Kemal SONGÜR

02 Temmuz 2016

SİYONİST ÇETE İLE MUTABAKATA (!) VARMAK

İnsanlığın başbelası sömürgecibaşı İngiltere'nin yardımıyla Filistin topraklarını 1917 'de işgale başlayan ve ikinci dünya savaşı sonrası başvampirliği ele geçiren ABD'nin önderliğinde haçlı ittifakının oluruyla 1948'de Filistin'de kurdurtulan siyonist çete oluşumuyla ümmet karşı karşıya geldi/getirildi.

   Bu çetenin Filistin'e çöreklenmeye başlamasından bugüne kadar ümmet coğrafyası fasılasız kan ve gözyaşına boğuldu ve halen de ayniyle sürmektedir. Peygamberlerini dahi katleden, yalancı, bozguncu, çokyüzlü, tahrifatçı atalarının zihinsel dölleri olan siyonist yapılanma kendi dışında var olan insanları insan katagorisinde görmeyen ve salt kendilerine hizmetçi olarak kodladıkları özelde müslümanlara ve genelde yeryüzü sakinlerine kan kusturmaya devam etmektedirler. Dünyadaki nufusları 16-17 milyon civarında olmasına rağmen bu gücünü ve pervasızlıklarını hem ekonomik/teknolojik güçlerinden hem dünyanın her yerinde etkin olan siyasal lobi becerilerinden hem de İslama/müslümanlara paranoyak derecesinde hasım olan küresel şirketlerden/yapılardan/emperyal devletlerden ve de yerel diktatörlerden almaktadır.

    Bu kısa özetten sonra güncele döner isek;

    Filistinli/Gazzeli yiğit Müslümanların çok zor şartlarda bugüne değin gösterdikleri mücadellerini gıpta ile takdir ediyor ve şehidlerine rahmet duasında bulunuyoruz.

    2009 yılında Tayyip Erdoğan'ın oneminute çıkışı ve siyonist çeteye yönelik terör devleti söylemi ilk krizin çıkmasına neden oldu. 2010 yılında İHH'nın öncülüğünde işgalci siyonistlerin Gazze'ye yönelik ablukasını kırmak ve bu lanet olası ablukayı dünyaya duyurmak için Mavi Marmara gemisiyle yola çıkıldı ve uluslararası sularda siyonist askerlerin vahşice saldırısına maruz kalarak on kardeşimiz katledildi ve şehid oldu.

   Bu tarihten sonra Siyonist çete ile Türkiye'nin ilişkileri bozuldu, Türkiye tarfından öne sürülen özür, tazminat ve ablukanın kaldırılması şartları yerine getirildiği takdirde ilşkilerin normale dönebileceği ilan edildi. (Hem oneminute çıkışının -o anı kastediyorum- hem de Mavi Marmara seferinin samimiyetinden zerre kadar şüphe duymayanlardanım.)

    Lakin, T.C rejiminin sekülerliği/laikliği/la diniliği ve başat/etkin kurumlarının gözünde uluslararası ilşkilerde çıkarların kutsanması ve hiçbir islami değerin ya da ümmet kaygısının ön plana çıkarılmasına fırsat vermeyen yapısı gözardı edilmeyen-edilemeyecek bir gerçeklik idi. Bu gerçekliği görmeyen sistem içi mücadele savunucuları ve bundan medet umanların duvara toslayacağı tartışmadan vareste bir gerçekliktir.

   Bir Müslüman olarak, lanet siyonist işgalcileri meşru gören/gösteren her yaklaşımı reddediyorum, işgali, ablukayı ve zulmün her çeşidini icra eden bu küstah çeteyi normal görmek ve bu çete oluşumuna "devlet" deyip normal devlet statüsüne koymak ve hele de dost ülke söylemine girmek insana-insanlığa ve müslümanlara hakarettir.

   Bu mutabakatın Gazze için getirisi-götürüsü nedir ve Filistinli Müslümanlar olayı nasıl okumaktalar, gelen haberlerde Hamas'ın ambargonun hafifletilmesine yönelik gayretleri ve Gazze'ye yönelik destekleri için Tayyip Erdoğan'a teşekkür mesajları görülmektedir, dahası İsrail ile konuşmayan bir Türkiye yerine iletişim kuran bir Türkiye'nin Filistinlilerin yararına olur kabulleri sergilenmektedir.

    Ayrıca, Gazzede yeni hastanelerin yapılması, yıkılan konutların yeniden inşa edilmesi, elektirik santralinin yapılacak oluşu, susuzluğa çözüm getireleceği, sanayi bölgesinin inşa edilerek istihdam sağlanacağı, Türkiyeden giden yardımların amborgoya tabi tutulmayacağı vesaire iyileştirmelere karşı biraz da olsa nefes alınacağına yönelik Hamas'ın teşekkürü sözkonusudur.

    Hamas'ın bu yaklaşımına yönelik insafsızca/pervasızca mabadları üzerinde oturarak ahkam kesenleri anlıyorum, çünkü evleri yıkılmamakta, aileleri katledilmemekte, çocukları gözlerinin önünde ilaçsızlıktan ölmemekte, sususluktan ve elektiriksizlikten kıvranmamakta, açık hava hapishanesinde yaşamamakta, hava-deniz-kara dahil hertrafları yeryüzünün en vahşileri tarafından abluka altında tutulmamaktadır. Çünkü bu vicdansızca eleştirileri yapanlar işlerinde güçlerinde ve dostlarıyla iftar sofralarında ahkam kesmektedirler. Bütün bunları söylerken Hamas'ı hatalardan beri görüyor oluşumuz değildir, lakin, anlamaya ve empatiye davet ediyor oluşumuzdandır.

    Tayyip Erdoğan'ın küresel ölçekte üstünün çizilmesi ve yerelde de gülenizmiyle, kemalizmiyle, sosyalistiyle, faşistleriyle, kapitalistiyle koro halinde Tayyip yıkılmalıdır söylemleri, (Ahmet Altan denen alçağın "çare" başlıklı son yazısı bu söylediklerimi teyid etmektedir ve demektedir ki, solcusuyla-sağcısıyla-muhafazakarıyla-dindarıyla-kemalistiyle-kapitalistiyle hep biraraya gelmeli ve ideolojiler bir tarafa bırakılarak üst birlik oluşturup Tayyib'in yıkılması için savaş verilmelidir). Kısaca her yönden küresel ve yerel olarak sıkışmışlığı ne anlama gelmektedir, bütün bunların doğru okunması ve analiz edilmesi gerekir diye düşünmekteyim.  Buradan kastım şudur, bizlerin Tayyip Erdoğan eleştirisi asla sol-sosyalist-kemalist-faşist söylemlerle örtüşmemeli ve zinhar bu güruhların ekmeğine yağ sürebilecek ve dahası bütün kastımuradları Müslümanlara savaş açmak olan bu sefillerin akla zarar tezviratlarına pirim verilmemesi gerektiğidir. Bizler, kendilerini islama nisbet etmelerine rağmen sistem içi mücadeleyi olumlayanlara muhalefet ederiz ve yürüdükleri kulvarı nebevi mücadele sünnetine aykırı oluğu için reddederiz, diğerlerine ise her fırsatta ve her sahada bariz Müslüman düşmanı oldukları için hasım oluruz.

    Hükümet ve yanlılarının bu mutabakatı "zafer" olarak nitelemeleri akla zarar bir hezeyandır, ne ambargo kalkmış ne de abluka, mutabakatın içeriği ise tam bir fiyaskodur, ne kadar da israil basını hamas ve türkiye kazandı diye yaygara yapsa da bu böyledir, dahası bu siyonist çeteyi normalleştirmek ve ablukayı meşrulaştırmak gibi bir zulüm işlendiği ortadadır. Mutabakat sözcüğünün kullanılamayacağı/işletilemeyeceği ve fasılasız hasımlığın yürürlükte olması gereken ilklerin ilkidir siyonist çete, çünkü normal değildirler, çünkü küstah, yalancı, tahrifatçı, dönek ve vahşidirler.

    Bizim net/yalın yaklaşımımız şudur:

    Siyasal yönetimin refransı vahiy olmadığı ve buna sadakat gösteren yönetimin iktidara gelmediği müddetçe hem yerelde belaların bitmeyeceği hem de uluslararası ilşkilerde onurlu duruşların sergilenemeyeceği  ortadadır.

    La dini olan Firavun'un rejimine/koltuğuna oturarak ve ideolojileri sahiplenilir görünerek hayrın üretilemeyeceğini, bunun hem kitabi/Kur'an'i olarak hem de hem nebevi usul yönüyle hem insanlık tarihinin tecrübeleri olarak hem de aklını kullanabilenlerin açıklıkla idrak edebileceği yegâne hakikatidir. Hakkın batıla tahammülü yoktur, hakikat seçime maruz bırakılamaz ya da insanların seçimi ve tercihiyle ulaşılacak konumda değildir, hakikat verilidir ve bunun yegâne vereni ve belirleyeni alemlerin rabbi olan Allah'tır. Buna sadakat gösterenler de ilk insandan kıyamete kadar yaşayacak olan insanlara verilen "huve semmekümülmüslimin/müslim olarak isimlendirilmedir"

    Allah her şeye gücü yetendir, yegâne mâlikil mülktür, kendi dinine yardım edenlere yardım vaadinde bulunandır, belirlediği sıratı mutagıme sadakat gösterenlere izzeti-şerefi bahşedendir. Bizler, sadakatle emrolunduk, seferle yükümlü kılındık, zafer ise Allah'a aittir.