Ömer KARAKAŞ

05 Ağustos 2012

DESPOTLARA DA, DOSTLARA DA HAYIR!

 

Korku duvarının yıkılması neticesinde zalim diktatörlere karşı isyan ediyor halklar. Bu ayaklanmaları ne emperyalistlerin bir tezgâhı olarak, ne de İslami bir devrim olarak nitelemek mümkün. Bu isyanın tamamen planlı ve organize bir süreç olduğunu söylemek elbette doğru değil. Toplumsal değişimi etkilemek için emperyalistlerin boş durmadığını bildiğimiz gibi, bölge insanının İslami hassasiyetlerini de küçümseyemeyiz. Olaylara katılan insanların ne istemediği konusunda aralarında bir ittifak varken, ne istedikleri konusunda bir ittifaktan söz etmek ise biraz zor.

Suriye’de bir buçuk seneye yakın bir süredir hayat eskisi gibi değil. Tağuti Baas rejimine karşı büyük bir mücadele veriyor Suriye halkı. Suriye’deki değişim “Arap Baharı” kapsamındaki en sancılı süreç olarak karşımızda duruyor. Bunun yanında “her güçlükle beraber bir kolaylık vardır” ilkesinin neticesi olmalı ki, zalim rejimin karşısında Suriye halkının direnişi, hadiselerin yaşandığı diğer ülkelere nazaran İslami duyarlılıklar açısından en bilinç yüklü olanıdır diyebiliriz.

Suriye’de yaşananlar İslam ümmeti için çok ciddi bir “fitne” olarak karşımıza çıkıyor. “…Fitne adam öldürmekten beterdir…”(Bakara,2/191) ayetindeki anlamıyla bir inanca yapılan büyük baskı ve zulüm.  “mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir…” (Enfal,8/28) ayetindeki anlamıyla ise bir imtihan. Her iki manayı da muhtevi Suriye fitnesi hem Suriyeli hem de diğer coğrafyadan Müslümanlar için zor bir fitne. Suriye halkı bu fitneyi diğer Müslümanlardan daha başarılı bir şekilde atlatıyor: “Fitne kalmayıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın…” (Bakara,2/191). Buna karşın maalesef küçük bir kesimi hariç ümmetin bu imtihanı iyi vermediği görülüyor.

Dini hassasiyetleri düşük insanlarımızı ve yapay sınırların içine hapsolmuş, ‘Misak-ı Milli Müslümanları’mızı bir kenara bırakırsak, tevhidi dünya görüşüne sahip görünen ancak bu fitne ile rengi açığa çıkan çok sayıda grup var. Bunlara ilişkin de bir tasnif yapacak değilim. Ancak Suriye ile ilgili yanlış yaklaşımlara değinmek istiyorum.

Silahlı direniş ve laik ulusal konseyi bir görmemek gerekiyor. Biri mücadelenin kahrını çekip bedel öderken, diğeri yurt dışında emperyalistlerce akredite bir hükümetçilik oyununda. Direnişin muhtemel bir başarısı sonrasında bu liberal laik hükümetin Suriye’de söz sahibi olma riski var, bu konuda Müslüman kardeşlerimizi uyanık olmaya davet ediyoruz. Bugün maalesef emperyalistlerden silahlı müdahale talebinde bulunan ulusal konseye bakılarak Baas rejiminin antiemperyalist bir savaş yürüttüğü kanaatine dahi varabilenler var.

Direnişin çok ciddi bir kısmı “zafer ancak Allah’tandır” diyor ve yardımı ancak Allah’tan beklediğini dile getiriyor. Buna karşılık ulusal konsey, uluslararası arenanın çıkarlara dayalı sahte hukukunu işletmeye, küresel güçleri harekete geçirmeye çalışıyor.

Özgür Suriye Ordusu ve Suriye muhalefeti emperyal güçler tarafından yönlendirilmeye çalışılıyor. Ulusal konseyin bu yönlendirmelere açık olduğu da açık bir gerçek olarak görülüyor. Özgür ordu kademesinden de NATO’ya çağrılar yapıldığını duyduk, özellikle tampon bölge oluşturulması talebi konusunda. Direnişten bir kısım komutan kurtuluşun yalnız İslami mücadeleden geçtiği bilincine sahip olmasa bile, internette izlediğimiz görüntülerde yüzlerce mücahit yalnız Allah’tan yardım beklediklerini haykırıyorlar ve Allah yolunda savaşacaklarına dair yemin ediyorlar.

Allah’ın yardımı ile oyunun renginin Müslümanların lehine belirginleştiği bir aşamada NATO’nun devreye girmesi ihtimali var. Böyle bir durumda Türkiye’nin bilinçli hareket etmesini, Müslümanların kazancını kayba dönüştürmemesini beklemekle birlikte bu konuda çok da ümitvar değilim.

Ümmetin tasavvurunun vahiyle inşa olmadığını gösterdi Suriye’deki olaylar. Bizim laiklerin dünya görüşü olarak Baas rejimine kendilerini yakın hissetmelerini yadırgamıyorum. Ancak kendini “Müslüman” olarak niteleyen insanların/grupların/ülkelerin vahye ne kadar teslim oldukları, hayata bu pencereden ne ölçüde bakabildikleri noktasında çok ciddi karineler edindik. Bu itibarla Suriye’deki halk ayaklanması bir turnusol kağıdı gibi kimin ne olduğunu ortaya çıkaran bir işlev gördü ve görmeye devam ediyor.

TC hükümeti, her zamanki gibi sorunun çözümü için Birleşmiş Milletler’i göreve çağırdı defaatle. Bu kandırmacaya inanan belki de son devlet olarak, emperyal devletlerin bölgeye barış ve huzur getireceğini düşünüyor devletimiz.

Ümmetin içindeki en büyük kırılma, aslında bir ümmet olamadığımızın da göstergesi olarak, “Direniş Ekseni/Cephesi” çizgisinin tutumundan kaynaklandı. Bu eksen, tüm halk ayaklanmalarını “İran’ın ve müttefiklerinin hayatiyetini sürdürmesi” ilkesi ile yorumluyor ve bu itibarla Suriye’deki zalim Nusayri rejimin devam etmesi gerektiğine inanıyor.  Bunlara göre bütün ülkelerdeki ayaklanmalar halkın iradesini yansıtırken, Suriye’deki isyanda batının parmağı var.  Öksüz Filistin davasına Baas rejiminin sahip çıktığına ve çıkacağına inanıyorlar hala, diğer yandan direniş ekseninin gözden çıkarılan sünni ayağı olan Hamas’ın Suriye’yi terk ettiğini biliyoruz. Gulat şii dikta yerine İslam’ı esas alan ve ümmeti kucaklayacak bir İslam nizamı, İran için çok daha sağlam bir müttefik olabilirdi. Ancak İran, ilkeleri bir kenara bırakıp devletin bekasını ve mezhebi taassubu benimsedi. Tarihsel reflekslerine geri dönerek bizden olsun çamurdan olsun diyerek kıblesiz Baas rejimini Müslümanlara tercih etti. Bu eksenin Hizbullah bacağının efsane lideri Nasrallah dahi kendini eksen kaygısıyla konumlandırdı. Daha önce mezhepsel farklılıkları arkaya atan, İsrail’e karşı tüm ümmetin gurur duyacağı bir mücadele örneği sergileyen ve yalnız Müslümanların değil tüm dünyanın saygısını kazanan Nasrallah, Esed’in son saldırıda ölen bakanları için şehittirler demekten de çekinmedi. Bu eksene eklemlenmiş ve hayata İran gözüyle bakan bir kısım Türkiyeli Müslüman ise Baas rejimini antiemperyalist ilan ediyor. Yıllardır Müslümanların direniş türkülerini dillendiren bir grup, Müslüman mahallesinde Esedcilik yapıyor.

“Direniş ekseni”nde olduğu için ABD tarafından hedef tahtasına oturtulmak zalim bir diktatörlüğün günahlarını paklar mı? Kaldı ki gerçekten ABD bunu yapıyor mu, o da su götürür bir konu. Suriye’de bir savaş var ve bu savaşta Müslümanlar bir tarafta yer alırken şebbihalar diğer tarafta. Bir tarafta yardımı yalnız Allah’tan dileyen Müslümanlar varken, diğer tarafta bebek katilleri var.

Bu kardeşlerimize diyoruz ki, “La ilahe illallah” diyenlere “La ilahe illa Beşar” diyerek karşılık verip onları diri diri gömen, onları hızarla doğrayan, kadın çocuk demeden öldüren bu zalimlere meyletmeyin, Allah’ın bu konudaki vaadine müstahak olmayın! İmanı taklitten öteye geçememiş kimseler gibi size işaret edilene taraf olmayın, hakkın taraftarı olmaya gayret edin. Unutmayın ki ancak azapla müjdelenen münafıklar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler.

Bizim duruşumuz ne ABD, ne İsrail ne de İran eksenli olabilir. Başka bir deyişle duruşumuzu ne Suriye dostlarına ne de Suriye despotlarına göre belirleyebiliriz. Biz, vahye kulak veren, hakkı tutup kaldıran, adaletli ve dengeli bir ümmet olmalıyız.

Bugün Müslümanlar olarak zalim rejime karşı mazlum kardeşlerimizi desteklemek için her türlü imkânı değerlendirmeliyiz. Kardeşlerimizi mücadelelerinde maruf üzere olmaya çağırmalı ve onlara hakkı ve sabrı tavsiye etmeliyiz. Kardeşlerimizi batının oyunlarına gelmemeleri ve sırat-ı müstakimden ayrılmamaları konusunda uyarmalı ve onlar için Allah’ın yardımını dilemeliyiz.