Ömer İSLAM

20 Mayıs 2008

BALTAYI BİLEMEYE ZAMAN AYIRMALI

"Bir ormanda iki kişi ağaç keserek geçiniyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıp ağaç kesmeye başlıyor, bir ağacı devirir devirmez hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor, ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
 
İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
 
Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş.  Birinci adam öfkelenmiş:

- Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?

İkinci adam, yüzünde tebessümle yanıt vermiş :

-Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çaba karşılığında daha çok ağaç kesilir.”
 
Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, hayatımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu, zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.
 
Gelin bu gün baltalarımızı bileyelim, bir özeleştiri yapalım. Hep başkalarına batırdığımız iğneleri bu sefer kendimize batıralım. Canımızın acıyacağı muhakkak. Dünyada canımızın acıması, ahirette canımızın yanmasından evladır.
 
Bizler, Yüce Kuran’ı bir hayat metodu olarak ebedi kurtuluşumuzun yegane adresi olarak bilenleriz. Kuran’ın dışında başka mutlak kaynaklar icad edip onlardan beslenen cemaat mensuplarını, Kuran’dan seçtiğimiz ayetlerle çok güzel eleştirebilme gibi yeteneklerimiz çok gelişkindir. Kur’an meali okuyup, açıkladığımız haftalık sohbetlerin ertesi günü, çevresmizdeki diğer insanlar gibi hayat sürebiliyoruz. Evlerimiz, yine eleştirdiğimiz kapitalizmin büyüsüne kapılmış sıradan insanların evlerinden farksız. Giysi dolabımız tıka basa dolu. Bilgimizin verdiği çalımdan, çevremiz, akrabalarımız bize yaklaşamıyorlar bile. Bir yanlış söz, bir hurafe duymayalım onlardan, fırçayı atıyoruz hemen. Dilimiz zehir zemberek. İşin daha kötüsü, sözümüze güvenilmiyor, ticaretimize güvenilmiyor. Akrabalarımızın, komşularımızın sorunlarından bihaberiz.
 
Başkalarının eksikliklerini görmekten, kendi vahim durumumuzun farkında bile değiliz. Okuduğumuz ayetler, hep başkalarını anlatıyor. Hep başkalarına hitap ediyor, bize değil. Kuran’ın bizde yaptığı ilk değişim ve ilk sarsıntıdan sonra her geçen gün bizi temizlemesi, arındırması gerekirken yerimizde sayıyoruz. Bilgimiz, söz gücümüz artarken, ahlakımız, şahitliğimiz, adamlığımız, örnekliğimiz yerlerde.
 
Bunun sebebi tabiî ki Kuran ayetlerinin bizzat bize indiğini, bizi önce bilgilendirmek sonrada adam etmek için muhatap aldığını, hayatımızın her safhasında ve tüm ilişkilerimizde Yüce Allah’ın yönlendiriciliğine kendimizi teslim etmemiz gerektiğini unutmamızdır. İşin ilginç yanı ise bu eksikliğimizin ve yerinde sayışımızın farkında değiliz. Yerinde sayanların yürüyenlerden daha fazla ses çıkarttığını, çevremizde kalkan tozunda bundan olduğunu bilemiyoruz.  Şeytan, kötü gidişatımızı bize süslü gösteriyor. Nefsimiz, yanlışlarımıza gerekçeler üretiyor.
 
Kur’an ve ilk muhatapları olan sahabelerin ilişkisinden durumumuza bir çare bulabilir miyiz bakalım:
 
Bu Kuran ki, kaba, saba, kan döken, ahlaksız, cahil bir toplumu aldı, hayırlı bir topluluk haline getirdi. Mekkeli Müşrik liderler Resulullah’ın ahlakı  hakkında yanlış bir iddiada bulunamadılar. Çünkü, O Ahlak timsali idi, “emin” idi. Ama o müşrikler, peygamberin sahabesi hakkında da bir ahlaksızlık iddiasında bulunmadılar. Hatta sahabenin, İslam’ı seçmeden önceki cahili hayatlarında yaptıkları ahlaksızlıkları dahi gündeme getirmediler. Çünkü, o Müşrik liderler zeki insanlardı. Eğer sahabeye cahili hayatlarındaki ahlaksızlıklarını hatırlatsalardı sahabelerin vereceği cevabı sezebiliyorlardı. “Evet, biz söylediğiniz o yanlışları yapmıştık. Ama işte bu Din ve bu Kur’an, bizi o pis hayattan aldı ve tertemiz bir hayata yöneltti. Bizi Kuran eğitti. Biz bu İlahi Kelamı okuduk ve hayatlarımızı ona teslim ettik. O’da bizi tüm kötü davranışlardan temizledi.” Diyeceklerdi. ( Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti – C. Vatandaş - Pınar Yay. Sy: 324)
 
Peki o sahabiler hiç mi hata yapmadılar? Tabi ki onların hataları, günahları oldu. Ama o hatalar, günahlar onları kuşatmadı. Buna başta Resulullah olmak üzere diğer sahabiler izin vermediler. Nasihat, hatırlatma, kulağını çekme, tavır koyma şeklinde uyardılar. Onlar bu dinin öyle tek başına yaşanmayacağını biliyorlardı.
 
Biz de birbirimizi uyaracağız, bilgilendireceğiz, nasihat edeceğiz, teşvik edeceğiz. Bu çalışmaların gayesi de bu değil mi ? “Bilmek - İnanmak - Yaşamak” arasındaki dengeyi “diyet örneği” ile açalım:

Kilo günümüzün önemli sağlık sorunlarındandır. Bu konuda bir doktora başvurduğumuzda çözüm olarak diyet önerir. Bu diyette mutlaka yememiz ve yemememiz gereken besinler vardır. (Yani emirler ve yasaklar) Uzman bize der ki: “ Beden senin bedenin. Eğer bu kurallara uymazsan sonuçlarına katlanırsın. Kendini hiç kandırma.”

Şimdi bu diyet bilgisini alan kimse olarak nasıl bir tutum takınıyoruz?
 
Bir kimse, doktorun verdiği diyeti, süslü harflerle bir kağıda yazsa, sabah akşam okusa hatta ezberlerse, bilmem kaç defa okuyup öyle yatsa ama diyeti uygulamasa zayıflar mı? Bunları yapan kimseye duyanlar güler. Bizim için hayatın kuralları olan Kuran ayetlerine böyle yaklaşan bir çok kimse var çevremizde ama kimse onlara gülmüyor.
 
Bazı kimseler ise, uzmanın verdiği diyet bilgilerini iyice okur, onları anlar, kendisi ve insanlar için yaralı bilgiler olduğunu çevresindekilere anlatır ve tavsiye eder. Perhize başlar. Bir gün, beş gün, bir ay derken perhiz delinmeye başlar. Çünkü çevresindekiler hiçbir kurala uymuyor. Nefsin “bir kereden ne olacak?” ile başlayan istekleri diyet falan bırakmaz. Perhiz hakkındaki engin bilgimiz eğer uygulamıyorsak, bizi zayıflatmaz.

İşte bizi kurtaracak olan yaşam tarzının Kurani ilkelerini okuyan, anlayan, iman eden bizler, uygulamazsak, yaşamazsak Allah bizi affetmez. 

İstikametimizin, duruşumuzun, kıblemizin, şaşmaması, sapmaması için, her an durumumuzu gözden geçirmek, Kuran ile şu anki yaşantımızın sağlamasını yapmamız gerekiyor.