Ömer İSLAM

03 Haziran 2009

MÜSLÜMANLARIN TARİHİNDE İLK KIRILMA: SİYASİ SEÇKİNCİLİK

Resulullah sonrası müslümanların tarihini okurken, belli başlı dönüm veya kırılma noktalarını tespit edebilirsek, bugünün müslümanının din, siyaset, itikad, mezheb….. anlayışlarını da bir yere oturtabiliriz.

Müslümanların tarihi süreçte yaşadığı büyük kırılma noktalarından ilki, Resulullah’ın vefatında hemen sonra meydana geldi. Bu olaya kırılma dememizin sebebi, Müslümanların Resul sonrası ortaya koyacakları, siyasi pratiğin sınırlarını daraltan, siyaseti  yapma hakkını sadece bir kabileye veren bir sonucun çıkmış olmasındandır.

*******
Bu olayın gelişimine kısaca bir göz  atalım:

632 yılında Resulullah vefat etti. Haber duyulur duyulmaz Ensar, Müslümanların başına kendilerinden birini seçmek için Beni Saide gölgeliğinde toplandı.  En güçlü aday ise Hazreç kabilesinin reisi Sa’d b. Ubade idi. Ensar’ın halife seçmek için toplandığını haber alan Ebu Bekir, Ömer b. Hattap ve Ebu Ubeyde hemen Beni Saide’ye geldiler. Onların gelişi ile devlet başkanlığı seçiminin gidişatı değişti.

Ensâr’ın sözcüsü Sâbit b. Kays, İslâm’ı yayma konusunda üstünlüklerinin bulunduğunu, peygamberin on yıldan fazla Mekke’de kalmasına rağmen kavminden çok az sayıda insanın ona inandığını, ona inanların ise onu koruyamadıklarını, peygamberi kendilerinin koruduğunu, Arap kabilelerinin kendileri sayesinde itaat etmek zorunda kaldıklarını hatırlatarak başkanlığın kendilerine ait olduğunu savundu.

Toplantıya katılan Ebu Bekir ve Ömer b. Hattab, yaptıkları konuşmalarda özetle şunları ileri  sürdüler: “Biz, sizden önce müslüman olduk. Biz muhacirler, peygamberin aşiretindeniz. O’nun mirası, onun aşireti olan Kureyş’e kalmalıdır. Araplar, Kureyş’ten başkasının halifeliğini tanımazlar” 

Uzun tartışmalardan sonra Ensardan Evs kabilesinin de olumlu tavır takınması ile Ebu Bekir, orada halife seçildi.

Hâşimoğulları, Peygamber’in cenazesiyle uğraştıklarından, Ümeyye oğullarının ileri gelenleri ise değişik yerlerde görevli bulunduklarından hilafet müzakerelerinde yoktular. Hâşimoğulları, Sakîfe toplantısının ardından ertesi gün yapılan genel bîate de katılmadı. Onların yanı sıra Zübeyr b. Avvâm, Fadl b. Abbâs, Hâlid b. Sa’îd, Mikdâd b. Amr, Selmân el-Fârisî, Ebû Zer Gifarî, Ammâr b. Yâsir, Ubey b. Ka’b gibi bir çok tanınmış isim de bîate iştirak etmedi.

Hâşimoğulları, bir süre Halife Ebû Bekir’e muhalefeti sürdürdüler. Ali b. Ebi Talip bîat edinceye kadar onlardan kimse bîat etmedi. Resulullah’ın kızı Fatıma ile Halife Ebu Bekir arasında ‘fedek Arazisi’ meselesi kırgınlığı da etkili olmuştur. Ali b. Ebu Talib ancak Fatıma’nın vefatından sonra halifeye bîat etti. Biatı esnasında Ali b. Ebu Talib ona şu serzenişte bulunmuştur: “Ey Ebû Bekir! Bizim sana bîat etmeyişimiz senin faziletlerini ve Allah’ın sana ihsan ettiği hayrı kıskandığımızdan değildir. Biz, peygamberin halifesi olma hakkını kendimizde görüyor ve sizin bunu zorla almış olduğunuzu düşünüyoruz.” Ardından kendisinin Resulullah’a olan yakınlığını hatırlatarak bu konudaki haklılığını dile getirmeye çalıştı. Bu sözler Ali b. Ebu Talib ve onun şahsında Hâşimğullarının hilafetle ilgili düşüncelerini ve aynı zamanda bîate yanaşmamalarının nedenini açıklar gibidir.

Hâşimoğullarının yanı sıra Ümeyye oğulları da, Halife Ebû Bekir’e karşı muhalefet ettiler. Resulullah’ın vefat etmesi üzerine Ebû Süfyan’ın Necran’daki valilik görevini  bırakıp, eski mevkiini kazanmak için Mekke’ye geldiğini  ancak bu arzusunu gerçekleştiremeyeceğini anlayınca Medine’ye gidip Halife Ebû Bekir’e karşı Hâşimoğullarını kışkırtmaya çalıştığı belirtilmektedir.  Ebû Süfyan, Ali b. Ebu Talib’e “Halifelik niçin Kureyş’in küçük bir kolu olan bunların elinde kalsın? Sen arzu edersen ben bunların etrafını askerlerle kuşatırım. Ey Abdimenâf oğulları, nasıl oluyor da Ebû Bekir sizin elinizden hilafeti alıyor? Ey zayıf sayılan ve aşağılanan Ali ve Abbâs neredesiniz? Ey Hasan’ın babası, uzat elini sana bîat edeyim.” diye öneride bulundu. Ancak Ali b. Ebu Talib’den istediği ilgiyi göremedi. Ümeyye oğullarından Hâlid b. Sa’îd ve Ebân b. Sa’îd gibi isimlerinde Halife Ebû Bekir’e muhalefet etmelerinde Ebû Süfyan’a benzer bir tavır görülür.

Aynı şekilde Sa’d b. Ubâde Medine’den ayrılıncaya kadar Halife Ebû Bekir’e bîat etmediği gibi topluma da karışmadı. Hatta Hac ibadeti dahil Cuma ve vakit namazlarına bile gitmedi. Ömer b. Hattab’nın hilafeti zamanında Şam’a göç ederek burada vefat etti.

********
Beni Saide ile kurulan bu hilafet modeli, ani gelişen olayların  etkisi ile kuruldu ve sonraki nesillerce İslamlaştırıldı. Beni Saide toplantısında devlet başkanlığını ele geçiren Kureyş, sonraki seçimlerde de bu kanaatı pekiştiren uygulamalar ortaya koydu. Halife Ebu Bekir’in yerine tayin ettiği Ömer b. Hattab da Kureyş’tendi. Yine Halife Ömer’in yerine geçecek kişinin seçileceği altı kişilik Şura’da da Kureyş dışında kimse yoktu. Sonraki dönemlerde Emevi ve Abbasi hanedanları, yönetimin Kureyş kavmine ait bir hak olduğunu Resulullah’a dayandırılan haberlerle teyit ettirdiler.

Müslümanların başına getirilen Ebu Bekir’e “Resul’ün Halifesi” unvanı verildi. Devletin başına gelen kişiyi, peygamberin vekili olarak görmek önemli bir sorun idi. Belki de bu yüzden Ömer b. Hattab, bu ünvanı kullanmadı. Kendisine “Emirül Müminin” denilmesini istedi. Vekilini peygamberin tayin etmesi gerektiği iddia edilerek, devletin başına Resulullah’ın kimi tayin etmiş olabileceği yolunda teoriler, rivayetler ortaya çıktı.

Daha sonra Müslümanların içinden bir grup, İslam dininde yönetici belirlemesinden daha önemli bir iş olmadığı ileri sürülerek, yöneticiyi de tıpkı peygamber gibi Allah’ın seçtiği görüşünü ileri sürdü. Bunu bir inanç esası olarak itikadına koydu.

Halbuki, Kur’an’a göre; peygamberin aşireti, akrabası, oğlu, kızı  olmanın kişiye bir ayrıcalık, bir imtiyaz sağlamadığı; üstünlüğün takva’da olduğu apaçık ortadadır.

Günümüzden bin 377 yıl önce yaşanan bir olayı ne diye irdeliyorsun? Resulullah’ın seçkin sahabilerini neden eleştiriyorsun? Her tarihi olay kendi şartları içinde değerlendirilmelidir, bugünün zihin yapısı  ile o günü değerlendirmek doğru mu?, şeklinde itirazlar gelebilir. Maksadımız kimseyi aşağılayıp, haksızca eleştirmek değildir.

Bu ve bunun gibi tarihi olayları gündeme getirmekteki maksadımız, günümüz Müslümanlarının inanç ve  düşünce yapısını oluşturan sabitelerinin çoğunun tarihi şartların etkisi ile meydana geldiğini ortaya koymaktır. “Hilafet ve İmamet” meselesi Ehli Sünnet’in  ve Şia’nın itikat esaslarında yer alan ana konulardan biridir. Ve bu konudaki ortaya konan esaslar, tamamen tarihseldir, Kur’ani bir temeli yoktur.

Bugün bu siyaset meselesini doğru bir şekilde tartışabilmeli ve tarihi kanaat ve ön kabulleri bir kenara bırakarak Kuran’ın ortaya koyduğu dünya görüşü ve ile akletmeliyiz. Kuran’ın siyasete ilişkin ayetlerini temele alarak siyasi bir teori üretmeliyiz. Ayrıca Resulullah’ın Medine tecrübesi de dikkate almalıyız.  İşte o zaman, Müslümanların bir devlet talebi olmalı mı? Müslümanların tarihte ve günümüzde kurduğu yönetimler ne kadar İslamidir? İslam, teokratik bir devlet emreder mi? gibi sorulara da doğru cevaplar bulabiliriz.