Serdar EFE

03 Haziran 2008

BİR GEÇSE!

Bir okula başlasam…
Okulu bir bitirsem…
Bir üniversite sınavı geçse…
Amaaaan bu üniversite de biter mi, bir bitse…
Üniversite ne çabuk da bitti; şimdi bir iş bulsam, sonra da uygun bir eş…
Ah bir çocuğumuz olsa başka ne isterim…
Çocuğumuz bir yürüse, bir konuşsa…
Bir okula gitse, bir bitirse, bir sınavı kazansa, bir iş bulsa, bir eş bulsa…
Şu emeklilik de gelir mi canım…
Bir emekli olsam da kurtulsam…

Rahmetli iyi adamdı, ömrü bir geçtiki sormayın…
Bir yaşasaydı neler yapacaktı neler…
“Rabbim beni bir geri göndersen de senin istediğin gibi bir kul olsam…”
“Sen o geri dönmek istediğin yerden gelmiyor musun?”

Kendimize hayat içerisinde küçük atlama taşları koyup bu küçük hedeflere öyle odaklanıyoruz ki, arada atladığımız zamanın farkında bile olamıyoruz. Hedefe ulaştığımızda o hedef anlamını yitiriyor ve biz yeni bir hedefe kilitleniyoruz. Bu zaman bir geçse de amacımıza ulaşsak diyoruz. Bu aralıklar bir araya geldiğinde, aslında “bir geçse” dediğimiz şeyin hayatımız olduğunu anlıyoruz, ama iş işten geçtikten sonra…

İşlerine gidenler güne “akşam olsa da yatıp dinlensek” diyerek başlıyorlar. Uykuda (yani yaşamadan) geçirecekleri zamanın özlemiyle o günü de yaşamadan geçiriyorlar.

Okullarda öğrenciler daha ilk günden tatili beklemeye başlıyorlar. Öğretmen ders anlatırken gözleri saatte, dakika hesabı yapıyorlar “şu ders bir geçse” diye. Okulun son günlerinde, geçse dedikleri zamanların nasıl üst üste yığıldığını ve okulun ne çabuk bittiğini fark ediyorlar. Tabi ki bu yılları yaşamadıklarını da…

Evlerde akşamları, tam da en heyecanlı yerinde kesilen dizilerin ardından, gelecek hafta bir gelse de ne olacağını görsek diye beklemeye başlıyoruz. Ya da bu hafta sonu gelse de derbi maçı seyretsek diye…
Şu beş sene bir geçse de A partisinin yerine B partisini seçsek, bir de onu denesek…
Elim kırılsaydı da B partisine vermeseydim oyumu. Bu dönem geçsin, C partisine vereceğim.
Beş yıl, beş yıl beklemeyle geçiyor ömrümüz ama biz mi onları deniyoruz, onlar mı bizi anlamadan…
Yaşlandığımızda da şikayetleniriz “zaman ne çabuk geçmiş, bir genç olsam..”
Biz senin gençliğini de bilirdik!

Gençken gelecekle ilgili hayaller kurarak geçirdin zamanını, yaşlandın, şimdi ise zamanını geçmişteki hatalarına üzülerek geçiriyorsun! Şu anı bari kurtar.

Yaşamadan yaşlandın! Hiç değilse yaşlılığında yaşa da yaşamadan ölme.

“Ne yapıyorsun?”
“Zaman öldürüyorum.”
Aslında ölen zaman değil sensin. Mezarlıklar yaşarken zamanı öldürdüklerini sanan insanlarla dolu…
Akıllı insanlar “zamanı nasıl kazanırım” diye hesap yaparken sen nasıl geçireceğinin hesabını yapıyorsun.

“Çok yaşa” çokça kullandığımız bir temenni.
Bize verilen şu kısacık ömrümüzü bile har vurup harman savururken, Adem’den bu yana hep ölümsüzlüğün peşinde olmuşuzdur. Halbuki boşa geçen uzun bir hayattansa kısa fakat anlamlı bir hayat yeğ değil midir?

Zamanı anlayanlarımız da hiç yok değil hani. Özellikle de zenginlerimiz çok iyi kavramışlar onun değerini ve topluma malolan şu söz çıkmış ortaya: “Vakit nakittir.”

Onlar için sadece vakit mi; insan nakittir, akıl nakittir, din nakittir, iman nakittir, ilah nakittir!.. Hatta şeref, namus hepsi nakittir!

Keşke siz de anlamasaydınız zamanın değerini de bu sözü söylemeseydiniz.

Keşke bunun yerine zamanla ilgili çok daha güzel ve anlamlı sözlerimiz olsaydı.

Örneğin “vakit hayattır” denseydi. “Vakit, Rabbimizin imtihan için, kendisini razı etmek için bize tanıdığı fırsat, bize verdiği en büyük nimetlerden biridir.” Cümlesi dökülseydi dudaklardan da vakit paranın çarkında öğütülmeseydi.

Üniversite sınavında uyuklayan veya hayaller kuran bir öğrenci düşünün…
Hele bir de bu öğrenci sınav zamanını öldürmekle övünüyorsa…
Bu haliyle kazanacağını zannediyorsa…
Sınav süresi soruları cevaplamak için değil midir?
Başarının şartı bu süreyi en iyi kullanmak ve sorulara en doğru cevapları vermek değil mi?

Öyleyse fırsat varken soruları (vahyi) okumalı, üzerlerinde düşünüp anlamaya çalışmalıyız (akletmeli). Sonra da  en doğru cevapları vermek için (salih amele dönüştürmek) bize verilen sürenin bir dakikasını bile boşa geçirmeden çabalamalıyız.
Yani “dolu dolu yaşamalıyız hayatı”
Ama “bir daha mı geleceğiz dünyaya, günümüzü gün edelim” mantığıyla değil.

“Dünyaya bir daha gelmeyeceğim, ne yapmam gerekiyorsa onları yapmalı, var oluş amacıma uygun yaşamalıyım” diyerek.
Bir işte yorulduğumuzda başka bir işe koyularak.
“Elimden gelse geceleri bile uyumadan yaşardım!”
“Yedi gün bana yetmiyor!”
“Yirmi dört saat bana yetmiyor!” diyerek.

"Geçip giden zamana andolsun ki, insan ziyandadır. İman edenler yani salih amel işleyenler yani birbirlerine hakkı tavsiye edenler yani birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna." ASR SURESİ