Serdar EFE
KAYGI, MUSA, ASA ve BİZ
Musa(as) kıssasından yola çıkarak, Müslümanların sorunlarından bir kısmına değinmeye çalışacağım. Biraz özeleştiri yapmak, aynı zamanda beni yakan fakat içinden çıkamadığım sorunları sizinle paylaşmak amacım. Bizler nerede hata yapıyoruz diye düşünürken Musa kıssasında sanki birtakım ipuçlarına rastladım. Neydi onu bizden farklı kılan? Bizlere örnek olsun diye anlatılan Musa’nın özellikleri nelerdi?
Çölde ailesiyle birlikteyken bir ateş görmüş ve hemen oraya yönelmişti o. “Ya bir yol gösteren bulurum ya da biraz ateş getiririm.” diyordu giderken. Yolunu bilmediğinin farkındaydı öncelikle. “Amaan nasıl olsa bir yere varırım boş ver” ya da “Bütün yollar Roma’ya çıkar” diye düşünmüyordu. Bir tane doğru yol olduğunu ve onu da ancak arayarak bulabileceğini biliyordu. Kısaca “kaygı” taşıyordu. Çölde doğru yolu bulamamak ölüm demekti. Şimdi kendimize bakalım. Müslüman olduğunu iddia edenlerden kaçı (kaçımız) doğru yolu bilmediğinin (en azından yolunun yanlış olabileceğinin) farkında? Kaç kişi yolunu doğru bulabilmek için gördüğü her ateşe koşuyor? Bu kaygıyı ne kadar taşıyoruz? Yanlış yolun sonundaki cehennem bizi ne kadar ürkütüyor?
Musa gördüğü ateşe koşmuş ve doğruyu bulmuştu. Peki ya sonra? Bu kadar basit miydi her şey? Tabii ki hayır. Bu yolda yürümenin birtakım kuralları vardı. Tertemiz bir yer, tertemiz bir yoldu burası. Başka yerlerde, başka yollarda gezmiş; toza, toprağa, çamura bulanmış ayakkabılarla yürüyemezdi burada. Ayakkabılarını çıkartmalıydı, ayak bağlarından kurtulmalıydı Musa. Peki, onun kıssasını kavrayıp ders çıkarması gereken Müslümanlar ne yaptılar? Ayakkabılarını çıkarttılar mı? Ayaklarına bağ olan alışkanlıklarını, aşırılıklarını, zevklerini, hırslarını... atabildiler mi? Yoksa kirli ayaklarıyla İslam’ın tertemiz yolunu berbat mı ettiler?
Elinde çok değer verdiği, güvendiği, dayandığı bir şey vardı Musa’nın ; “asası”. Asasıyla vardı o. Onu değerli kılan, şan şeref veren, bugünlere getiren şeydi, asa. Rabbi ona diyordu ki “asanı at”. Şimdiye kadar dayandığı şeyleri atıp, onların bir hiç olduğunu görüyordu Musa. Övündüğü asasının yerine gerçekten övünülecek asayı veriyordu Allah.
Şaşıran ve korkan Musa anlıyordu ki gerçek şan, şeref, izzet ancak Allah’ın yanındadır. Kendisini parasının, malının, mülkünün çokluğuyla; makamıyla, şöhretiyle, bilgisiyle, soyuyla, oğullarıyla(sahip olduğu insan gücüyle) değerli gören, bunlara dayanan Müslümanlar bu kıssayı okumuyorlar mı dersiniz?
Artık Musa kaygısının ve araştırmasının sonucunu görmüş, eski cahili alışkanlıklarından sıyrılmış, Allah’tan aldıklarıyla değerlenmişti. Bu merhaleden sonra geçmişte yaptıkları önemli değildi. Kuranda bildirildiği kadarıyla geçmişi pek temiz değildi. Bir adam öldürmüştü. Fakat artık Rabbi onu affetmiş “elini bembeyaz” çıkartmıştı. Şimdi ise elimizi temizlemek bir tarafa, elimizin karasını yüzümüze de sürüyoruz.
Doğruyu bulma kaygısı taşımayan, onu bulduğunda ayağına bağ olan eski değerlerini terk etmeyen, sadece Allah’tan gelen asaya dayanmayan, ne şişi ne de kebabı yakan insanlardan ancak bu kadar Müslüman(!) olur, vesselam.