Ömer İSLAM

23 Haziran 2008

İYİLERDEN MİSİN?

Yaşlı  kızılderili  Reis, her sabah olduğu gibi çadırının önüne oturmuş, birbiri ile boğuşan biri beyaz, diğeri siyah iki büyük köpeğini büyük bir ilgi ile seyrediyormuş. O’nun bu halini gören torunu: “Onları çok mu seviyorsun?” diye sormuş. Yaşlı kızılderili : “Onlar, benim için çok önemli yavrum. Beyaz olanı içimdeki iyi yanlarımı, siyah olanı ise kötü yanlarımı temsil ediyor.” demiş. Bu sefer torunu: “Peki hangisi kazanır?” diye sorunca, yaşlı kızılderili gözlerini köpeklerden ayırmadan cevap vermiş:

 

“ Hangisini daha iyi beslersem tabi ki o kazanır.”

 

Hristiyan inancına göre, iyi (rahmani) ile kötü (şeytani) güçler kainatta mücadele halindedir. Bu düşünce, korku filmlerine de bir sürü malzeme olmuştur. Bu sayede Hristiyan kitleler kötülüğe, zulme karşı mücadele etmek yerine iyiliği temsilen bir seçilmiş, bir kurtarıcı bekler hale getirildiler.

 

Bu inancın Müslüman dünyasına ithali Emeviler döneminde olmuştur. Emevi saltanatının zulümleri karşısında mücadele edemeyen Müslümanlar, bir seçilmiş, olağanüstü niteliklerle donatılmış kurtarıcı bekleme düşüncesine sarıldılar. Sonrası malum, Şiiler de Sünniler de halen Mehdi bekliyorlar.

 

Mehdi/ Mesih düşüncesi’nin ortaya çıkışı, Müslümanların inançlarına sızması konusunda  bilgi edinmek isteyenlerin; İbrahim Sarmış’ın Ekin Yayınlarından çıkan “Mesih İnancı” adlı kitabını okumalarını tavsiye ederim.

 

İslam inancına göre iyi ile kötünün mücadele alanı insanın içidir, nefsidir. Yüce Kur’an, insanın iyiliğe de kötülüğe de meyyal bir şekilde yaratıldığını ve nefsini kötülüklerden arındıranın kurtulacağını bildirir. (Şems:8)

 

İçindeki iyinin mücadeleyi önde götürdüğü kimselere “iyi”, içindeki kötüye boyun eğmiş kimseye de “kötü” diyoruz. Fakat bizi aldatan, gafil avlayan şey de bu mücadelenin ömür boyu sürdüğünü unutmamızdır. Bu yüzden Yüce Allah Kuran’da iman edenlere önemli bir uyarıda bulunuyor. “ Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla korkun / sakının ve Müslümanlar olarak can verin!” (Ali İmran:102)  Demek ki İman üzere olmak, Müslümanlardan olmak bir kez içine girilip kayıt yaptırıldıktan sonra hiç çıkılmayan bir dernek üyeliği gibi bir şey değil. Ya da  içinde doğulup yaşanılan bir kavim mensupluğu gibi de hiç değil. İmandan sonra küfrün içine düşülebileceğini yine Kuran’dan öğreniyoruz.

 

Nefsimizde açan güzel çiçekleri her daim sulayarak canlı ve diri kalmasını sağlamamız gerekiyor. İyi, güzel hasletlerimizi devamlı ve bilinçli hale getirdiğimizde hayatımız anlam kazanacaktır.

 

Kalbin kelime anlamı; dönen, bir kararda durmayandır. Bu gün iyi hal üzere olan kalbimiz, eğer bu halin sürekliliğinin devamı için çaba sarfetmezsek yarın dönebilir, değişebilir. Bu değişimi fark etmeyiz bile. Çünkü bu aşamada şeytan devreye girer ve bu kötü gidişe gerekçeler üretir. Artık, yapmadığımız iyilikler için mazeretler bulurken, hayatımızı kaplayan yanlışları süslemeye başlar. Bunun için uyguladığı en kolay takdik, bizden daha kötüleri göstermek. Böylece gidişatımıza kılıf bulunmuş olur. İnsan üzerinde hiçbir zorlayıcı gücü ve yaptırımı olmayan şeytanın yaptığı sadece ilizyondur. Yani var olan bir şeyi farklı görmemizi sağlama ya da olmayan bir şeyi varmış gibi görmemizi sağlama. İnsanların çoğunda da başarılı olur.

 

Günümüzün iki ayaklı şeytanları iblisten bayağı ders almış görünüyor. Toplumları istedikleri gibi düşündürmeleri, istedikleri gibi yönlendirmeleri, istedikleri gibi giyindirmeleri, istedikleri şeyleri yedirmeleri, içirmeleri onlar için çok kolay. Çünkü şeytanın adımlarını takip ediyorlar.

 

Ne hal üzere olduğumuzu, yaşantımızın, gidişatımızın doğru olup olmadığını ancak dosdoğru yolu gösteren Kur’an ile irtibatımızı sağlam tutarak anlayabiliriz. İnsanlığa kurtuluş yolunu göstermek amacıyla inmiş olan Yüce Kur’an ile aklı selim bir irtibat, bizi kendimiz ile ilgili doğru sorgulamaya ulaştıracaktır. Kur'an aynasından yansıyan görüntü gerçek görüntümüzdür. Onda ilizyon yoktur. Kendimiz için doğru sorular sorduğumuzda, doğru cevapları yalnız onda buluruz. Yalın, keskin ve dosdoğru. Yeter ki kendimizi aldatmayalım.

 

Yaşantımızın, istikametimizin doğru olup olmadığını anlamanın bir başka yolu da “çevremiz” dir. Her düşünce, inanç ve öğreti kendi nüfuz çevresini oluşturur. İyi ya da kötü herkes kendi dünya görüşüne uygun kimselerle zaman geçirmek ister. Bu anlamda iyilikte, kötülükte bir çekim gücüne sahiptir. İkisi de dönüştürücüdür, biçimlendiricidir. Yani kötülerin içerisinde iyi kalmak, iyilerin içerisinde kötü kalmak zordur hatta imkansızdır. Ama iyi bir ortamı kurmak ve yaşatmak, kötü bir ortamı oluşturmak ve genişletmekten çok daha zordur. İyi olmak ve onu sürdürmek ve geliştirmek için emek, özveri, çaba, titizlik ve akıl gerekir. Ve zaman zaman durup kendine bakmak yani özeleştiri.

 

Evet, iyi olmak ve iyi kalabilmek bu kadar zor iken kötü olmak için hiçbir şey bile yapmamak bile yeter. Çünkü o gelir seni yani içindeki kötüyü bulur. Bir adaletsizlik var gibi görünüyor. Ama cenneti kazanmanın kolay olmadığını, tersine cehennemi kazanmanın çok kolay olduğunu düşünürsek buradaki dengeyi kavrarız.

 

İçinde yaşadığımız cahili toplumda iyi kalmanın mücadelesini veren bizler, işyerinde, sokakta ve çeşitli ortamlarda maruz kaldığımız kötülüğün etkilerine karşı nasıl davranmamız gerektiğini yine hayat kılavuzumuz olan Kur’an’dan özellikle Mekki surelerden çıkarabiliriz.  Cahiliyeden etkilenmemek, erimemek, yozlaşmamak için, kendi hayat alanlarımızı oluşturmak ve yaşatmak zorundayız.

 

Bir Uzak Doğu sözü ile bitirelim:

 

“Bir düşünce ekersin, eylem biçersin. Bir eylem ekersin, alışkanlık biçersin. Bir alışkanlık ekersin, karakter biçersin. Bir karakter ekersin, kaderini biçersin.”