din tasavvuru anlatılır ve yaşanılır. Adetler/örfler genelde insanların tasavvurlarını inşa etmiştir. Bunda sistemin rolü ve yönlendirmesi veya doğru din algısının ulaşmasına yönelik engellemesinin payı çok büyüktür. Tabi ki, sistem/rejim sadece taşrada değil ülkenin bütününde bunu başarıyla icra etmiştir. Sistemini/rejimini koruyabilme adına dini dindarların eline bırakmayacak kadar akıllı! Dinin doğru anlaşılmasına ve anlatılmasına müsaade etmeyecek kadar zeki! Ve dini doğru anlatanları-aktaranları da derdest edip zindanlara ve darağaçlarına gönderecek kadar çeviktir!..
    Bu örnekler bu ülkenin yakın tarihinde sayılamayacak kadar çoktur.
    Rahmetli babamın bizlere anlattığı ve benimde bazen anlattığım eskilerde köy ortamında yaşanılmış trajikomik bir din algısını örneklendirme adına sizlerle de paylaşayım.
    ‘’Anasıyla oğlu bir arada yaşar, aylardan ramazandır ve ana sahuru hazırlar sofraya oturur, oğlu da sahura kalkar ve sofraya oturmak ister, anası oğluna hitaben hay oğlum namaz kılmazsın oruç tutmazsın neyni sahura kalkarsın der, oğlu da anasına cevaben der ki, hay ana namaz kılmam oruç tutmam sahura da kalkmayayımda GAVUR mu olayım der’’
    Bu ve benzeri örnekleri, insanların dine dair tasavvurlarının toplumun değişik katmanlarında ve sınıflarında çokça görmek mümkündür.
    Yukarıda kısaca özetlediğimiz gibi bu coğrafyada Allah’ın ismi anılarak Allah’ın kulları aldatılmakta, Allah’ın vaaz ettiği dini kendi ürettikleri din tasavvurlarıyla gizleyerek/örterek insanlar kandırılmakta, hegemonya sahiplerinin menfaatlerine ses seda çıkarmayacak bir toplum oluşturularak yığınlar yönlendirilmektedir. Tabi ki, aldatanlar kadar aldananlar da huzuru ilahide hesaplarını vereceklerdir.    
    Oysa.., vahyin tanımladığı ve anlam kattığı ramazan bambaşka bir mesaj vermktedir:
    Âlemleri yoktan var eden ve hikmetsiz, nedensiz, işlevsiz yaratmaktan münezzeh olan rabbimiz, ilahi öğretisi olan Kur’an’da ve onu hayatıyla örneklendirerek pratize eden Resulullah’ın (s.a.v) şahsında bambaşka bir din anlatmaktadır.
    Hayata, yaratılış gerçeğine-gayesine anlam katan, hayır ve güzellikle bezeyen ve bunu da vahiyle bizlere bildiren rabbimizdir.
    Ramazan ayını ve bunun içindeki kadir gecesini anlamlı/hayırlı kılan da vahyin ta kendisidir. Bu da vahyin bu ayda ve kadir gecesinde inzal olunmaya başladığı içindir. Yoksa gönderilen vahyin ve inşa ettiği dinin belirli gün ve gecelere indirgenmesi, bu ayın ve gecenin dışındaki zaman dilimlerinde vahyin ve dinin hayata müdahilliğini göz ardı eden anlayışı vahyin kendisi reddetmektedir.
    ‘’Ramazan ayı… İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir.’’ 2/BAKARA/185
    ‘’Gerçek şu ki, Biz onu (Kur’an’ı) kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.’’ 97/KADİR/1-2-3
    Rabbimiz varlık âlemini yaratmış ve bir düzen koymuştur, canlı-cansız yaratılanların tümü O’na (''tav'an ve kerhen'' istese de istemese de) teslim olmuş  ve kendilerine yüklenenleri icra etmektedirler. Rabbimiz, yaratılanların içinde imtihana tabi tutmayı murad ettiğinden dolayı  insan ve cinlere irade vererek ve bu iradelerini de kullanmalarını isteyek diğer varlıklar gibi teslim olmalarını, itaat etmeleri istemiştir. 
    İrade verdiği insanlara ve cinlere de bu iradelerini nasıl ve ne şekilde kullanacaklarını gönderdiği vahiylerle ve pratiğini görebilmeleri için de elçilerle destekleyerek yol göstermiştir.
    Zulmün ve koyu karanlığın hüküm sürdüğü, insani ve fıtri olan bütün değerlerin hiçe sayıldığı bir ortamda karanlığı parçalarcasına yeryüzünü aydınlatan, insanı ve hayatı tanımlayan, yaratılış gayesini-gerçeğini sinelere haykıran, hak ile batılı birbirinden ayrıştıran Furkan/Kur’an bu ayda Kadir gecesinde, misyonuyla, örnekliğiyle âlemlere rahmet olarak seçilen-gönderilen Resulullah’a inzal edilmeye başlanmıştır.
 
    Fıtratı yaratan ve kılavuzunu vahiyle belirleyen Rabbimizdir:
   
    Vahiy: Kavramları inşa eder, belleklerde-zihinlerde oluşan olumsuzluklarla ve batıl algılarla fıtrata aykırı olarak içi doldurulan kavramların içini boşaltır ve fıtrata uygun olanla doldurur, vahyin inşa ettiği kavramlarla inşa olunan kalp/akıl insanı, şahsiyeti, tasavvurları, bilinci, yönü/yolu, hayatı ve toplumu inşa eder.
    Vahiy: Abdullah’ın oğlu Muhammed’i inşa ederek Allah’ın kulu ve resulü Muhammed (s.a.v) ve insanlığa son nebi olarak gönderilen bir rehber/önder/örnek kılmıştır. Vahiyle hayatı okuyarak şahsiyetini inşa etmeye çabalayan, ilahi hükümlere sadık kalmanın mücadelesini veren, vahyin tanımladığı kulluk bilincini kuşanmaya cehd eden ve nebinin takipçileri olmayı önceleyen mü’minlerde insanlığa örnek olmalıdırlar ve olmak zorundadırlar.
    Vahiy: Şahsiyetlerin ve oluşturdukları toplumların neyi nasıl ne şekilde tanımlamaları gerektiğini, hayatı nasıl okumaları ve nasıl yaşamaları gerektiğini, nelere yönelip nelerden sakınmaları gerektiğini, nelerin iyi-kötü, hak-batıl, kar-zarar, güzel-çirkin, adalet-zulüm, kalıcı-geçici, hayır-şer, takva-fücur, küfür-iman, sadakat-ihanet, vahdet-tefrika, isyan-teslimiyet, haram-helal, erdem-zillet, zafer-yenilgi, hüsran-felah, kısaca hayata dair insana dair eşyaya dair her ne varsa temel konularda ‘’yaş ve kuru’’ hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın belirlediği hudutlarla (kırmızıçizgilerle) beyan etmiştir.
    Fıtratı yaratan ve kılavuzunu da belirleyen Rabbimiz hiç şüphe yoktur ki dünyada ve ahirette felahın-kurtuluşun yegâne adresini-yolunu-yöntemini belirleyendir, bilendir. 
    Gerçek olan şudur ki, insanın-insanlığın yaşadığı zulüm, vahşet, katliam, sömürü, insani ve fıtri değerlerin altüst edildiği, ilahi öğretiyi yok sayan ve  değerler manzumesini kendi aciz beyinlerinden ürettikleriyle tanımlayan-tasarlayan, bunu da yaparken hevalarını ve tutkularını önceleyen, diğer insanları da öncelediklerine uydurmaya çalışanların ve zorlayanların yapıp ettikleridir insanlığı HÜSRANA/KARANLIĞA götüren.
    Vahiy: Temel konularda belirlediği-tanımladığı-tasarladığı hükümlere ve hudutlara rağmen, inşa ettiği kavramlara rağmen, ilahi hükümler yok sayılarak üretilen bütün düşünceleri, doktrinleri, ideolojileri, izm’leri, yönelişleri, yol ve yöntemleri (bunlar ister geleneğin/kültürün ister modernizmin ürettikleri olsun) batıl saymaktadır ve hüsranın dünyada da ahirette de kaçınılmaz olduğunu beyan etmektedir. 103/1-2-3 de belirtildiği gibi.
 
    Mü'minlerin sorumluluğu:
   
    Vahiy eksenli düşünen, vahyin tanımladığı mutlak kadir/müdahil olan Allah’a iman eden, vahyin tanımladığı-tanıttığı resülleri/resülü örnek alan ve hayatlarına taşımanın mücadelesini veren mü’minlere, hem kendilerini her türlü pislikten koruyabilmeleri ve böylelikle hakikate şahidlik edebilmeleri için, hem de Allah’ın vaaz ettiği pak dinle/ İslamla insanları buluşturabilmeleri için çok büyük sorumluluk ve görevler düşmektedir.
    Hakikate ve çağa şahitlik eden mü’minlerin işi hiç kolay değildir, hem kendilerini ve nesillerini gelenekçiliğin ve modernizmin şerikleştirici olan rüzgarlarından-fırtınalarından koruyacaklar, hem de Allah’ın halis dinini insanlara-toplumlara anlatacaklar-taşıyacaklar. 
    Bunu yapabilmelerinin-becerebilmelerinin koşulu düşünsel ve eylemsel yönelişlerinde vahyi önceleyen mü’minlerin kendi aralarında yardımlaşmaları, birlikte hareket etmeleri, birbirlerini veli/dost edinmeleri, hayata dair soru ve sorunları omuz omuza paylaşarak çözmeye çalışmaları, doğru bilgiye ulaşabilmek için sürekli paylaşım içinde olmaları, enaniyet mikrobunu öldürmeleri, rabbimizi razı edecek Salih amellerin neferlikte de vaziyet eden konumda da işlenebileceği göz ardı edilmeden yaklaşılması, havalarda uçuşan ve yere bir türlü inmeyen fikri tartışmaların bir ucundan tutularak yere indirilmesi, kendimizi ve durumumuzu küçültmeden ve büyütmeden ‘olduğu gibi’ doğru dürüst tanımlayıp şu an yapılabileceklerden başlanılarak yarınlara kapı aralanabilmesinin (Allah’ın yardımına layık olabilmenin koşulu budur zaten) daha gerçekçi olduğunu bilerek, hızla akıp giden ömrü güzel örnekliklerle-şahidliklerle doldurmanın gayreti içinde olmaları, ne kadar taraftar topladığımızla değil, ilahi ölçülere-hükümlere ne kadar sadık kaldığımızla hesaba çekileceğimizi unutmadan, üzerimize düşen ve gücümüz yetenleri samimiyetle yapabilmemizle mümkündür. 
    İzzet ve şeref, felah/kurtuluş, mutmain bir nefisle Rabbimize dönüş, razı olan ve olunan bir kul olabilmek için, bu dünya hayatında vahyin olumsuzladıklarını olumsuzlamak, olumladıklarını olumlamakla ve hayatımıza yansıtmakla mümkündür. 
    Rasulullah'ın şikayet edeceği “İşte (o Gün) Rasul: ‘Ey Rabbim!’ diyecek, ‘Şu benim topluluğum var ya; işte onlar bu Kur’an’ı terkedilmiş bir halde bıraktı!” (25.30) muhataplardan değil, kanatları altına almak isteyeceği ümmetinden olmak için cehd etmek durumundayız.
    Ömrün ramazan olması için inzal olmaya başladığı geceyi ömre bedel gören/kılan vahyin hayatımıza inmesi, tasavvurumuzu ve yönelişlerimizi inşa etmesi, bütün üretimlerin mihenk taşı/kıstas mercii kılınması ve onay alınması şarttır, gayrısı hüsran olur mazallah.
    Ramazan mübarektir/berekettir zaten, onu idrak ile kuşanarak kendimizi inşa edelim..,
    Vahiy/Kur'an yücedir zaten, onu hayatımıza taşıyarak izzeti kuşanalım..,
    Rasulullah (s.a.v) ahlakın timsalidir zaten, onu takip ederek ahlaklanalım.., 
    Kardeş/ümmet/vahdet olmak gereklidir zaten, o binaya tuğla taşıyanlardan olalım..,
    Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir zaten, tarafımızı belirleyerek dik duralım.
 
    Hoş olan hoş gelir zaten, geleni hoş karşılayalım ve nahoş olmaktan kurtulalım.