Ömer İSLAM
1258: KARANLIK DÖNEMLERİN MİLADI
1220’de başlayan Moğol istilasının hemen hemen tüm Müslüman coğrafyayı sardığı, şehirlerinin yağmalandığı, kütüphanelerin yakıldığı, cesetlerin tepeler oluşturduğu yıllar. Moğol saldırıları karşısında hiçbir varlık gösteremeyen Müslüman devletler, tam bir acziyet içinde idiler. 1260’da Memluk Sultanı Baybars Filistin topraklarında Ayn Celut’ta Moğolları durdurana kadar Müslümanların yaşadığı kabus devam etti.
Moğol felaketi; içeriden altı kez travma (kırılma) geçiren Müslüman bilincin dışarıdan darbe ile komaya girmesine yol açtı. Bu travmaları ve yol açtığı etkileri hatırlarsak;
1.Kırılma: Siyasi Seçkincilik: 632 yılında Resulullah(s)’ın vefatının hemen sonra meydana geldi. Bu olay sonucunda Müslümanların Resulullah (s) sonrasında ortaya koyacakları, siyasi pratiğin sınırlarını daraltan, siyaseti yapma hakkını sadece bir kabileye (Kureyş’e) veren bir sonuç çıkmış oldu. Bu öyle bir itiraz edilemez bir kanaat haline geldi ki sonradan yazılan itikad kitaplarına esas olarak dahil edildi.
2.Kırılma: Fitne Olayları: 656 yılında Resulullah (s)’ın vefatından 24 yıl sonra başlayan ve beş yıl süren “fitne olayları”; Müslümanların siyasi olarak parçalanmaları ve birbirlerini öldürmeleri ile sonuçlandı. Siyasi fırkalaşma akabinde itikadi, mezhebi fırkalaşmayı getirerek geri dönülemez bir yola girildi.
3.Kırılma: Saltanat: 661 yılında Resulullah (s)’ın vefatından 30 yıl sonra Müslümanların ortaya koydukları tarihte eşine az rastlanır bir siyasi model olan siyasi rejim; hilafet ortadan kalktı. İktidarı Emevi ailesinin mülkü haline getiren Muaviye, sonrasında tartışılamayan, sorgulanamayan Saltanat rejiminin başlatıcısı oldu. Hakkın, adaletin yerine gücün, kabilenin, askerin belirleyici olduğu bu rejim; Müslümanların yaşantısına, inancına, her şeyine müdahale ederek kendine göre şekillendirdi.
4.Kırılma: Şia: 680 yılında Resulullah (s)’ın vefatından 48 yıl sonra Kerbela’da Emevi sultası Hz. Hüseyin ve ailesini katletti. Adaletin savaşçısı Hz. Ali’nin iktidarı ‘kendisi ve çevresi için’ isteyenlerle olan mücadelesi sonuçsuz kalınca, taraftarlarına Emevilerce yapılan zulümlerden, baskılardan acılardan, siyasi, itikadi, sosyal ve kültürel bir ekol doğdu: Şia. Özellikle Kerbela’dan sonra Şiiler, zaman içerisinde kendi inanç ve bilgi sistemlerini oluşturdular.
5.Kırılma: Tasavvuf: 800’lü yıllarda Resulullah (s)’ın vefatından 200 yıl sonra ilk defa Müslümanlar arasındaki siyasi çekişmelere tepki olarak “münzevilik, çilecilik” şeklinde ortaya çıkarak günümüze kadar gelen Tasavvuf; İslam’ın bilgi, tevhid, Nübüvvet, ibadet, anlayışlarından saparak, kendine özgü bir yol, yaşantı ve inanç geliştirdi. Başlangıçtaki ufak açılı sapma, yıllar geçtikçe büyüyerek Kuran’ın reddettiği ruhban sınıfının Müslümanların arasında oluşmasına yol açtı.
6. Kırılma: Ehli Sünnet: 900’lü yıllarda Resulullah (s)’ın vefatından 300 yıl sonra diğer tüm siyasi, itikadi mezheplerden sonra ortaya çıktı. Önceki mezhep ve ekollerin hepsinden parçalar içine alarak elastiki bir düşünce yapısı haline gelen Ehli Sünnet, İktidarların şemsiyesi altında varlığını güçlenerek sürdürdü. Müslümanların birliğini parçalayacağı gerekçesi ile tüm isyan, başkaldırı ve sorgulamacı hareketleri İslam dışı ilan ederek Saltanat rejimlerini meşrulaştırıcı rol oynadı. Akla ve aklıcı düşünce ekollerine karşı nakli ve geleneği öne çıkararak içtihadı, yenilenmeyi, sorgulamayı ihmal etti. Sünni Müslümanlarının hurafeci, Mehdici, kaderci, geri kalmış, taklitçi, mezhepçi, statükocu, düşünmekten korkan, muhafazakar yapısının sebebi oldu.
***
İşte bu zihinsel, siyasal, kültürel sefalet içindeki Müslüman toplum 1220-1260 yıllarındaki Moğol darbesi ile darmadağın oldu. Ve bir daha kendini toplayamadı. İşte o yüzden 1258 (Bağdat’ın düşüşü) bir milat kabul edilir. Aynı tarihlerde Endülüs’te Avrupalılar tarafından yağmalanıyordu. Bu tarihten sonra İslam coğrafyasında ciddi bir fikir üretilemedi, ciddi bir ilmi çalışma yapılamadı. Ne kadar eleştirsek te tüm çabalar, üretimler, telif eserler, ekol oluşumları yani fikri canlılık 1200’lerden öncedir. Bakın tıp, astronomi, felsefe, matematik, kimya, botanik alanlarında önemli çalışmalar yapmış tüm bilim adamları bu tarihten önce yaşadı. Bu durum, İslami ilimlerde de aynıdır. 1200 sonrasında ise taklit ve şerh kültürü hakim oldu. Bu tarihten sonra mezhepler din olarak algılanmaya başlandı.Bu mesele bisiklet sürmek gibidir; “durursan düşersin.” Bilimin, teknolojinin, düşüncenin, uygarlığın son noktası yoktur. Müslümanlar, dünyanın fikri, felsefi, ilmi öncülüğünü 1200’den itibaren terk ettiler. Bunun sebebi siyasi iktidarsızlık olarak göremeyiz. Çünkü bu tarihlerden sonra Müslümanların, batıda Osmanlı İmparatorluğu, doğuda Safeviler ve Timur İmparatorluğu gibi büyük devletler kurmalarına rağmen ilmi düşüş devam etti.
Bu gerilemenin sebebi tamamen akletmenin terk edilmesi, varolanla yetinilmesi, geleneğin kutsanmasıdır. Varolanla yetinmek deyince, İçtihat kapısının kapatılması da yine aynı döneme rastlar. Müslümanlar bunun bedelini de ağır ödedi. Zaman aktı, coğrafyalar değişti, sorunlar çeşitlendi, imkanlar değişti, araçlar değişti ama yargı, içtihat, çözüm aynı kaldı. Aslında bir şeyler çözülmedi, sadece idare edildi ve hala idare edilmeye devam ediliyor. İşte bir örnek; Ömer Nasuhi Bilmen’in İlmihal kitabı hala çok satıyor ve hala “sular babı” kitapta önemli bir yer tutuyor. Ama biz Müslümanlar, suyun temiz olup olmadığını o kitaptaki dondurulmuş içtihatlar ile belirlemiyoruz artık. Suyu tahlil ettiriyoruz. Kitaptaki o bilgiler ise birileri tarafından ilim olarak kabul edilip hala ezberleniyor.
Aslında ABD’nin Irak, Afganistan, Rusya’nın Çeçenistan, İsrail’in Filistin işgalleri ve katliamları o yıllardaki Moğol işgalini andırıyor. Ve Müslümanların hali... Onca katliama, zulme rağmen Müslüman dünya sessiz, tepkisiz ve paramparça, aynı o yıllardaki gibi. Bu da bize, tarihin ibret alınmadığı için belirli aralıklarla tekrar ettiğini gösteriyor. Umarım sonraki yıllarımız Moğol istilası sonrası yaşananlara benzemez.