Ömer İSLAM
MÜSLÜMANLARIN TARİHİNDE DÖRDÜNCÜ KIRILMA: ŞİA
-
Günümüzdeki Müslümanların mezhebi farklılıklarını anlamamız için bunların ilk ortaya çıktığı zaman dilimini iyi tahlil etmemiz gerekir. Müslüman toplumun önemli bir bölümünü teşkil eden Şiileri anlamak için de, oluşma aşamalarını yani tarihini bilmemiz gerekir. Bu noktada şöyle bir sorunla karşılaşıyoruz. Hangi tarih, Sünnilerin yazdığı mı, Şiilerin yazdığı mı? Bu sorunu, her iki kesimin kaynaklarında meydana geldiğinden şüphe olmayan bariz olayları zikrederek aşabiliriz. Bu tarihi olaylara Şii ve Sünni bakış açısı ile bakmak diye bir zorunluluğumuzun olmadığını da belirtmekte yarar var.
Halife Ali’nin şehadetinden sonra Ali taraftarları yani Şia, Emevi iktidarı karşısında muhalif kimliğine büründü. 680 yılında Hüseyin b. Ali’nin Kerbela’da katledilmesi Şia tarihinin en önemli olaylardan biridir. Kerbela, Şia’nın hem zalim iktidarlar karşısında kıyam geleneğinin başlangıcı hem de Şia’nın teolojisini oluşturmasında bir kalkış noktası oldu.
Halife Ali’nin peygamber veya ilah olduğu inancı savunan Gulat (aşırı, sapkın) Şii gruplarını hariç tutarsak, Şia’nın inanç, hareket, düşünce farklılığı itibariyle üç büyük kola ayrıldığını görüyoruz:
İMAMİYE: Hüseyin b. Ali’nin katliamından kurtulan tek evladı Zeyne’l Abidin (ö.719) siyasi olaylara karışmadan Medine’de ibadetle ve ilimle meşgul oldu. Aynı şekilde Muhammed Bakır (ö.737) Medine’de pasif bir tutum takındı. Muhammed Bakır’ın oğlu Cafer-i Sadık(ö.765) onların bu tutumları ve görüşlerini sistematize ederek İmamiye mezhebini oluşturdu. Cafer-i Sadık, Ali hakkında aşırı giden Gulat Şia fırkalarına itibar etmedi. Amcası Zeyd’in Emeviler karşı muhalif ve sert tutumunu hiçbir zaman tasvip etmedi. Emeviler dönemindeki pasif tavrını Abbasiler döneminde de sürdürdü. Abbasiler zamanında da siyasetten uzak kalan pasifist tutumlarına rağmen Abbasiler tarafından tüm Ali oğullarına karşı yapılan eziyet, zulüm ve ambargolardan nasiplerini aldılar.
Yaşanan baskılar ve katliamlar sonrası süreçte, onlarda ilahi bir kurtarıcı (Mehdi) beklentisi, Siyasi otoriteye karşı düşüncenin ve niyetin gizlenmesi (takiyye), nübüvvetin devamı olarak önderliğin ve örnekliğin Allah tarafından seçilmiş şahıslar aracılığı ile devam ettiği inancı (İmamet) bu ekolün en temel vasıfları oldu. Fıkhi esaslarını Caferi Sadık ortaya koyduğu için bu mezhebe Caferiler de denilmektedir.
Daha çok İran, Irak, Azerbeycan, Lübnan’da yaygın olan bu mezhep mensupları 1979’da gerçekleştirdikleri devrim ile İran’da İslami-Şii–İmami (Caferi) esaslara uygun bir devlet kurmayı başardılar.ZEYDİYE: Hüseyin’in torunu olan Zeyd b. Ali’nin geliştirdiği aktif, kıyamcı, akılcı ekol. Zeyd, zalim yöneticiye karşı “iyiliği emr ve kötülüğü men” ilkesi gereği kıyamı farz görerek hareket etti. Zeydilerin çoğu kıyamında Mutezile taraftarlarının desteği oldu. Zeydiye’nin bir çok yönden aynı olduğu Mutezile’den ayrılan yönü “İmamın Ali oğullarından olması gerektiği” düşüncesidir. Halife Ali’nin sahabenin en faziletlisi olmasına rağmen hilafetin Halife Ebu bekir’e ve Ömer’e verilmesinin maslahat gereği olduğu görüşünde idi. Bu düşünceleri sebebiyle diğer Şii gruplar tarafından eleştirilerek dışlandı.
740 yılında Emeviler’e karşı Zeyd ve oğlu Yahya’nın kıyamları kanlı bir şekilde bastırıldı. İmameti sadece Hüseyin oğullarında görmedikleri için Hasan oğullarından takipçileri oldu. Özellikle Abbasi Devleti zamanında Hasan oğulları bir çok kıyam gerçekleştirdiler. Kararlılıkla sürdürdükleri uzun mücadeleler sonucunda Yemen’de ve Hazar bölgesinde Zeydi devletler kurdular. İçtihad kapısını sürekli açık tuttukları için ve diğer mezhep ve görüşlerle ( özellikle Mutezile ve Hanefilik) irtibat içinde oldukları için uzun yıllar canlı ve aktif kalabilmişlerdir. Günümüzde Zeydi Müslümanlar, Yemen’de yoğun olarak yaşamaktalar.
İSMAİLİLER: Cafer Sadık’ın ölümünden sonra, ondan hemen önce ölen oğlu İsmail’in imam olduğunu iddia eden kişiler yeni imam Musa Kazım’a itiraz ederek ayrıldılar. Bunlar yeni bir Şii grup oluşturdular: “İsmaililer” Muhammed b. İsmail’e biat eden grup, yeni bir hareket tarzı, yeni bir inanç geliştirdi. Gizlilik hem hareketlerine hem de bilgi sistemlerine damgasını vurdu. Nasların bâtinî manası bulundugunu iddia ettikleri için onlara Batiniyye de denildi. Bilginin akıl ve duyularla değil ancak masum imamın öğretmesiyle elde edileceğini iddia ettiler. Kurdukları gizli örgütlenmeler ve Batıni eğitim çalışmaları sayesinde 150 yıl sonra Kuzey Afrika’ya ve Akdeniz’e hükmeden Fatimiler’i ve Arap yarımadasını yağmalayan Karmatiler ‘i kurdular. Hasan Sabbah’ın Nizari suikastçileri ile Selçukluların başına bela oldular. Nusayrilik, Dürzilik, Bahailik, Kadiyanilik gibi bir çok alt gruplara ayrılarak günümüze kadar varlıklarını sürdürdüler.
*******
Şia’yı 680 yılından itibaren bir kırılma noktası olarak görmemizin sebebi İslam’ın siyaset, inanç ve bilgi alanlarında ki getirdikleri farklı yorumdur.
Şöyle ki; İmamiyye Şiasına göre, İslam toplumunu yönetme yetkisi, Ehl-i Beyt mensubu 12 İmama Allah ve Resul'ü tarafından nas ve tayinle verilmiştir. İnsanlara, imamlarını seçme yetkisi verilmemiştir. 12. imam Mehdi Muntazar'dır. O ölmemiştir ve Kıyamet kopmadan önce gelip dünyada zulme ve adaletsizliklere son verecektir.(1) İmamlar, peygamberler gibi masumdurlar.[2] Yani Ehl-i Beyt mensupları çirkin davranışlardan, hata ve yanlışlardan, büyük ve küçük günahlardan korunmuş ve temizlenmişlerdir, bu sebeple onların sözlerinin hüccettir.[3] İmamlar tıpkı Nebi ve Resuller gibi meleklerden daha üstündür.[4] Neticede ma'sum olan Ehl-i Beyt'i sevenler, Ehli beyt’in Şefaati ile asla ateşe girmeyeceklerdir.(5] "Onları sevmek iman; onlardan nefret küfürdür. Onların buyruğu Allah'ın emri; yasakları da Allah'ın nehyidir. (6] İmamların bütün ilimleri ve Kur'an'ın zahir ve batınını bilirler ve ilahi bir bilgiyle donatılmışlardır.(7) Onları tanımayan ve biat etmeyenin imanı kabul edilmez. (8)
Her ne kadar Şii alimler, bu inanç esaslarının Kur’an’dan delilleri olduğunu iddia ederek yüz küsür ayet öne sürseler de söz konusu ayetlere (9) farklı farklı meallerden baktığımızda şunu görmekteyiz; bu ayetlerde zikredilen üstün vasıfların İmam Ali ve soyundan gelen imamları işaret ettiği sadece bir yorumdan öteye geçmemektedir.
Tarihi olaylara gönderme yapılarak tespit edilen itikad esasları ne kadar tutucu ve duygusal ise, sultanların saraylarında tespit edilen itikad esasları da bir o kadar yanlı ve zulüm kokmaktadır.
Şu bir hakikattir ki iman esasları, Kuran’da Allah’ın açıkça “İman edin!” dediği açık, net, yoruma meydan vermeyen muhkem ayetlerine dayanmalıdır. Sayısını ve mahiyetini Kuran’ın muhkem ayetlerinin çizdiği iman esasları, ümmeti parçalanmışlıktan kurtarıp birliğini sağlayacaktır.
DİPNOTLAR:
(1) "İmam, insanların din ve dünya işlerini tedbir etmek, aralarında zulmü, düşmanlığı gidermek, adaleti yaymak hususunda peygamberin umumi velayetine haizdir ve bu bakımdan İmamet, nübüvvetin devamıdır. Peygamberleri göndermek nasıl bir lütüf ise, peygamberden sonra, onun yerine İmamı nasbetmek de lütüftur ve vücub-ı zati ile Allahü Teala'ya vacipdir; bu bakımdan İmamet, ancak Allah Teala'dan nass ile, yahud o İmam'dan önceki İmamın, onu İmametini beyaniyle tahakkuk eder; insanların seçmesiyle ve istemesiyle olmaz; İnsanlar dilediklerini İmam olarak tayin, yahud dilediklerini azl hakkına da sahip değillerdir. Aynı zamanda insanlar İmamsız da kalamazlar." , Muhammed Rıza el-Muzaffer: Şia İnançları, çev. Abdulbaki Gölpınarlı, s. 50-51.
[2] el-Muzaffer, Şia İnançları, 51-52.
[3] Tabersi, Mecmû'u'l-Beyân fi Tefsîri'l-Kur'ân, IV, 357; Tabatabai, el-Mizân fi Tefsîri'l-Kur'ân, Beyrut XVI, 312-313; Şeyh Saduk, Şii İmamiyye'nin İnanç Esasları, çev. E.Ruhi Fığlalı, 110, 113;
[4] Şeyh Saduk, 104.
[5] Bu konudaki hadisler için bkz. Makrizi, Fazlu Âl el-Beyt, 51-52.
[6] Şeyh Saduk, 110
[7] "İmamın, ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması, peygamber, yahud kendisinden önceki imam vasıtasıyladır. Yepyeni bir şey hakkında da ima, Allah Teala'nın, ona ihsan ettiği kutsi kuvvetle, ilham yoluyla gereği gibi hükmeder; o şeyi künhüyle anlar, bilir, Bir şeye yönelirse ve bilmek dilerse, o şey hakkında ancak gerçeği bilir; yanılmaz, şüpheye düşmez; bu hususta akli delillere, yahud belletenlerin belletmesine ihtiyacı yoktur." el Muzaffer, Şia İnançları.
(8) “İmam Muhammed Bakır: Allah tarafından imamı olmayan bir kmsenin imanı, ibadeti, sayi ve telaşı heba olur. Amelleri kabul olunmaz." Vesaluş Şia c.1 s.90
(9) Bakara 124, İsra 71, Ahzab 33, Maide 55, Şura 23, Ali İmran 103...