Fatih PALA
BİR BUNALIM VE BOŞVERMİŞLİK ÇAĞINDA ÂBİD OLMAK
Kapitalist ve materyalist bir dünyada yaşam kavgası vermektedir insan. Gün be gün zihinler değişiyor, kişiler değişiyor, insanlar değişiyor, şartlar değişiyor, değişim bile değişiyor. İnsan, kendine bir yol çizebilmenin derdinde olmaktan ziyade, oluşturulmuş ve sınırları belirlenmiş bir düzen içerisinde hareket etmeye çalışıyor. Yani, özgür iradesiz, garip yaşayışlar…
İnsanları ayakta ve zinde tutan inançlarıdır. Hasta bir insan, iyileşeceği ve eski sağlıklı haline kavuşacağı inancıyla, umuduyla doludur ve kendisini canlı-diri tutan bu inancıdır. Gurbetteki bir insan, sevdiklerine ve asıl memleketine döneceği inancıyla, umuduyla doludur ve kendisi bu gelecek umuduyla hayata bağlar. Öğrenciler, sınavlara hazırlanırlar ve bir gün bu çalışmalarıyla iyi bir geleceğe, iyi bir mesleğe sahip olacaklarını düşünürler. Onları diri ve zinde tutan bu umutları, bu düşünceleri, bu inançlarıdır. Bir anne ve baba adayı olanlar, dokuz ay boyunca, evlerine renk, şenlik ve farklılık katacak; kendilerine yeni bir dünya, yeni bir insan, yeni bir âlem olacak yavrularının hayaliyle, heyecanıyla, umuduyla ve tatlılığıyla yaşarlar… Ve daha birçok kişiye, birçok olaya dair örnekler sunabiliriz.
Peki, son tahlilde gelinen bu garip çağda, insanlar kendilerini ne ile doyururlar, ruhlarını diri tutan hayat bağları nelerdir? Neden bütün haberlerde, kazalar, cinayetler, boşanmalar, kavgalar, savaşlar, ölümler, katliamlar… sunulur ya da öne çıkar? Birçok sebep sunulabilir veya bir çok cevap verilebilir bu sorulara karşı. Ama her akl-ı selim olan için, derinlikli düşünenler için, bu debdebelerin, bu karışıklıkların, bu olmazlıkların, bu aymazlıkların, bu düşüşlerin, bu kalitesizliklerin, bu yersizliklerin, bu insansızlıkların-insafsızlıkların sebebi insanların ve toplumların İslamsızlıklarıdır. Nasıl ki, cihan devleti Osmanlı, bünyesindeki hanedanları ya da devlet erki, maneviyattan, Allah cc’tan uzaklaşmaya; maneviyata, Yaratana karşı olan hassasiyetlerinde paslanmalar ve pörsümeler zuhur etmeye başladığı anlarda gerilemeye ve çökmeye başladıysa, işte aynı mahiyette insanlar da, maneviyatlarından, asli değerlerinden, fıtratlarının kabul gördüğü yaşam tarzından el-etek çekmeleri dolayısıyla, yukarıda saydığımız nasipsizliklere düçar olmuşlardır. Yine bu bağlamda, örnekler çoğaltılabilir.
Evet, iyi bir tercihle ve iyi bir teslimiyetle kabul görülen, hayatı şümullü olarak kapsayan, ömrü bereketlendiren, yaşamı yaşam yapan, diri olmanın remzi, damarların atışını bir çeteleye bağlayan İslam, bağlılarını güzelliklerin en doruğuna çıkarır. Bu, kalbi rahatlatan, zihni durulaştıran ve gönle rahmet yağdıran ibadetlerle, itaatlerle olur. Günde beş kez, zaman temizlenir abdestlerle ve namazlarla. Kişi sevgiyle adım atar yeryüzüne. İşte bu sevginin doruk noktası başını bağladığı, varlığı yere-toprağa eğdiği ve bu eğiklik halinin yoğunluğunca huzur bulduğu, kendine geldiği nokta ibadetleridir. Yani yüceler yücesi bir gücün, bir varlığın hayatı kuşattığını, hayatı ördüğünü, hayatlar içerisinden en güzel ve değerli hayatı kendisine bahşettiğini fark etmesi… Kendi kendine yetersizliğin, yüce olana yakınlaşıldığı müddetçe anlam ve değer bulunulduğunun, Ona muhtaç olmanın, vakitleri Ona ayarlamanın en ulvi bir paye olduğunun bilinci ve sevinci, anlamlara sığmaz bir tanım taşır içerisinde.
Her daim gözetildiğinin, ömrünün her karesinin kayda alındığının bilinci, insanları daha doğru, daha düzenli, daha dikkatli, daha faydalı ve daha kurtarıcı işlere, uğraşlara, gayretlere yönlendirir. Oruc kalkandır mesela. Hiçbir insan müeyyidesi ile oruc tutulmaz. Oruc, kişinin kendi özgür iradesi ve inancıyla kuşandığı bir ibadettir. Kurban mesela… Hayatı, ömrü ve sorguyu yaratana daha fazla yakın durmak, onun çizdiği çerçeveler, değerler, sistemler sadedince yol almaya sevk olunmanın vesileleridir. Sonra, güzel ve doğru sözlü olmak… Hem insanları, hem de Yaratanı memnun edecek bir amel, davranıştır, sözlerin en güzelini söylemek ve yalana bulaşmamak, harbi olmak… Eli açık olmak vardır bir de. Yalnızca kendisi için yaşamayı unutturan bir eylemlerdir sadaka, zekat, infak. Ne kadar verirse insan, o kadar huzur bulur, o kadar sağlamlaşır, o kadar kan depolar inancına… Kardeşlikleriyle hayata anlam katar inananlar. Tüm bu sayılanlar, ibadet ve yakınlaşma bilinciyle yapılır ve faillerine kazanç getirir. Hiçbir eksik hesabın görülmeyeceği bir güne hazırlıktır tüm bu yapılanlar.
İşte bunalımların, boş vermişliklerin alabildiğince boy gösterdiği bir zaman diliminde, insanı kurtarıcı vasıflar ve işler bunlardır. Hesap bilinciyle yaşamayı öğrenmelidir insan ve öğretmelidir tüm insanlara ayrıca. Ki hem kendi kurtulsun, hem de tüm bilip tanıdıkları. Eksik, kusurlu ve kısır olduğunun farkındalığını yaşayan tüm insanlar yüce olana sarılmaktan başka çıkar yol bulamazlar, bulmamalıdırlar. Bencillikten ve “ben” olmaktan çıkmak kâra adım atmaktır.
İbadetler hayatımızın süsü, kir-pas bırakmaz özelliktedirler. Tadı, daima damakta kalır ve gün içerisinde yenilene yenilene hayat örülür. Abid olan kazanandır.
Rabbimiz cümlemizi, hakkıyla ibadetlerine sarılan, kulluğunun bilinciyle hayata tutunan ve yalnızca kendi rızasını gözeten Salih kulların safında kılsın. (Amin)