Kemal SONGÜR

10 Kasım 2013

RİSALET/NÜBÜVVET VE İNSANLIĞIN SERÜVENİ

Bu konunun doğru anlaşılması, kavranılması hayati öneme sahiptir. Bu hayatiliğin farkında olanlar, bu farkındalığa göre hayatı kuşananlar dünya ve ahirette izzet, şeref ve felah bulacaklardır. Çünkü resuller/nebiler vahyin canlı örnekliğidir. Allah’tan aldıkları vahyi en doğru şekilde yaşayarak, kendi nefislerinde örneklendirerek muhataplarına daveti götüren sadık mübelliğlerdir-davetçilerdir.
 
Peygamberlerin kimlikleri, kişilikleri, vasıfları, yükümlülükleri, mücadeleleri ve mutlak tabi/sadık oldukları ilahi öğreti, bütün bunlar elimizde-önümüzde bulunan Kitab-ı Kerim’de anlatılmıştır. Rahman tarafından indirilen ve korunan bu kitab, Mübin’dir, Muhkem’dir, Furkan’dır, çelişkisiz ve anlaşılır bir kitaptır.
Resullerin ve son nebinin doğru anlaşılması, tanımlanması, örnekliklerinin hayatımıza ışık tutması için, yöneleceğimiz öncelikli kaynak Kur’an’dır. Kur’an’la örtüşen diğer kaynaklara da vahyi mihenk taşı, kıstas mercii edinmek suretiyle bakmamızın-yararlanmamızın gerekliliğine inanıyoruz. Kültürün-geleneğin ürettiği ve vahiyle taban tabana zıt olan her türlü anlatım/aktarım, menkıbe, hurafe, mitolojik hikayelerden korunulmanın yegane şartı vahyi önceleyen bir bakış açısıdır.
 
Kur’an’ın anlattığı Resuller ve Son Nebi mi?
Kültürün ürettiği Resuller ve Son Nebi mi?
Rahman tarafından gönderilen ve korunan Kur’an mı?
Kültür/gelenek tarafından üretilen ve korunaksız binlerce kaynak mı?
 
Kastımız, ne bütün hadis külliyatını süpürerek alan rivayet sultacıları gibi bir anlayıştır, ne de bütün hadis külliyatını süpürerek atan Kur’an’iyyuncu gibi bir anlayıştır.
 
Kur’an’iyyuncu anlayışı yansıtanlar ‘’Devemin yularını kaybetsem Kur’an’a bakarım’’ vecizesiyle! kendilerini özetlerken, rivayet sultacıları da ‘’En zayıf rivayet, en sağlam muhakemeden efdaldir’’ vecizesiyle! kendilerini özetlemektedirler.
 
İlahi olan ve korunan bir kaynaktan yola çıkarak bu kaynağı kıstas ve hakem olarak görerek, ahlakı Kur’an olan son nebiyi ve ahlakları vahiy olan diğer nebileri tanımak, anlamak ve yollarını sürdürebilmek için birinci sıraya koyduğumuz kaynak vahiy’dir, ikinci sırada da vahiyle örtüşen mütevatir sünnet ve sonrası da diğer kaynaklardır. Yani korunmayan bilgi kaynaklarının korunan bilgi kaynağına arzı doğru olandır, doğruya götürendir.
 
Vahiy, Hz. Adem’den (a.s) son nebiye kadar yaşamış peygamberlerden ve gönderildikleri toplumlarının tarihleriyle ilgili pek çok örneğe yer verir. Kur’an’da anlatılan kıssaların coğrafi çerçevesi, kuzeyde Mısır, Şam ve Irak; güneyde ise, Yemen’e kadar bütün Arap yarımadasıdır. Buradan yola çıkarak bütün elçilerin gönderildiği yerler burasıdır diyemeyiz. Çünkü Kur’an’da anlatılan elçilerin dışında da elçiler gönderilmiştir. Kur’an’da, kimi elçilerden uzun uzadıya bahsedilmiş, kimi elçilerin sadece isimleri yadedilmiş, kimi elçilerden de bahsedilmemiştir.
 
‘’Andolsun, Biz senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp-anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.’’ 40/MÜ’MİN/78
‘’Ve gerçekten sana daha önceden hikayelerini anlattığımız elçilere, anlatmadığımız elçilere (vahyettik). Allah, Musa ile de konuştu.’’ 4/NİSA/164
 
Kur’an’da anlatılmayan elçilerin nerelere gönderildiğini tabi ki bilmiyoruz, bildiğimiz gerçek her ümmete bir elçi gönderildiğidir.
 
‘’Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara resulleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar.’’ 10/YUNUS/47
 
‘’Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.’’ 16/NAHL/36
 
Vahyin anlatımıyla peygamberlerin kişilikleri, yükümlülükleri, seçilmeleri, misyonları ve mücadeleleri, onların özel insanlar olduklarını, yetiştirildiklerini, korunduklarını, desteklendiklerini göstermektedir.
 
Peygamberler; temiz fıtratlarını koruyan, ahlak, akıl-zeka, yetenek, gönül ve ruh temizliği, toplumlarına-yaşanılanlara duyarlı, bencilliğin zerresini dahi bünyelerinde barındırmayan, şefkatli, merhametli, adaletli, emin ol(un)an, doğru sözlü gibi vasıflarıyla toplum içinde tanınan-bilinen, kısaca elçiliğe elverişli olanların arasından seçilir. Neseb, soy-sop, kavim, ırk, sınıf v.b. ölçütlerin geçerliliği bahis konusu değildir. Babadan oğula veya kavim önceliği gibi ve başka insan üretimi her ne varsa ölçüt yapılmamıştır. Bu başlı başına üstünlüğün takva da olduğuna dair muhteşem bir mesajdır ve delildir.
 
Put kıran, putperest zihinleri yerle yeksan eden Hz. İbrahim’in (a.s.) putperest bir babanın (Azer’in) oğlu olduğu, evladına söz dinletemeyen-geçiremeyen Hz. Nuh’un (a.s.) durumu, karısının inkarına engel olamayan Hz. Lut’un (a.s.) konumu v.b. örnekler bizlere takva ölçütüne rağmen kimsenin kollanmadığını-korunmadığı-kayırılmadığını gözler önüne sermektedir. Onun için bir insanın temiz ve iyi olması için, anne-babasının, eşinin, evlatlarının, aşiretinin iyi olması şart/zorunluluk değildir. İyiliğin ve üstünlüğün Rahman katındaki adı takvadır/sakınmadır-sorumluluk bilincidir..
 
Resuller bulundukları toplumda kimlikleriyle, kişilikleriyle, ahlaklarıyla, emin, erdemli vasıflarıyla tanınırlar ve bu yönelişlerini de irade sahibi bir varlık olmaları hasebiyle yansıtırlar.
 
En önemli tarafı Allah tarafından korunup-gözetilmeleri, sevilip yetiştirilmeleri ve seçilmeleridir. Nitekim Kur’an’da en uzun olarak anlatılan kıssanın kişiliği olarak Hz. Musa için Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.
 
"Hani, annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyle ki:) Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için, Kendim'den sana bir sevgi yönelttim." 20/TAHA/38,39 
 
Peygamberlik, emek verilerek, çalışılarak kazanılarak elde edilemez. Allah (c.c.) seçer.
 
‘’Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.’’ 42/ŞURA/52
 
Bütün güzellikleri bünyesinde taşıyanların/koruyanların arasından Rahman elçilerini seçer, korur, gözetir, yetiştirir ve vahyin ağırlığını-sorumluluğunu onlara yükler. Gönderilen elçilere, kin/nefret/zulüm üreten zihinlerin boş ve anlamsız argümanlarla itiraz etmelerine Rabbimiz cevap vermektedir.
 
‘’Onlara ne zaman bir ayet gelse, derler ki: "Allah'ın elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilene kadar biz kesin olarak inanmayacağız." Allah, elçiliğini nereye vereceğini daha iyi bilir. Bu, suçlu-günahkarlara, kurdukları hileli-düzenleri nedeniyle şiddetli bir azap ve Allah Katında bir küçüklük isabet edecektir.’’ 6/EN’AM/124
 
Yüce Allah, Kur’an’da gönderdiği elçilerin isimlerini sayarak, onları hidayete ulaştırdığını, onların güvenlikte olduğunu, salihlerden olduğunu, onların hepsini alemlere üstün kıldığını bildirmektedir. 6/EN’AM/82….89
Yeri gelmişken Resul-Nebi-Peygamber kavramlarına kısaca değinelim.
 
Peygamber: Farsça haber anlamına gelen ‘’peyam’’ sözcüğüyle alan, getirip götüren anlamına gelen ‘’ber’’ sözcüğünün birlikteliğinden elde edilen peygamber kelimesi Arapçada nebinin karşılığıdır.
 
Nebi: Haber verdi anlamına gelen ne-be-e eyleminden türetilmiş bir isimdir. Nübüvvet, öznesi nebiler (enbiyalar) olan (haber verme kurumudur). Nebiyi sıradan bir haberciden ayıran, verdiği haberin kaynağıdır. Bu haber ‘kaynak’ mutlak bilginin de kaynağı olan Allah’tır. Bu kaynaktan gelen haber, vahiy adı verilen özel bir yöntem ve kanalla nebiye aktarılır. Bu, haberin kaynağı ile haberin hedefi arasında bağlantı kuran bir işleve sahiptir.
 
Resul: Kolay, sıkıntısız ve güvenlikli olarak yol almak anlamına gelen ‘’resl’’den türetilmiştir. Sözlü ya da yazılı bir haberi taşımakla görevlendirilen kişi anlamına gelir. Kur’an dilinde Resul; Allah’tan kendisine risalet verilmiş ve insanlar için Rahman tarafından gönderilen vahyi ulaştıran bir elçi olarak gönderilmiş kimsedir.
 
Yüce Allah’tan aldıkları vahyi insanlara ulaştırma noktasında risalet görevini yerine getirme bağlamında kullanılan Resul-Nebi-Elçi-Peygamber gibi terimler, Rahman tarafından seçilip insanlara ilahi öğretiyi götüren kişilikler olarak tanımlanır. Resul ve Nebi terimleri alimler tarafından asırlar boyu tartışıla gelmiştir.
 
Mesela; ‘Nebi’ kendisine kitab verilmeyen, önceki kitabları ve şeriatı yaşayan ve tebliğ eden elçidir. Resul ise, kendisine yeni bir kitab ve şeriat verilen elçilerdir. Yani ‘her resul nebidir’ ancak ‘her nebi resul değildir’ gibi ayırımlara gidilmiştir. Örneğin kimileri, Nebi için ‘haberi alma’ Resul için ise, ‘haberi başkalarına ulaştırma’ olarak tanımlarlar. Bunu da şöyle örneklendirirler.
 
‘Nebi’den kasıt 96/1 ‘’Yaratan Rabbinin adıyla oku’’ ‘Resul’den kasıt 74/1,2 ‘’Ey bürünüp örtünen, kalk (ve) bundan böyle uyar’’
 
Bu ve benzeri çok ince ayrıntılara girilerek tartışılmış, kah peygamberler arası üstünlük yarıştırması, kah ümmetler arası üstünlük yarıştırmasıyla bir kültür oluşturulmuştur. Oysa Kur’an bütünlüğüne bakıldığında karşılaştığımız şudur.
 
Nebi ile Resul iki ayrı kişilik değil, iki vasfı olan tek kişidir. Yani elçiler haberi alma boyutuyla nebi, aldığı haberi ulaştırma noktasında Resuldür. Elçi olarak Allah'dan aldığı vahiyle kendisi amel ettiği gibi başkalarına da tebliğ/davet götürendir. Yani aldığı vahye-ilahi öğretiye insanları davet etmeyen/bildirmeyen ve onu kendisinin uyguladığı/yaşadığı gibi uygulanmasını istemeyen hiçbir peygamber yoktur. Böyle bir peygamberliğin anlamı da olmaz.
 
çinde kendisine kitab verilmiş veya verilmemiş ama hepsine de vahyolunan on yedi elçinin (elçilerin tümüne nisbet edilerek) isminin geçtiği, isim olarak da sureye Nebi’nin çoğulu olan ‘’Enbiya’’ isminin verilmesi buna yeterli bir örnektir. Ayrıca Allah Resulü için Nebi’lerin sonuncusu ifadesi de buna ışık tutmaktadır. Risalet de nübüvvet de ilahi vahyin insanlara ulaştırılmasıdır.
 
Resul-Nebi-Elçi-Peygamber terimlerinin buluştuğu anlam bütünlüğü, Rahman’dan aldığı vahye sadık kalarak, nefislerinde bunu en güzel şekilde örneklendirerek, ilahi öğretiyi insanlara götüren davetçilerdir.
Resul ve Nebi kelimeleri vahiyde geçerken, elçi ve peygamber kelimeleri geçmemesine rağmen manalandırmada resul ve nebinin karşılığı olarak kullanılmıştır.
 
Resul/nebi terimleri kimi ayetlerde birlikte kullanılmış kimi ayetlerde yerine göre Resul yerine göre Nebi olarak kullanılmıştır, ama tamamının misyonu uyarmak ve vahyi tebliğ etmektir.
 
Bütün peygamberlerin ortak özelliklerini-misyonları şöyle sıralayabiliriz.
 
 
Her ümmete gönderilmeleri bakımından.
 
‘’Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir Resul (elçi) gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.’’ 16/NAHL/36
 
Bu ayet adeta tek başına bütün peygamberlerin ortak misyonunu, görev ve sorumluluklarını, görev alanlarının zirvesini-önceliğini, yani insanları ilahlık taslayan hüküm koyma iddiasında bulunan müstekbir/tağut ve zorbalardan uzaklaştırarak Allah’a kulluğa davet etmeleridir. Bu ayet Resullerin varisleri olan alimlere ve takipçileri olan bütün mü’minlere davetlerinin en başına koymaları gereken ‘’Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’’ söylemini/davetini hatırlatmakta ve titizlikle bu uğurda mücadele edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
İnsanlık tarihi Tevhid bağlıları ile şirk bağlıları ‘’Allah’a kulluk edenler ve O’na kulluğa davet edenler ile tağuta kulluk edenler ve ona çağıranlar arasında verilen mücadelelerle doludur. 
 
Ayetin metninde her ümmete ‘Resul’ gönderdik ifadesi de Nebi ve Resul ayırımının gereksizliğini-anlamsızlığını ortaya koymaktadır.
 
‘’İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.’’ 2/BAKARA/213
Bu ayetin metninde de müjdeciler ve uyarıcılar olarak ‘’Nebiyyin’’ nebiler gönderdik buyurulmaktadır. Bütün peygamberlere aynı zamanda nebi denilmektedir.
 
22/Hac/52 ayetinde de Resul ve Nebi kelimesi birlikte geçmektedir. Ayrıca ‘’Oysa Biz, öncekiler içinde nice peygamber(ler) gönderdik.’’43/6
 
İman esasları bakımından, mü’min olabilmenin gereklerinden biri de bütün nebilere iman etmektir. Mü’minler elçiler arasında ayırım yapmadan iman etmekle yükümlüdürler.
 
‘’Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Tümü, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. "O'nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır" dediler.’’ 2/BAKARA/285
 
‘’Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır.’’ 2/177
Peygamberlerin gönderilme gerekçeleri de misyonları da aynıdır.
 
‘’Elçiler; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi). Öyle ki elçilerden sonra insanların Allah'a karşı (savunacak) delilleri olmasın. Allah, üstün ve güçlü olandır, hikmet ve hüküm sahibidir.’’ 4/NİSA/165
 
Nebiler aldıkları vahyi sadece taşıyıcı/iletici olarak değil, aynı zamanda vahyin/haberin kaynağını haberin hedefi nezdinde temsil eden bir misyona sahiptir. Nübüvvet kurumu, Allah ve insan ilişkilerinde, hem misyon hem fonksiyon üstlenmiş çok ayrıcalıklı işleve sahip olan bir kurumdur.
 
Nebiler kaynaklarına sadıktırlar, ekleme ve çıkarma yapmaktan Allah’a sığınarak insanlara götürdükleri ilahi öğretiyi önce kendi hayatlarında yaşarlar. İşte bu tam bir örneklik ve önderlik misyonudur.
 
Örnek ile örnek alacaklar arasında yapısal farklılık bulunmamalıdır. Çünkü insan, ancak insanı örnek alabilir. Bunun için gönderildikleri ümmetlere nebilerin ilk verdiği mesajlardan biri ben de sizin gibi bir insanım/beşerim olmuştur. 
 
‘’Resulleri dedi ki: "Allah hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)? O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor." Dediler ki: "Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi, babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse bize apaçık bir delil getirin. Resulleri onlara dediler ki: "Doğrusu biz, sizin gibi yalnızca bir beşeriz, ancak Allah kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah'ın izni olmaksızın size bir delil getirmemiz bizim için olacak şey değil. Mü'minler, ancak Allah'a tevekkül etmelidirler." 14/İBRAHİM/10,11
 
İnkarcıların mazeretleri asla bitmemektedir. Çünkü gelen mesajın niteliği onların bütün hayat algılarını ve düzenlerini/sistemlerini, sınırsız-doyumsuz yönelişlerini altüst etmektedir, son vermektedir.
 
‘’Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir. De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik." 17/İSRA/94,95
 
Resullerin yükümlülükleri, misyonları Kur’an’da benzer ifadelerle anlatılır ve davetlerinin öncül cümleleri şunlardır. ‘’Ad (halkına da) kardeşleri Hud'u (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?’’ 11/HUD/50,51
 
‘’Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." 11/HUD/61
 
‘’Medyen (halkına da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, O'ndan başka İlahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın; gerçekten sizi bir 'bolluk ve refah (hayır)' içinde görüyorum. Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum." 11/HUD/84
 
‘’Andolsun Biz Nuh'u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım." 7/A’RAF/59 ve benzeri bir çok ayette elçilerin daveti bütün ilahlık taslayanların reddi ve sadece Allah’a kulluğa davet misyonu üzerine kurulmuştur.
 
Elçiler bu davetlerini yaparlarken hem kendilerini tanımlıyorlar ve hem de kendi şahıslarına (çıkarlarına) yönelik hiçbir beklenti içinde olmadıklarını ve her türlü zorluğu göze alarak onların dünya ve ahirette kurtulanlardan olmaları için mücadele ettiklerini söylüyorlar.
 
Ve kendilerini şöyle tanımlıyorlar: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir." 11/HUD/31
 
"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." 26/ŞUARA/143
 
‘’Andolsun, Biz Nuh'u kavmine gönderdik. (Onlara:) "Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp-korkutucuyum." 11/HUD/25
 
Ve kendi şahıs ve çıkarına yönelik hiçbir beklenti içinde olmadıklarını beyan ediyorlar. "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." 26/ŞUARA/109
 
Bütün peygamberlerin insanlara ilettikleri ana mesaj aynıdır ve bu da Tevhid’dir. Zamanı, mekanı, geçmişi ve geleceği yaratan ve her şeye kadir olan Allah'dır. Rabbimiz Kur’an’da peygamberler kıssalarını hikaye olsun tarihi bir bilgi olsun için bildirmemiştir. Her kıssanın bugüne, yarına ve bütün zamana ışık tutan, yol gösteren mesajları söz konusudur. İlahi öğreti nebilerin örnekliğiyle insanlara sunulur ve Rahman’ın merhameti süreklidir. Bunun içindir ki,
 
Her ümmete bir uyarıcı olmuştur. ‘’Şüphesiz Biz seni, hak ile bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip-geçmiş olmasın.’’ 35/FATIR/24
 
Her ümmetin bir resulü/elçisi olmuştur. ‘’Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara resulleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar.’’ 10/YUNUS/47
 
Her ümmetin bir hidayet rehberi vardır. ‘’İnkar edenler derler ki: "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya." Sen, yalnızca bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderi vardır.’’ 13/RA’D/7
 
İmtihana tabi tutulma yönüyle bütün insanlık özde dün de bugün de aynıdır, yarın da aynı olacaktır.
 
İlahi mesaja karşı olumlu-olumsuz tepki vermede, algılarıyla-tasavvurlarıyla hayatı inşa etmede, iyilik ve kötülük yapmada, adaleti ayakta tutmada ve zulüm yapmada, hesaba çekileceğini idrak etmede veya göz ardı etmede, kısaca insana ve hayata dair her ne varsa özde aynıdır, beş bin yıl önce yaşayan ile bugün yaşayanlar ve bundan sonra da yaşayacak olanlar hep aynı insandır. 
 
Hz. İbrahim’in Nemrut’a götürdüğü davet, Hz. Musa’nın Firavun’a götürdüğü davet, Hz. Muhammed’in (a.s.) toplumuna götürdüğü davet ne ise yaşadığımız çağdaki mü’minlerin daveti de özde aynıdır, aynı olmalıdır. Resullerin aidiyeti ve daveti ilahi öğretidir. Mü’minlerin aidiyeti ve daveti de ilahi öğreti olmalıdır, olmak zorundadır. Resullerin karşılarındaki inkarcıların itiraz argümanları ne ise bugünün mü’minlerinin de karşılaştıkları-karşılaşacakları itiraz söylemleri de özde aynıdır aynı olacaktır. Yani tarih sahnesinde yer alanlar ‘’yaşamış kişilikler olarak’’ tarihseldir ama yüklendikleri mesaj evrensel ve zamanlarüstüdür, bu mesaja karşı duranların da zihin yapıları, fücur yönlerinin dürtüleri aynı insani özelliklere sahip olmaları açısından (imtihan gereği benliklerine/nefslerine ilham edilen fücur boyutuyla) birdir-aynıdır.
 
İlahi öğretinin hayatı inşa etme yetisine-yetkisine karşı çıkanların, aciz beyinlerinden ürettikleri batıl din ve ideolojilerin özünde, kalkış noktasında farklılık yoktur. Firavunizm, Nemrutizm, Karunizm, Faşizm, Sosyalizm, Liberalizm, kapitalizm, Kemalizm, laisizm, demokrasi ve yüzlerce izmlerin ortak noktası İlahi öğretiyi inkar ve yok saymaktır.
 
Firavun’la Hitler’in, Nemrut’la Stalin'in, Karun’la Soroz’un, Ebu Cehil’le Bush’un, Ebu Leheb’le Şaron’un, köleler ile sömürülen proleteryanın, Lut kavmi ile eşcinsellerin, Mekke cahiliyesinde onlarca erkekle beraber olanlarla günümüz cahiliyesinde yüzlerce erkeğe kendilerini sunan kadınların, (tarihte kadınlar isteği hilafına alınıp satılırken günümüzde kendi istekleriyle kendilerine bir bedel ödenerek satılmaları), Darun nedve ile günümüz meclislerinin, büyücüler ve kahinlerle günümüz falcı-medyumlarının, güçlülerin gölgesinde olan şairlerle günümüz medyasının, elinde kılıç-mızrak olan katillerle elinde füze olan katiller arasında kullandıkları eşyalar ve kılık kıyafetleri dışında ne farkları vardır ki...
 
Binlerce yıl önceki tağutiyet ne ise şekilsel ve kullandıkları dil açısından farklılık arzetse de özünde aynıdır. Tuğyan ederek azgınlaşıp-sapkınlaşan ve bir adım daha ileri giderek bu azgınlıklarını diğer insanlara dikta ederek tağutlaşanlar dün de aynıydı bugünde aynıdır. Çünkü fücurun dürtüleri aynıdır.
 
Bu günün ilahlık taslayanları, zulmedenleri, katledenleri ataları olan Nemrut ve Firavun’lara çok büyük fark atmaktadırlar. Ataları sınırsız-doyumsuz arzularından dolayı yakaladıkları, ulaşabildikleri yüzlerce binlerce insanı ilkel silahlarıyla katlederlerken, bu günün Firavun’ları kendi lanet çıkarları için modern silahlarla insanların üzerlerine bombalar yağdırarak yüz binlerce milyonlarca insanı katledebilmektedirler. Bu günün Firavun’u A.B.D.nin iki yıl içinde Irak’ta bir milyon insanı katlederken ataları olan Firavun’un böyle bir sayıya ulaşmaya o lanet ömürleri yetmezdi herhalde.
 
İlahi öğretiyi dikkate almayanlar, fücur yönlerinin dürtüleriyle zulüm üretmeye devam edecekler ve bunu da yaparken her türlü(insan hakları-özgürlükleri v.b.) kılıfı/maskeyi/yalanı/aldatmayı kullanacaklar. Çünkü onların aidiyeti şeytan ve dostlarıdır.
 
Mü’minlerin aidiyeti ve daveti de tıpkı ataları gibi, ümmeti olduğu nebiler gibi ilahi öğreti olmalıdır, zihinsel olarak da pratikte de Tevhidi duruş noktasında aynı misyonu kuşanmak durumundayız. Bu aynilik elbette şekilsel ve şablonik değildir. Kastımız vahyin kırmızı çizgileridir, hudutlarıdır/sınırlarıdır. 
 
Kur’an önceki nebileri ve diğer kitaplardaki hakkı doğruladığını beyan etmektedir.
 
Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.’’ 5/MAİDE/48
Vahiy, nebi/resul örnekliklerini-serüvenlerini-mücadelelerini anlattıktan sonra, son vahyi insanlara ileten nebinin son nebi olduğunu beyan etmektedir.
 
Hz. Muhammed (a.s.) artık insanlık tarihi boyunca yani kıyamete kadar, insanlığın kararan-karartılan ufkunu aydınlatan, Tevhid ve adaleti yüreklere-zihinlere nakşeden ve insanlıkla yaşıt olan Nebiler/Resuller zincirinin en son halkasıdır.‘’Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir.’’ 33/AHZAB/40
 
Son resul/nebi ve son kitab/vahiy şu demektir. Nübüvvet sürecinin-serüveninin şahıslardan, gönderilmiş tüm vahiylerin özünü içinde barındıran Kur’an mesajına geçtiğinin bir ifadesidir, ilanıdır. İnsanlığın değişmez-değiştirilemez hak/gerçek değerlerini temsil eden, ilimin/bilginin kaynağı olan, bireysel ve toplumsal olarak insanın nasıl inşa olunacağını vaaz eden, adaletin ve takvanın yegane adresi olan, Allah katında makbul olan dinin/yolun İslam olduğunu, bundan böyle değişmez-değiştirilemez ve değiştirilmeye güç yetirilemez ilahi mesajları ve hayat veren hükümleri bünyesinde barındıran tamamlanmış-korunmuş-çelişkisiz Kur’an vahyinin temsil edeceği anlamına gelir.
 
İnsanlığın yaşadığı (eşyayı tanımlama-kullanma-geliştirme boyutuyla) tekamül-gelişim-değişim serüveni onun özde-özünde olan arzularını, korkularını, istikbale dönük endişelerini, mal/servet yığmasını, egosunu/bencilliğini, saldırganlığını, aceleciliğini, cimriliğini, cahilliğini(sınır tanımaz sorumsuzluğunu), zalimliğini, nankörlüğünü, kendini müstağni gören böbürlenmesini, yalancılığını ve çok yüzlülüğünü değiştirmemektedir, değiş(k)enler sadece kullanılan araçlar-eşyalardır.
 
Özetle; insan aynı insan, fıtrat aynı fıtrat, dürtüler aynı dürtüler, katil ruhlu zalimler de aynı, değişen bugünün zalimlerinin kravatlı-makyajlı oluşları ve daha acımasız silahlara sahip oluşları ve geçmişteki atalarının iki yüzlülüğüne nazaran çok yüzlü oluşlarıdır.
 
Mü’minler de tıpkı ataları Hz. İbrahim gibi, Hz. Musa gibi, Hz. Muhammed (a.s.) gibi vahye sadık kalmaları, aidiyetlerini Allah'a ve gönderdiği vahye yapmaları, vahye gölge düşürmeden düşünsel ve eylemsel yönelişlerde bulunmaları ve yalın/net bir şekilde daveti götürmeleri gerekmektedir.