Kemal SONGÜR

28 Haziran 2013

KUR’AN, HAYATI ve İNSANI/TOPLUMU İNŞA EDER

Kur’an: Okumanın tüm olumlu anlamlarıyla daima okunan demektir.
 
Vahy, en geniş, en kuşatıcı anlamda, Allah’ın genel olarak bütün alemlere, canlı-cansız bütün varlıklara hareket tarzlarını-işleyişlerini bildirmesi/emretmesi, özel olarak da imtihana tabi tutmayı murad ettiği ve bundan dolayı irade bahşettiği insanlara ulaştırmak istediği ilahi emir, yasak ve haberlerin tümünü aracı ile veya aracısız olarak, gizli ve hızlı bir yolla peygamberlerine iletmesidir. Yani vahyin genel alanı bütün varlıklara ilişkin, özel alanı da yalnızca resul/nebi’lere ilişkindir.
Kur’an’ın beyanına göre Allah, insanlık tarihi boyunca son nebiye kadar vahiyle insanlara mesajını seçtiği elçileri vasıtasıyla gönderdiği ve vahyin yegane sahibinin Rahman olduğu ifade edilmektedir. ‘’Düşünsünler diye, Biz vahyi onlara ardı ardına yetiştirdik.’’ (28/51) ‘’O, Aziz ve Hakim olan Allah, sana ve senden öncekilere böyle vahyetmektedir.’’ (42/3)
 
Evren/kainat, yer-gök, canlı-cansız yaratılan varlık aleminin tümü, şahid olduğumuz-olamadığımız her ne varsa ilahi vahye göre tanzim edilen yasalara ve yaşama düzenine zorunlu olarak (muhayyer olmaksızın) uyarak varlıklarını sürdürürler. İnsan da, yaratılış ve biyolojik işleyişi boyutuyla bu yasalara tabidir. Bunun dışında insanın sınava tabi tutulması nedeniyle irade verilerek, iradesiyle/tercihiyle bu yasalara uyumlu olması istenmiştir.
 
Rabbimiz, imtihana/sınava tabi tutmayı murad ettiği insana temiz fıtrat,  vicdan, duyular, şuur, akıl/düşünme yetisi bahşetmiştir. Bu bahşettiği nimetlerin üzerine Rahman, yarattığı insana şefkat ve merhametinden dolayı vahiyle doğru yolu göstermesi, afakta ve enfüsteki (41/53) ayetlerini insanın idrakine sunması ve varlık sofrasını akleden kalbinin önüne vahiyle sunmasıdır.
 
Vahiy, Rabbimizin insana iradesini, mesajını bildirme yöntemidir, aracıdır. Vahiy, Allah’ın insan aklını ve insan dilini kullanarak insana hitap etmesidir. Bundan dolayı vahyin anlattığı din/yol ve tabii gerçeklik açıklık sınırları içindedir, anlaşılabilir, idrak edilebilir, kavranarak muhakeme edilebilir. Yani Rabbimiz, biz kullarına kitabını anlayacak düzeyde akıl/kalp vermiş, kitabını da idrakimiz ve aklımız düzeyinde anlaşılır-anlaşılabilir olarak indirmiştir. Kur'an'ı aklı olmayanlar, akıldan yoksun olanlar anlayamaz ve zaten aklı olmayanlar Kur’an’a muhatap değildirler. Kendisinden sorulacağımız Kur’an’ın anlaşılır/kavranılır olması, yaşanılması için ilahi emrin gereğidir ve Rabbimizin ilahi adaletinin bir yansımasıdır. 
 
Kur’an, bütün peygamberlere vahiy geldiğini ve peygamberliğin ve onlara ait tebliğin kaynağının ilahi vahiy olduğunu bildirmektedir. 4/162 ve birçok ayette beyan edilmiştir. Rabbimiz mesajlarını elçilerine değişik biçimlerde, şekillerde iletmiştir. (42/51)
 
Vahyin son muhatabı da Hz. Muhammed’dir (s.a.v.) ve onun risaleti ile vahiy son bulmuştur. (33/40)
 
Kur’an’ın Hatemennebiyyin, nebilerin sonuncusu beyanı şunu ifade eder. Rabbimiz ilahi vahyin zirvesinin Kur’an vahyi olduğunu bildirmektedir. Bu, insanlığın değişmez-değiştirilemez, dengi ya da daha iyisi üretilemez değerlerini temsil eden, Rahman katında makbul olan dinin/yolun (3/19) vahyin anlattığı-tanımladığı İslam olduğunu, bundan böyle/sonra değişmez-değiştirilemez ilahi mesajları bünyesinde barındıran ve korunan, tamamlanmış Kur’an vahyinin -şeksiz-şüphesiz-çelişkisiz-apaçık- temsil edeceği anlamına gelir. Yani Kur’an son vahiy, resul de son resul/nebi’dir.
 
Kur’an, Ramazan ayı içerisinde yer alan ve bundan dolayı mübarek olan Kadir gecesinde inmeye başlamıştır. (2/185 44/3 97/1) ve yaklaşık 23 senede peyderpey, yani hayatı, insanı, toplumu ve de kıyamete kadar yaşanılması söz konusu olabilecek olayların/yönelişlerin inşacısı, tetikleyicisi, tanımlayıcısı, yönlendiricisi, belirleyicisi olan bir klavuz, bir hidayet, bir adalet kıstası/mihengi/mercii ve dünyada izzetin, ahirette felahın yegane adresi olarak tamamlanmıştır. Vahiy ağır bir sözdür ve bu ağırlığı kaldırabilecek elçisini Rahman seçip hazırlamıştır. ‘’(Ey Muhammed) Biz sana, ağır biz söz indireceğiz.’’ (73/5) Kur’an hakikatın, varlık aleminin, eşyanın bir tefsiridir ve Rahman onu açıklayandır. ‘’Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş) tir.’’ (75/19)
 
Kur’an: Allah’ın kelamıdır, kelam sıfatının tecellisidir, ‘’(Bu Kur’an) Rahman ve Rahim’den indirilmiştir.’’ 41/2 Arapça bir hitaptır, Kur’an’ın dilidir, haşa! Rahman’ın dili Arapça değildir. ‘’Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) 'fasıllar halinde açıklanmış' Arapça Kur'an (veya okunan) Kitap'tır;’’ 41/3 Her peygamber kendi kavminin diliyle gönderilmiştir. ‘’Biz hiçbir elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.’’ 14/4 Kur’an vahyinin Arapça olması mesajın evrensel olmasına mani değildir. Mana ruh, lisan o ruhun üflendiği beden gibidir.
 
Kur’an; Allah’ın koruması altındadır, ‘’Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.’’ 15/HİCR/9 Tevatür yoluyla nakledilmiştir.
 
Kur’an mucizedir, önceki elçilere verilen mucizeler göründüğü zaman ve mekanla sınırlıyken, Kur’an zamanlarüstü yaşayan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir mucizedir. Evrenseldir, bir kavme, bir coğrafyaya, bir mekana, bir sınıfa, bir zümreye, bir zamana değil, kıyamete kadar bütün insanlığa rehber/kılavuz olarak gönderilmiştir.
 
Anlaşılması kolaylaştırılmış, kendi kendini açıklayan/tefsir eden apaçık bir beyandır. Belli bir zümrenin, ruhban sınıfının tekelinde ve yönlendirmesinde değildir, her okuyanın kendi kafasına-beklentilerine, çıkarlarına göre anlam verdiği kapalı bir hitap değil, bilakis ilahi muradı taşıyan açık bir beyandır. Hayatın her alanına dair kıstaslar/ölçüler, kalkış noktası değişmeyen formülasyonlar, ana ilkeler (kırmızı çizgiler) vaaz eder, kapsayıcı/kuşatıcı ve bütüncüldür.
 
Doğruyu yanlıştan (hakla ile batılı) ayıran Furkan’dır. (25/1) Muttakiler için hidayet rehberidir. (2/2)
 
İlahi bir proje olarak hayata anlam katmak ve hayatı düzenlemek için gönderilmiştir. Yaş ve kuru hiçbir şeyi eksik bırakmayan ve hayatın tümünü inşa eden bir kitaptır.
 
İlahi öğreti Kur’an, inandığımız ve kulluk yapmamız gereken ilahın nasıl bir ilah olduğunu, kudretiyle her şeyi nasıl yarattığını, düzenlediğini, hükmettiğini, O’na nasıl hitap etmemiz gerektiğini, O’nu nelerden tenzih edeceğimizi, O’na nasıl inanacağımızı, inancımızı nasıl yaşayacağımızı, gönderdiği elçilere nasıl itaat edeceğimizi, kendimize, ailemize, çevremize ve yaşadığımız hayatın tümüne karşı sorumluluklarımızı-yükümlülüklerimizi ve bunları nasıl ne şekilde yerine getireceğimizi bildiren, bütün bunları hayatıyla örneklendirerek-yaşayarak biz kullara öğreten resul/elçi olarak seçtiği Hz. Muhammed (a.s.) aracılığıyla gönderdiği bir kitaptır. 
 
Kur’an, kendisinden sorulacağımız-sorgulanacağımız bir kitap olduğundan dolayı, yaşadığımız bu dünyaya/hayata dönük ölçü koyan ve ahiret hesabıyla korkutan-uyaran, dirilere hitap eden bir kitaptır. Bütün insanların düşüncelerini-inançlarını-söylemlerini, hayatlarını, yaşam biçimlerini, neleri yapmalarını ve nelerden sakınmaları gerektiğini, siyasi, içtimai, ticari, ailevi, ahlaki, kısaca toplumsal sistemlerini ve düzenlerini ona (Kur’an’a) göre düzenlesinler diye Rahman tarafından gönderilmiştir. Rabbimiz, yarattığı kullarını adaletle, huzurla kendi iç ve dış dünyalarıyla barışık bir şekilde nasıl yaşayabileceklerini bilen-belirleyen yegane ilah olduğu için, insanları kurtuluşa, adalete, hidayete, hakka ve en doğru yola götürecek rehberi/vahyi/Kur’an’ı göndermiştir.
 
Kur’an, Allah’ı ‘’el-Hakk’’ olarak tanımlar, vahyi de ‘’el-ilm’’ (2/120,145) olarak tavsif eder ve bunları kabul etmeyenleri de ‘’cahil’’ olarak görür, belirtir. Kur’an’a göre hakikat, gerçek ilim ve bilgi vahyin bizatihi kendisidir. Vahiy bu yönüyle kimilerinin algısına göre salt kuru/soyut bir inanç konumuna indirgenerek hayatın, bilginin, ilimin dışına çıkarılarak ‘konu dışı’ ilan edilerek şirk koşmaları ve bundan gafil olmaları, vahyin ilimin-bilginin kaynağı oluşunu değiştirmez. Bu, hakikatın-gerçeğin hakikat-gerçek olduğunu değiştirmez. Hakikat vardır ve bütün ihtişamıyla orada durmaktadır.
 
Kur’an, gayba inanmayanların itirazlarını-argümanlarını reddederek ‘keşke bilmiş olsalardı!’ ifadesini kullanmaktadır. ‘’Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret hayatı ise, asıl (gerçek-hakiki) hayat odur. Keşke bilselerdi.’’ 29/ANKEBUT/64 
 
Hakiki ''hakikatın/gerçeğin'' bilginin bize öğrettiği, hakiki hayatın ahiret hayatı olduğudur. Yine Kur’an’ın, ‘’insanların çoğunun hakikat olduğunu bilmediği’’ ni beyan buyurduğu hususlar arasında, Allah’ın va’dinin hak olduğu (10/55), İslam’ın din’ul kayyum olduğu ve hükmün belirleyicisinin Allah olduğu (12/40), Allah’ın, insanların rızkını genişletip daralttığı (34/36), göklerin ve yerin yaratılışının, insanların yaratılışından daha büyük bir konu olduğu (40/57) ve insanı yaratanın, yaşatanın, öldürenin, diriltenin ve sorgulayacak olanın Allah olduğu ‘’De ki: "Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra kendisinde hiçbir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi biraraya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler." 45/CASİYE/26 hakikatidir. Bütün bunlar Hakk olan Allah’ın hakikat olan sözleridir.
 
Kasıtsız, fıtratını muhafaza eden, hayvani iç güdülerine teslim olmayan bir aklın/kalbin her an yaşadığı, faydalandığı mucizeleri/ayetleri, afaktaki ve enfüsteki delilleri/ayetleri görerek vahyi ve onun sahibi olan Allah’ı bilmemesi, idrak edip iman etmemesi mümkün değildir. Allah’ın sözleri yanlışlanamaz, bilakis beşerin bilgisi, algısı yanlışlanabilir. Bütün nebilerin tabi oldukları ve yaşayarak insanlara ilettikleri İslam, din’ul-kayyim’dir, dimdik ayaktadır. Tarih de buna şahidlik/tanıklık etmektedir. 
 
‘’Şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir (Hakku'l-Yakin).’’ 56/95 
 
Hakikate tekabul eden ilim-bilgi vahiydir (102/5), onun bildirdiklerine inanmayanlar bilgisizlerdir, cahillerdir. 
 
Mü’minler hakkı bilen, iman eden ve Rahman’dan hakkıyla (içleri titreyerek) korkanlardır. (35/28)
 
Cehalet, şüphe, zan, hayal, vehim ve ilham, vahiy tarafından bilgi kaynağı olarak reddedilmiştir. Kur’an’da iman, aklın ve iradenin ortak bir aksiyonu olarak ifade edilir, hevaların, sınırsız ve doyumsuz arzuların ürettiği gelenek (atalar dini), insan onuruna aykırı olan yerleşik kültür ve putlaştırılan dogmalar reddedilmiş ve insanlar akletmeye/düşünmeye teşvik edilmiştir. Evrenin ve insanın yaratılışına, düzenlenmesine, tasvir edilmesine, geçirdiği evrelere, işlevlerine, canlı ve cansız bütün varlık alemine, kısaca hayatın tümüne dair örneklemeler verilmiştir.
 
‘’Hamd, Kitab'ı kulu üzerine indiren ve onda hiçbir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.’’ 18/1
 
‘’Andolsun, bu Kur'an'da insanlar için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, herşeyden çok tartışmacıdır.’’ 18/KEHF/54
 
‘’Andolsun, bu Kur'an'da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler.’’ 17/İSRA/89
 
‘’Biz onu (Kur'an'ı) hak olarak indirdik ve o hak ile indi; seni de yalnızca bir müjde verici ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik.’’ 17/105
 
‘’Andolsun, Biz bu Kur'an'da insanlar için her örneği gösterdik. Şüphesiz, sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o inkar edenler, mutlaka: "Siz ancak muptil (yerleşik düzenimizi, geleneklerimizi iptal edip yürürlükten kaldıran ya da tümüyle batılla uğraşanlardan) olanlardan başkası değilsiniz" derler.’’ 30/RUM/58
 
Kur’an, insanı öğrenmeye, tahkik etmeye, bilmediğini bilenlere sormaya, kısaca verilen aklı aktif olarak kullanmaya yöneltir. İç ve dış dünyasında olup bitenleri, müşahade ettiği olayları tefekkür etmeyi, yaratılışını, evrelerini ve ölümü düşünmesini salık verir. Yani körü körüne atalarını takip etme halini, zanna dayalı, cahili, hayali ve vehimle üretilen tahkik edilmemiş bilgi ve oluşturduğu düşünceden yola çıkılarak doğru yolun bulunamayacağını bildirmektedir.
 
‘’Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse?’’ 5/MAİDE/104
 
‘’Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var? İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye. Onlara sor: "Hangisi bunun savunuculuğunu yapacak?’’ 68/KALEM/36…40
 
Allah’ın insanlara verdiği aklı, düşünerek idrak edebilme yeteneğini ve duyu yetilerini sınırsız ve doyumsuz arzularına teslim ediyorsa, aklını hayvani içgüdülerinin emrine veriyorsa insanın hüsranı/mahvoluşu kaçınılmazdır. ‘’Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.’’ 22/HAC/46
 
Rabbimiz, insanı yaratmış ve evreni hizmetine sunmuştur, akıl ve duyu yetileriyle idrak edebileceği afakta ve enfüste ayetler göstererek imtihana tabi tuttuğunu, yapıp-ettiklerinden sorumlu tutulacağını ve kendisine verilen bilgiye ulaşma yeteneğinin sorumluluk getirdiğini ve bu sorumluluğu da iman ve amel bütünlüğünde yüklediğini biz kullarına açık ve net bir şekilde Kur’an’da bildirmiştir.
 
Yani ne davranışa (hayatın tümüne) yansımayan sözde imanın, ne de insanın ahlaki gelişimine ve hayatı inşa etmede işe yaramayan bilginin Kur’an açısından bir önemi ve değeri yoktur. İnsanın bu dünya hayatındaki imtihanının konusu, doğru bilgiyi elde etme çabası ve doğru bilginin pratize edilmesi yani salih amel işlemesidir.
 
İki kapak arasında olan ilahi mesaj tümüyle bize hitap eder ve tümüyle biz kulları sorumlu tutar. Parçalara ayrılamaz, Allah’ın varlığına, birliğine, yaratıcılığına iman etmekle yetinerek, O’nun hayata da müdahil olan, düzenleyen ve hüküm koyan bir ilah olduğu boyutunu göz ardı etmek, tıpkı Mekke müşriklerinin ilah algısına, inanışına benzemek demektir. 
 
‘’Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı’? diye soracak olsan, elbette ‘’Allah’’ diyecekler.’’ 39/38 43/87 Yeryüzünde hayatın tanzim edilmesinde Allah’ı devre dışı bırakarak, insanı, evreni yaratmış ve geriye çekilmiş bir ilah olduğunu düşünmek tam müşrik üretimi bir inançtır. Yani ey Allah, sen evreni ve insanı yarattın senin işin bitmiştir, yeryüzünde insana ve hayata dair bütün düzenlemeleri, hüküm koymaları, insanların nasıl düşünmeleri ve nasıl yaşamaları gerektiğini bizler belirleyeceğiz demektir. Tabi bu anlayış haşa! Rahman’a meydan okumaktır ve Kur’an dilinde adı şirktir.
 
İbadetin/kulluğun sadece kimi ibadet ritüelleriyle sınırlı tutan bir yanlış/eksik kulluk algısıyla, kulluğu hayatın tümünden soyutlayarak sadece kimi ibadi şekillerle sınırlı tutmak vahyin kulluk öğretisini-tanımını zihinlerde parçalamak demektir. 
 
Vahyin tanımladığı kulluk/ibadet, İlahi vahyi/öğretiyi ve kurguladığı düzeni tesis etme, dini hayatın her sahasında ve safhasında sadece Allah’a has kılarak ikame etme, Allah’ın biz kullarına yüklediği emaneti gerçekleştirme uğruna her konumdaki/statüdeki her insanın, kendi sorumluluk, hak ve yetki alanları çerçevesinde icra ettiği, uyguladığı duygusal, düşünsel ve bedensel faaliyetlerin tümü kulluktur/ibadettir.
 
Vahyin, siyasi, ekonomik, sosyal ve toplumsal hayatın tümüne müdahale eden bir misyonu olmasına rağmen, oruç tutarken, namaz kılarken, hacca giderken Kur’an’ın öğretisini dikkate almak, fakat toplumsal hayatın-düzenin inşasında başka kitapları/öğretileri, düşünceleri, sistemlerini, ideolojileri dikkate almak ve hayatın buna göre tanzim edilebileceğini düşünmek Kur’an’ı zihinlerde/algılarda parçalamak demektir.
 
Vahiy, kulluğun her alanda her zeminde Allah’a yapılmasını ve O’na hayatın her sahasınsa-safhasında eş/ortak koşulmaması gerektiğini beyan eder. Yani doğumdan ölüme kadar vahiy hayatı tanzim eder.
 
‘’Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitap'tır (ki:) Öyle ki, Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten Ben, sizi O’nun tarafından uyaran ve müjdeleyenim; Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten Ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. Sizin dönüşünüz Allah'adır. O, herşeye güç yetirendir.’’ 11/HUD/1…4
 
Allah’tan başkasına kul olmamak demek ancak, O’nun dışında ilahlık taslayanları (bütün din/yol/sistem/düzen ve ideolojileri) reddederek, sadece O’nun vaaz ettiği ilahi öğretiyi, yasaları kabul etmekle mümkün olur.
 
Yasama yetkisi, hukuk koyma/hüküm belirleme yetkisi Allah’a aittir. (12/40)
 
‘’Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için Biz sana kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.’’ 4/NİSA/105
 
Rabbimiz Kur’an’da, insanlar için hem özele dair hem de genele dair emir ve yasaklar vaaz etmiştir. Allah, hayatı hem yaratandır hem de her daim müdahale (55/29) edendir, kendi çizdiği hudutlara/sınırlara uyulmasını istemektedir.‘’
 
''Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Kim Allah'a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.’’ 4/NİSA/13,14
 
Rahman olan Rabbimiz, insanları yaratıp başıboş bırakmamıştır, insanın bireysel hayatına da toplumsal hayatına da müdahale eden bir din vaaz etmiştir. Ahireti dikkate alan mü’minler, namaz, oruç, zekat, hacc gibi emirleri yerine getirirken, zina, hırsızlık, içki, kumar, faiz, fitne, iftira v.b. gibi nehyedildiklerinden kaçınırken nasıl Allah’ı dikkate alıyorlarsa, aynı şekilde toplumsal düzene ait her ne varsa yapıp-ettiklerini de Allah’a ve koyduğu yasalara/kurallara göre tanzim etmekle/etmenin mücadelesini vermekle yükümlüdürler.
 
Hüküm koyma/belirleme demek olan yasama faaliyeti, toplumsal hayatı oluşturan Ahlak, Siyaset, hukuk ve iktisat süreçlerinin bütününü kapsamakta ve onların tümüne tekabül etmektedir. Kur’an özelde indiği toplumdaki toplumsal hayatı tasvir eder, maruf olanı teyid eder ve insan onuruna aykırı olanları yürürlükten kaldırır ve yeni bir hayat inşa eder. Genelde de bu örnekliklerden yola çıkarak zamanlar üstü bir mesaj olması hasebiyle kıyamete kadar bütün insanlığa vahye dayalı bir hayat projesi sunar.
 
Dinin sahibi Allah’tır ve bunu da vahiyle bildirmiştir. Hz. Peygamber kendine verilen ilahi mesajı insanlara ulaştırma görevini yerine getirirken vahiyden eklemeden, çıkarmadan insanlara harfiyen iletmiştir. Çünkü nebiler vahye sadık kalmakla emrolunan ve bunu yerine getiren sadık davetçilerdir.
 
‘’Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir.’’ 10/YUNUS/37
 
‘’Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir. Eğer o (Muhammed), Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı. Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik. Sonra onun can damarını elbette keserdik. O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.’’ 69/HAKKA/43…47
 
Rabbimiz, Kur’an’ın bir beşer sözü olmadığını ve tümüyle Allah’tan inen bir vahiy olduğunu ve elçisinin dahi bir ekleme ve çıkarmada bulunamayacağını çok sarsıcı bir ifadeyle bildirmektedir. İnatçı ve zelil inkarcıların iftiralarına ve Kur’an bir beşer sözüdür bühtanlarına cevap verilmektedir. 
 
Emir ve yasakları, helal ve haramları vahiy belirlemektedir.
 
‘’De ki: "Allah'ın sizin için indirdiği sizin bir kısmını haram ve helal kıldığınız rızıktan, haber var mı? Söyler misiniz?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah hakkında yalan uydurup iftira mı ediyorsunuz?" 10/YUNUS/59
 
‘’Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah'ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri' ettiler (bir şeriat kıldılar)? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır.’’ 42/ŞURA/21
 
‘’Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler.’’ 16/NAHL/116
 
Vahyi alan Hz. Peygamber (s.a.v.) olduğu için ve Allah tarafından korunan/kollanan bir elçi olarak vahyi insanlara açıklamada ve örneklendirmede itaat edilmesi, takip edilmesi, örnek alınması gereken de Hz. Muhammed’dir. Hz. Nebi Vahyi hayatıyla örneklendirmede mü’minler için rehberdir/kılavuzdur, vahyin diliyle ‘üsvetün hasenetün’dür.
 
‘’De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kafirleri sevmez.’’ 3/32
 
‘’Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.’’ 33/AHZAB/36
 
‘’Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.’’ 24/NUR/51
 
Kur’an, mü’minlerin hayatını özelde de toplumsal alanda da inşa eden bir hayat kitabıdır. İman edenlerin doğumundan ölümüne kadar tabi olacakları, tabi olmak zorunda oldukları değişmez-değiştirilemez bilgi kaynaklarıdır, anayasalarıdır, mürşidleridir, rehberleridir, kılavuzlarıdır.
Buradan anlaşılması gereken hayatın bütün detaylarını vahye götürmek veya onda aramak değildir. Kastımız, vahyin hayata dair bütün temel dinamikleri barındırdığıdır.
 
Allah’ın yegane yaratan ve hükmeden bir ilah olduğunu, sadece O’na kulluk edileceği ve O’ndan yardım istenileceği, insanı en güzel biçimde yaratıcının tasvir edeceğini ve yönlendireceğini, adaletle ve huzurla dolu bir hayatın inşası için yegane çözümün Rahman’ın bizler için seçip-beğendiği din/yol olan İslam’da olduğu beyan edilmektedir. 
 
Vahiy, insan onuru/izzeti için bu dünya hayatına yönelik sayısı oldukça (mübah olanlara kıyasla) az olan yasaklardan/haramlardan (zina, hırsızlık, içki, kumar, faiz, adam öldürmek, yalancılık, iftira atmak, haksızlık, zulüm v.b. sakınılması gerektiğini ve toplumsal hayatın düzenlenmesinde adaletin ayakta tutulmasını emreder. Adaletin ayakta tutulmasına yönelik yönetim mekanizmasının oluşumunda sınıf, ırk, renk, soy-sop, cinsiyet, ruhbanlık (din adamları sınıfı) gibi adı ne olursa olsun kendilerini ayrıcalıklı tabakalar/zümreler olarak addedenlerin asla baz alınmadığı, Rahman nezdinde kulluk boyutuyla herkesin eşitlendiği ve sadece ehil olanların vaziyet ettiği ve Müslümanlar tarafından seçilerek oluşturulan bir toplumsal sözleşmeyi vaaz eder Kur’an.
 
Vahiy, bireysel ve toplumsal hayatın inşasına dönük temel dinamikleri ve temel yasaları/kuralları vaaz eder, vahiy, belirlediği kırmızı çizgilere (hudutlara/sınırlara) sadık kalarak, insanın her türlü siyasal, sosyal, ekonomik, toplumsal hayatın tümüne yönelik üretimlerde bulunabileceğini, bulunması gerektiğini, hayatın zamana ve zemine göre gelişen-değişen her türlü problemi insanın çözebileceğini, çözümleyebileceğini beyan etmektedir.
 
Bunun için Rabbimiz Kur’an’da, ‘’Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.’’ 4/NİSA/59
 
İlahi öğreti, toplumsal hayatın düzenlenmesinde temel kurallara, emir ve yasaklara, adalet, ahlak, insan onuru vb. kıstaslara uyulması kaydıyla Müslümanların kendi aralarından şura ile seçecekleri bir yönetimle hayatı düzenlemelerini ve aralarında istişareyle hareket etmelerini beyan etmektedir. Vahye göre Müslümanların kendi aralarında her türlü problemin hallinde ve yönetim mekanizmasının teşkilinde şura ile haraket etmeleri gerektiği ve bundaki kıstasın da vahyi dikkate alan ehil mü’minlerin seçilmesidir.
 
Bu kıstasın içinde ne geleneksel Sünni ekolün kabulü gereği Kureyşi olması ne de Şia ekolünün kabulü gereği Peygamberin soyundan gelmesi gerektiği anlayışı vardır. Yani aslolan Müslümanlar arasından şura ile ehil olanların yönetime seçilmesidir, babadan oğula veya kabile-kavim önceliği yoktur, vahyin belirlediği kıstas çok açık ve nettir. (42/ŞURA/38,39)
 
Vahiy, insan üretimi bir öğreti değildir ki, insanlar istediği gibi anlayarak, istediği yere çekerek menfaatlara/çıkarlara, korkulara, meşreblere çeşni yapılabilsin, vahiy hayatın tümünü inşa eden bir ilahi projedir, değişmez-değiştirilemez temel kuralları/yasaları vardır. İmtihan gereği dileyen inanır dileyen inkar eder, karşılığını da vahyi gönderen Allah’dan ceza veya mükafat olarak alır. 
 
Vahiy, insan ve onların oluşturdukları toplumlara bir hayat algısı ve projesi sunar, vahiy, insanların hayata dair karşılaştıkları problemlere dönük üretilen düşünce ve pratiklerin arz olunacağı kıstas merciidir.
 
Yoksa vahiy, ironi yapacak olursak ne trafik kurallarına!, ne şehir yapılanmasına, ne belediye hizmetlerine!, ne ticari üretim araçlarına, ne sosyal hayatın işleyişindeki detaylara, ne insanların nerede nasıl oturup-kalkacaklarına, neleri yiyip-içeceklerine (haram olmamak kaydıyla), nasıl seyahat edip nasıl dinleneceklerine, aslolan mübahlıktır kuralından yola çıkarak alabildiğine çok yoğun olarak bahşedilen helal olan dünya nimetlerinin kullanılmasına (israf olmamak kaydıyla), meşru olan her türlü sevgiye, muhabbete, helal olan cinsel hazza, her türlü insanın yararına olan eşyaya/metaya, kısaca toplumsal hayatın işleyişine dair üretilen meşru kurallara müdahale etmemektedir, müdahalesi hududlarına sadakat gösterilerek üretim yapılmasıdır.
 
Yani vahiy, kısaca hem bireysel hem de toplumsal yönelişte insan/insanlar için temel kurallar/yasalar koyar ve bu yasalara sadık kalarak insanların bütün dinamikleriyle, özgünlükleriyle, her türlü üretimde bulunabileceğini, hayatın inşasına yönelik zamana ve zemine göre düşünce ve pratik üretimlerinde serbest olduklarını ifade eder.
 
Kur’an anlaşılabilir-yaşanılabilir bir kitaptır:
 
Kur’an, Rabbimiz tarafından gönderilen korunan-korunaklı, Mübin, Muhkem, Furkan, çelişkisiz, apaçık ilahi bir vahiy ve dinin kendisini tanımlayan, dinin inşacısı ve her şeyin üzerinde hakem iken, doğru bilginin sıratı müstagımin çelişkisiz ve lekesiz kılavuzluğun, karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir rehberi iken, Kur’an ve din anlayışında, birçok çevresel, zihinsel etkileşimlerden dolayı zamanla oluşan çarpıklık, yanlış ve yanlı algılamalar nedeniyle başka ölçütler Kur’an’ın önüne geçmiş veya onun üzerine hakem yapılmıştır.
 
Kimi cehaletten, kimi kasıt veya ihanetten, kimileri de var olan konumlarını-koşullarını, postlarını, imajlarını korumak maksadıyla, Kur’an’ın herkes tarafından anlaşılamayacağını, bu kitabı ancak büyük büyük! efendilerin anlayabileceğini ve insanların bu efendilerin ağzından bu kitabı dinleyerek anlamaya çalışmaları gerektiği ve zihinlere nakşedilen ‘’bizler Kur’an’ı anlayamayız’’ vecizesiyle! İnsanlarla Kur’an arasına kahrolası ve yıkılası duvarlar örülmüştür. Hatta bu duvarları o kadar yüksek örmüşlerdir ki, kimi güzide sahabelere ve kimi alimlere atfettikleri uydurma hikayeleri söylemlerine çeşni yapmışlardır.
 
Hz. Ali’ye atfen, bir tek besmeleden yedi deve yükü kitab olacak kadar anlam çıkarabileceğini, Ebu Hanife’ye atfen, bilmediklerimi ayaklarımın altına koyarsam başım göklere değer v.b. abartılarla sorumlu tutulacağımız Kur’an’ı insanların algılarında anlaşılamaz-ulaşılamaz kılarak uzaklara yani hayatın dışına göndermişlerdir. Oysa ortalama 70-80 yıllık ömür verilen ve bu ömür çerçevesinde sorumlu tutulacağı beyan edilen insanlara anlayamayacakları bir kitab göndermekten Allah’ı tenzih ederiz.
 
Kur’an, anlaşılır ve apaçık bir kitab olduğunu kendisi beyan etmektedir.
 
‘’Andolsun Biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkar etmez.’’ 2/BAKARA/99
 
‘’Bilgisizler, dediler ki: "Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?" Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik.’’ 2/BAKARA/118
 
‘’Suçlu-günahkarların yolu apaçık ortaya çıksın diye, ayetlerimizi işte böyle birer birer açıklıyoruz.’’ 6/EN’AM/55
 
‘’Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık.’’ 6/EN’AM/126
 
‘’Andolsun, bu Kur'an'da insanlar için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır.’’ 18/KEHF/54
 
‘’Biz bunu (Kur'an'ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için.’’ 19/MERYEM/97
 
‘’Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik.’’ 24/NUR/34
 
‘’Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.’’ 43/ZUHRUF/44
 
‘’Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık.’’ 44/DUHAN/58
 
‘’Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?’’ 54/KAMER/17 ve daha birçok ayet vahyin anlaşılır ve apaçık olduğunu beyan etmektedir.
 
Bizler Kur’an’ı anlayamayız şeklindeki yanlış anlayıştan ve kendi konumlarını, statülerini, menfaatlerini korumaya dönük yanlı empozelerden dolayı toplumun Kur’an algısı-anlayışı maalesef işlevsiz, hareketsiz, misyonsuz, hayata müdahale etmeyen ve hayat projesi sunmayan bir kitab olarak algılanmış-algılatılmıştır. 
 
Artık Kur’an, mezarlıklarda işitmeyen-işitemeyen ölülere okunan, kutsal! gün ve gecelerde sesi güzel olan hafızların sadece yüzlerinden okuyarak ve sevap-ecir umularak dinlenilen, camilerde sistemi/rejimi rahatsız etmemesine özen gösterilerek seçilen kimi Kur’an pasajlarının kimi hocalar tarafından büyük bir belağatle! cemaate okuyup anlatılmasına, hastalara-dertlilere şifa olsun diyerek adeta attarların bitkisel tariflerini andıran bir şifa kitabı mesabesine indirgenen, süslü-püslü kılıflara sarılarak hayatlarının soğuk-ruhsuz duvarlarına asılan, evlerinde dahi başörtüsüz ve abdestsiz yaklaşılamayacağına inanılarak-inandırılarak uzak yerlerde tutulan ve nadiren ele alınarak üç defa öpülerek ve de alınlarına koyarak büyük bir saygıyla! tekrar hayattan çıkarılan, bilim ve tarih kitabı indirgemesiyle zihinlerde parçalanan, kimi ibadet içerikli kuralları belirleyen bir kitab konumuna indirgeyerek daraltılan, kısaca kutsallığıyla zihinlerde yer eden fakat mesajı ve öğretisiyle hayattan dışlanan bir kitab.
 
Kur’an, zihinlerde kuru-kupkuru bir inancın hayata dair pratiği olmayan bir teorinin kitabı haline dönüştürüldü, Kur’an, kendilerini İslam’a nisbet edenler tarafından yüzünden/metninden büyük bir huşuyla! çokça okunurken-dinlenirken, manası-mesajı-öğretisi genelde tefekkür edilerek baştan sona bir kez olsun bile okunulmadığı (kaldı ki hayat kitabı ve hayat pınarı olan Kur’an bir kez okunularak rafa kaldırılacak bir kitab asla değildir) ve bahşettiği hayat projesi anlaşılmadığı için Kur’an’ın karanlıklardan aydınlığa, zilletten izzete, batıllardan Hakka, yanlışlardan doğruya yönlendiren misyonundan habersiz kalınmaktadır, vahyin rehberliği/kılavuzluğu göz ardı edilerek yüzlerce sapkın, çarpık inanış/düşünce/anlayış girdabına düşülmektedir.
 
Kendilerini İslam’a nisbet eden topluluklar, üstadlarını, şeyhlerini, ağabeylerini, hocalarını, önderlerini dinledikleri kadar ve onlara kulak verdikleri kadar Allah’ın kitabına kulak vermemektedirler. Her şeyin üzerinde hakem olan ve yegane kıstas mercii olan, doğru bilginin ve doğru anlayışın zirvesi olan Kur’an, peygamberimizin diliyle ‘’Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar." 25/FURKAN/30
 
(Mehcur) terk edilmiş, göz ardı edilmiş bir kitab haline getirmişlerdir. Kur’an’ın mesajını, öğretisini, hayatı inşa eden özelliğini göz ardı ederek kutsanan bir kitab haline dönüştürüldüğüne yönelik kendi yaşantımdan bir anekdot anlatayım.
 
Rahmetli anacığımla, abim ve eşiyle birlikte 95 yılında hacca gitmiştik, oda arkadaşlarımız şeyhlerine bağlı müritlerdi. Onlara neler yapıyorsunuz Kur’an okuyor musunuz diye sormuştum, bana bizler şeyhlerine bağlı ve çokça zikir çekenleriz dediler.
 
Ben de zikir ehliyim ve hem de adı zikir olan Kur’an okuyorum diyerek şu örneği vermiştim. Sizler Allah’ın ismini saatlerce tekrarlayarak ve de kafalarınızı sağa sola sallayarak kendinizden geçerek zikir çekiyorsunuz, fakat bunun ne peygamberimizde ve ne de sahabelerde örneğinin olmadığını hatırlatarak dedim ki, ben de sizin ismini tekrarlayarak andığınız Allah’ın benden nasıl bir kulluk istediğini ve O’nu razı edecek amellerin neler olduğunu öğrenmek için zikir olarak gönderdiği Kur’an’ı okuyorum dedim.
 
Zikir, saatlerce ismi tekrarlanarak anılan Allah’ı tanımak, doğru anlamak ve razı etmek mi? Yoksa gönderdiği vahyi/zikri okuyarak Allah’ı tanımak, doğru anlamak ve razı etmek mi (zikirdir) dedim. 
 
Zikir; anma, anlama, hatırlama, öğüt, düşünme anlamlarına gelen ve Kur’an’ın Kur’an’da geçen isimlerinden biri olduğunu ve zikrin, vahyi okumak, anlamak, düşünmek, öğüt almak ve vahyi hayatımızda yaşanılır kılmak olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Söylediklerimi dikkatle dinlediler ama neticede yine ‘Bizler Kur’an’ı anlayamayız’ kabulüyle kendi dünyalarına döndüler.
 
Kur’an, Rabbimizin vaadi gereği inzal oluşundan bu güne kadar arı duruluğu/berraklığı korunduğu gibi kıyamete kadar da korunacaktır, bizatihi kendisinden kaynaklanmayan ancak tarihi süreç içinde oluşan-oluşturulan birçok engel, gölge ve üzerine örtülen kaba-kara örtüler neticesinde ve insanlarla vahiy arasına konulan hendeklerden dolayı gereğince okunmaz, tefekkür edilmez, ulaşılmaz bir kitab haline getirildiği de acı bir gerçekliktir.
Vahyin gereğince okunması, anlaşılması noktasında engel çıkarılan ve ne yazık ki çıkarılan bu engelleri de ‘’kişi ve kitapları’’ kutsayan bir zihin yapısı oluşturulmuştur.
 
"Kur’an nedir" sorusunu ve gönderiliş amacını-gayesini Kur’an’dan öğrenmek yerine (ki Kur'an nasıl bir kitap/hitap olduğunu ve gönderiliş gayesini kendisi uzun uzadıya anlatmaktadır), yanılması, şaşırması, eksik, yanlış ve yanlı yönlendirmesi söz konusu olabilecek olan insanlardan ve onların ürettiği kaynaklardan öğrenmek ve dahası bu kaynakları kesin doğru kabul ederek vahiyle haşa! denk tutmak sapmaların-sapkınlıkların yolunu açmaktadır. Kur’an en veciz şekilde ne olduğunu ve gönderiliş gayesini kendisi beyan etmektedir.
 
‘’İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır.’’ 14/İBRAHİM/52
 
‘’Ve gerçekten o, mü'minler için bir hidayet ve bir rahmettir.’’ 27/NEML/77
 
‘’Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir.’’ 10/YUNUS/37
 
‘’Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.’’ 12/YUSUF/111
 
‘’(Kur'an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir).’’ 36/YASİN/70
 
‘’Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur'an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir.’’ 41/FUSSİLET/42
 
‘’Gerçek şu ki, Kur'an'ı senin üzerine 'safhalar halinde bir indirme tarzıyla (tenzil)’ indiren Biziz, Biz.’’ 76/İNSAN/23
 
Kur’an, Allah’tan indirilen haktır (13/1), Aziz’dir (41/41) Zikir’dir (38/1, 87 43/44), Nur’dur (64/8), Beyan’dır (3/138 10/37), Hüküm ve Hikmet’tir (43/4), şaka ‘hezl’ değildir (86/14), çelişkisizdir (4/82 18/1), müşahade edilen ‘görülebilen’ ve ‘gösteren’ bir kitaptır (6/104 45/20), diriler içindir (36/70), hak ile batılı birbirinden ayıran bir kitaptır (2/185 25/1), korunanlara doğru yolu gösteren bir rahmettir (2/2 27/77 45/20), karanlıklardan aydınlığa çıkarır (5/16), öğüttür ve bir belağdır (14/52), tebliğdir (5/67), hayırdır (16/30), bireysel ve toplumsal hastalıklara şifadır (10/57), müjdedir (2/97), insanları uyarandır (39/41), zalimleri uyarmak ve ihsanda bulunanlara müjde vermek (46/12 6/19 25/1), kimsenin mazereti kalmasın diye uyarmak (77/6), anlaşılır apaçık bir kitaptır (43/2 12/1 22/16), kendinden önceki kitaplardaki hakkı doğrulayan tasdik eden bir kitab (5/48), beşer sözü olmayan bir kitab (69/40..47), hakkı gerçekleştirmek için (17/105), ‘burhan’ her şeyin üzerinde kesin kanıttır-delildir (4/174 6/149 21/24), değişmez-değiştirilemez, eklenip-çıkarılamaz bir kitab (6/115 10/15 15/9 18/27), her zaman güncel olan ve dünü, bugünü ve yarını bildiren bir kitab (2/113 3/44 6/5 12/111 14/48 16/36,60 17/89 21/10,24 22/17 24/34 25/1 39/6,71 38/87,88) ve daha yüzlerce ayet Kur’an’ın ne olduğunu ve gönderiliş gayesini en veciz en açık bir şekilde biz kullara kendini tanıtmaktadır-tanımlamaktadır.
 
Kur’an, insanı ve evreni tasvir eden, yaratılış gerçeğini ve gayesini idraklere sunan, varlık alemini yoktan var eden, düzenleyen, hükmeden yegane ve mutlak kudret sahibinin Allah olduğunu ve eşi/ortağı bulunmadığını beyan eden, insanın düşünce-inanç ve pratiklerini yönlendiren, insanın yaratıcıyla, insanın doğayla, insanın insanla olan ilişkisini belirleyen ve toplumsal hayata dair temel kurallar koyan, en doğruya ileten kılavuz/rehber olan bir hayat kitabıdır. 
 
Vahyin tarihi olaylardan/kıssalardan bahsetmesi, biyoloji, uzay, evrenin işleyişi, bitkilerin oluşumu, rüzgarın, bulutların işlevleri gibi konulardan örnekler vermesinin hikmeti zihinlerde daraltılarak, kimilerince Kur’an’ın bilim ve tarih kitabı olarak algılanması ve vahyin gönderiliş gayesini daraltması ve göz ardı etmesi söz konusudur.
 
Evrenin yaratılışı, gezegenlerin, yıldızların, ayın, güneşin yörüngelerindeki hareketleri ve kendilerine verilen işlevleri ilahi vahiy gereği yerine getirmeleri, rüzgarın muazzam işlevleri, suyun belli bir derecede donması ve kaynaması, yer çekimi kuvvetinin var olması, gece ile gündüzün ardı ardına gelmesi, ölümünden sonra toprağın ve verdiklerinin tekrar canlandırılması, gök kubbenin direksiz yapısı, kimi hayvanların yediklerini süte çevirmesi, arının bal yapması, insanın anne karnında evrelerden geçirilerek muhteşem yaratılışı, insan vücudunun harikulade olan işleyişi ve daha vahiyde bildirilen yüzlerce örneğin sunulması ve en önemlisi de insana verilen kalp/akıl, idrak ve duyu yetileriyle bütün bunlara şahid olabilmesi Allah’ın ayetlerindendir. Kur’an’ın bunlardan bahsediyor oluşu, bilim kitabı indirgemesinin yanlışlığını ve kendi doğruluğunu-gerçekliğini ve dayandığı gücü kanıtlamak, bu belgeleri-delilleri ve gerçekleri kullanarak vahyin mesajını örneklendirerek insana anlayabileceği bir dille sunmasıdır. 
 
Rabbimiz, afaktaki ve enfüsteki ayetlerini göstererek, bildirerek düşünmemizi, derin tefekkür etmemizi ve mutlak güce/kudrete sahip olanın yegane/tek ilah olarak Allah olduğunun idrakine varılmasını insanlardan istemektedir. ‘’Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri şeylerden Yücedir. O, yaptıklarından sorulmaz, oysa onlar sorguya çekilirler.’’ 21/22,23
Bu ayet evrenin fesada sürüklenmemesinin nedeninin yaratanın, düzenleyenin, biçim verenin ve her şeye kadir olanın yegane/tek ilah olduğunu beyan etmektedir.
 
Rabbimiz insanların idraklerine, evrende yaratılanlardan örnekler vererek düşünmelerini ister. ‘’Sizin İlahınız tek bir İlah'tır; O'ndan başka İlah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir). Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.’’ 2/BAKARA/163,164
 
İşte Kur’an, imtihana tabi tutulan insana, her şeyin bağlı-bağımlı olduğu yaratıcı ve yasa koyucu mutlak gücü, O’nun gücüne karşı konulamayacağını, her şeye kadir olan Allah’ı eserlerinden yola çıkarak tanıması, bilmesi, iman etmesi ve yegane yaratıcı olana teslim olması gerektiği hatırlatılmaktadır.
 
Varlık alemini yaratan, düzenleyen, biçimlendiren ve mükemmel işleyişleri için yasalar koyan Rabbimiz, insanların da toplumların da işleyişleri için yasalar/kurallar/hudutlar koymuştur ve sınav gereği serbest bırakılan insandan ve oluşturduğu toplumlardan koyduğu bu yasalara uymaları gerektiğini aksi takdirde fesada uğrayacaklarını ve bunun neticesinde de cezalandırılacaklarını beyan etmiştir.
 
Vahiy, insanlık tarihinde yaşanmış olayları/kıssaları hikaye olsun veya tarihi bir bilgi olsun diye anlatmamaktadır. Önceki tarihlerde yaşamış toplumların tercihlerini ve bu tercihlerinin dayandığı gerekçelerini, olumlu ve olumsuz yönlerini-yönelişlerini, hak gerçekler karşısında iman ve inkarlarının kendilerine ne kazandırdığı veya ne kaybettirdiği, ilahi öğretiye karşı koyanlarla kabul edenlerin toplumsal durumlarının ne olduğu, sosyolojik, psikolojik ve ahlaki durumlarını, özetle topyekün bir insanlık serüvenini-tarihini, insanın ve oluşturduğu toplumların özelliklerini aktararak tercihlerimizde ve yönelişlerimizde bize ışık tutmaktadır.
Tarihi olaylar/kıssalar, tarih sahnesinde karşı karşıya gelen iki inancın, iki tercihin, iki kutbun, tevhid ve şirk bağlılarını-takipçilerini karşılaştırarak, kıyas yapmamızı ve tevhidin bağlılarıyla şirkin bağlıları arasında yaşanılan mücadelelerden dersler, ibretler, örnekler çıkarmamızı, inkarın-küfrün zelilliğini, gerçek/sahih imanın insana vereceği gücü, azmi, mücadele ruhunu, Allah’ın yardımına nasıl layık olunacağını ve başarıya giden yolu bizlere göstermektedir.
 
Kur’an’a baktığımızda insanlara gönderilen elçilerin örnekliği, hayatın bütün yönlerine dönük ve yaşanabilecek bütün imtihan sahalarını içeren örnekliklerle doludur. Peygamberler, yoksullukla, verilen muhteşem nimetlerle, güç ve iktidarla, sürgünlerle, hicretlerle, ambargolarla, hastalıklarla, dikkate alınmamakla, evlat, baba, eş, kardeş ve yakın akrabanın inkarlarıyla, yetim ve öksüz kalmalarıyla, iftiralarla, alaylarla, kısaca hayatın bütün zorluklarıyla imtihan edilerek örneklendirilmiştir. Kıssaların üzerinde düşünerek, tefekkür ederek elde edeceğimiz tarih bilinci, bizi nasıl olmamız, nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda doğruya iletecek kandillerimiz, pusulalarımız ve doğru yolu gösterecek tabelalarımız olacaktır. Önemli olan vahiyde anlatılan kıssaların bize aktarılmasının amacını doğru kavramaktır.
 
Vahiyde kıssaların anlatılma nedeni Kur’an’ın indiriliş gayesiyle doğru orantılı olduğu için, kıssaları anlamaya çalışırken vahyin anlatımıyla yetinmek ve üretilen her türlü israiliyat, menkıbe ve hurafelerden şiddetle kaçınmak gerekmektedir. Kıssaların anlatımındaki berraklığa, yalın ve net mesajına gölge düşürebilecek her türlü tiyatral öyküler/hikayeler eklemeler vahyin indiriliş gayesini bulandırmaktadır. Ehl-i Kitab’ın sapma nedenlerinden bir tanesi de üretilen hikayelerdir, israiliyattır, menkıbelerdir, hurafelerdir, bidatlerdir ve üretilen mitolojilerdir.
 
Dine dair veya din algısıyla bağlantılı o kadar çok menkıbe, hurafe, israiliyat, hikaye üretilmiştir ki, dini tanımlayan Kur’an hayat sahnesinden çıkarılarak, geleneğin-kültürün ürettiği kaba-donuk-soyut-masalsı, tabiri caizse ayağı yere basmayan ve kimi ritüellerden oluşan bir din tasavvuruyla Kur’an göz ardı edilmiştir, kimileri de modern-postmodern zihinlere yelken açarak, hayatı ve insanı tanımlarken vahyi yok sayan kavramlarla, felsefi düşüncelerle, ideolojilerle, izm’lerle kendilerini-hayatlarını kurgulayarak ve de Kur’an’ı neredeyse tarihselliğe indirgeyerek, vahyi zihinlerde, algılarda işlevsiz hale getirmişlerdir.
 
Vahyin, bütün anlatım ve örneklendirmelerinin (mesajlarının ruhu temeli) başlangıç ve varış noktası Tevhid’dir. Allah’a kulluğa davettir ve bu kulluğu da yaparken hiçbir şeyi eş/ortak koşmadan yapmaktır.
 
Kur’an, hayatın tümünü ilgilendiren temel önermeleri, emir ve yasakları içeren binlerce parçalardan (ayetlerden) oluşan bir bütündür. Ayetler arasındaki muhteşem ahenk, kendi içindeki bağlantıları ve kendi kendini tefsir etmesi, doğal olarak ayetlerin bütüne göre değerlendirilmesi gerektiği sonucunu çıkarmaktadır. Ayetleri anlamaya çalışırken öncelikle ayetin Kur’an bütünlüğünde ne anlama gelebileceğini dikkate alarak, ayetleri Kur’an’ın bütününe sorarak, bütünden parçaya doğru titizlikle anlamaya çalışmalıyız. Kur’an, bir bütün olarak kendine özgü bir mantığa bir yönlendirmeye sahiptir. Tevhidi öneren bir kitab olduğu için Tevhidi baz alarak vahyi okumak ve anlamak gerekmektedir.
 
Tevhid inancı Kur’an’ın da ve onun inşa ettiği dinin de temelidir. Tevhidi bir inançla ve zihinle Kur’an’a yaklaşmayanlar ve parçacı bir anlayışla yönelenler kendilerini Kur’an’a değil, Kur’an’ı kendilerine uydurma yolunu tutanlar, Kur’an’a kendi düşünce-inanç ve kabullerini onaylatmaya çalışanlar, asla vahyin gölgesinde olamazlar.
 
Müstekbir/tağutların ve onların satın aldıkları, yönlendirdikleri din adamlarının Kur’an’ı tahrif etmeleri mümkün değilken, Kur’an’ı zihin ve algılarda, parçalara ayırarak anlam-mana bütünlüklerini ters yüz ederek, kimi ayetleri gizleyerek ve Kur’an’i kavramların içini boşaltarak kendi heva ve hevesleri doğrultusunda adeta yeni bir din/kitab tasavvuruyla sömürülerini, hegemonyalarını sürdürmektedirler.
 
Hayatın tümüne müdahale eden ve gönderiliş gayesi insanları tağuttan uzaklaştırarak Allah’a kulluğa davet etmek olan (16/36) bir kitabı ve tanımladığı dini, sadece bireysel kimi ibadi ve ahlaki davranışlara indirgeyen bir anlayış Kur’an’ı inkar eden bir anlayıştır. Peygamberler hayata müdahale etmeyen bir dini davette bulunmuş olsalardı, inkarcılar karşı çıkmazlar ve onları hicrete, zulme, ambargoya, ölüme mahkum etmezlerdi.
 
Özetle, Allah’ın indirdiği hükümleri, emir ve yasakları, hayatın tümünü inşa edecek bir projeyi içinde barındıran, korunan-korunaklı, hayat kitabı-hayat pınarı olan Kur’an’ı düşünerek, tefekkür ederek okumalıyız ve bütün amalardan-fakatlardan-zanlardan uzaklaşarak teslim olmalıyız.
 
Dünyada izzet, şeref, onur, erdemli olabilmek ve ahirette sonsuz kurtuluşa/felaha ulaşabilmek için Allah’ın kitabına/hitabına teslim olmaktan başka çare de yol da yoktur. Her iki hayatın hayrı Kur’an’dadır.