Ömer KARAKAŞ
KAVRAMLARIMIZ ELİMİZDEN GİTMESİN
Kavramların temel ve yan anlamları vardır
Soyut veya somut şeylere verilen isimlere terim denirken, bu terimin ifade ettiği ve algılanması ile zihinde oluşan resme kavram denir. Çoğu zaman terim yerine de kullanılmasıyla kavram, bir ismi ve bu ismin insan zihninde meydana getirdiği algıyı ifade eder.
Somut kavramlar insan zihninde daha kolay algılanırken, soyut kavramlar bir dizi somut veya daha basit soyut kavram üzerinden anlamlandırılır. Somut kavramı duyu organlarıyla algılayıp fiziksel olarak tanımlayarak, soyut kavramı ise ifade ettiği üst düzey anlamı zihnimizde canlandırarak algılarız.
Somut veya soyut herhangi bir kavram, temel ve yan anlam bileşenleri içerir. Temel anlam bileşenleri bu kavramın olmazsa olmaz özelliklerini ifade ederken, yan bileşenler kavramın duruma göre taşıyabileceği bir özelliğine karşılık gelir. Konunun daha açık anlaşılması için somut bir kavramı ele alarak devam edelim. “Araba” kavramı motorlu, tekerlekli, yakıt ile çalışan ve insan tarafından kullanılan bir taşıma aracını ifade eder. Klimalı veya beş kapılı olması ise onun yan özellikleridir ki bazı arabalarda bu özellikler yoktur. Ancak motor gücü yerine hayvan gücü ile çekilen bir vasıtanın yaptığımız tanıma uymamasından ötürü “araba” olarak nitelendiremeyeceğimiz açıktır. Bir çim biçme makinası araba tanımındaki hemen her maddeyi karşılamış olsa da “taşıma aracı” olmamasından ötürü “araba” tanımına girmez. Burada anlatmak istediğimiz kavrama dair temel özelliklerin kavramı o kavram yapan olmazsa olmaz hususiyetler olduğu, yan özelliklerin ise kavramın bazı durumlarda taşıdığı yerine göre ise taşımadığı hususiyetleri ifade ettiğidir.
Her düşünce sistemi kendi isimleriyle yani kavramlarıyla hayatı anlamlandırmaya çalışır. İlahi reçetenin anlaşılması ve hayata geçirilmesi ancak İslami kavramlar ve bu kavramların inşa ettiği İslami dil ile mümkündür.
Allah meleklere yeryüzüne bir halife atayacağını söylediğinde bunun hikmetini Âdem’e (insana) isimlerin tamamını öğretmesi olarak gösteriyor ve ona secde etmelerini emrediyordu (Bakara,2/30-34). Ve yine Âdem, Şeytan’ın kendisinin ve eşinin ayağını kaydırmasından sonra Allah’tan aldığı kelimelerle tevbe ediyor ve affediliyordu (Bakara, 2/37).
İnsanı yeryüzünün halifesi olarak atanmasına neden olan yani onu meleklerden ayıran fark, nesneleri ve şahısların isimlerini bilebilmesi ve isimlendirme yeteneğine sahip olmasındadır. Zira meleklerin Allah’ın öğrettiğinden başka bir bilgisi yokken, insan isim verme yolu ile şeyleri sembolize eder, bu isimlerle düşünür, onları anlar ve anlatır. İsimler anlatmak istediğimiz soyut veya somut kavramlara karşılık gelmektedir ki, isimleri doğru anlamak ve anlamlandırmak, Allah’a hakkıyla kul olmanın gereklerinden ve insanın yaratılışının hikmetlerindendir desek yanılmış olmayız. Çünkü ancak isimleri ve o isimlerle ifade edilen ilahi mesajı anladığımızda hayatın anlamını kavramış ve ilahi rehberliğe uymuş olabiliriz.
Her düşünce sistemi kendi isimleriyle hayatı anlamlandırmaya çalışır, Müslüman ise isimlere vahyin yönlendirmesi ile bakarak onları değerlendirmeli ve hayatını öyle tanzim etmelidir. Bu açıdan kullandığı isimlerin İslami olması, onun Müslümanca düşünmesinin ilk şartıdır. Gayrı İslami anlamlar taşıyan isimler, onun düşüncesinin özgünlüğünü bozacak, zaman içerisinde hayata bu isimlerin sahiplerinin penceresinden bakmaya başlayacaktır.
Konfüçyüs “Bir milletin kaderi elinde olsa ilk ne yaparsın?” sorusuna “kelimeleri/kavramları değiştirirdim” cevabını vermiş. Bu ifade kavramlar konusunun ne denli öncelikli ve önemli olduğuna dair çok önemli bir tespittir. Beşeri ideolojilerin üretmesi imkânsız olan kapsamlı ve kuşatıcı çözümleriyle vahiy ve onun pratiği olan sünnet, hayatın anlamlandırılmasında fıtrata uygun derinlikli çözümleri ile insanın hem dünyasını hem de ahiretini inşa etmekte, onun saadetine giden yolda ilahi bir reçete sunmaktadır. Bu ilahi reçetenin anlaşılması ve hayata geçirilmesi ancak İslami kavramlar ve bu kavramların inşa ettiği İslami dil ile mümkündür.
Kavramların taşıdığı anlam göreceli değildir, orjinal manaları esastır. İlahi mesajın doğru anlaşılması, ilk neslin kavramlardan algıladığı mananın korunmasına bağlıdır.
Soyutlamak, daha üst düzey bir algısal yeteneği ve çabayı gerektirir. Bu nedenle, soyut bir kavramın zihinlerde meydana getirdiği imaj insandan insana değişebilmektedir. Kavramların, özellikle de soyut kavramların kişi, zaman ve mekâna bağlı olarak farklı anlamlara gelebileceğine, muhtelif manalarda kullanılabileceğine, bunda bir mahzur olmadığına dair hermenötikçiler (yorumsamacılar) bir tez ifade eder. Bu teze göre hiçbir kavram mutlak bir anlamı muhtevi değil, aksine kullanan tarafından hangi anlamları taşımakla görevlendirilmiş ise o manaları taşıyan birer kap hükmündeki seslerdir. Kabın içine ne koyarsanız koyun, kabın şeklini alır ve daha da ötesi artık o kabın kendisidir. Bir başka deyişle terime hangi mana yüklenirse terim o manaya gelir. Bu yaklaşım ile isteyen herkes bir kavrama kendine göre bir anlam yükleyebilmektedir. Veya daha önce bir manaya gelen kavram, şimdi ise bir başka mana için kullanılabilir. Anlam standardının olmadığı böyle kavramlarla iletişim kurmanın mesajın iletici ve alıcı tarafları arasında iletişimi kolaylaştırmayacağı açıktır, zira bu şekilde kullanılan bir kavramla birinin kastettiği manayı diğerinin anlamasının bir garantisi yoktur. Alıcı ileticiyi anladığını ve iletici de meramını alıcıya anlattığını zanneder ancak doğru iletişim gerçekleşmemiştir.
Bir anlam standardı olmayan kavramlar, birer ses ve kelime dizisinin ötesine geçemez. Asli anlamından koparılmış ve farklı bir anlam yüklenmiş kavramlar bir grup insan veya tüm toplum tarafından ortak bir mana ile kullanılıyor dahi olabilir. Ancak bu anlam kayması kavramın orijinal manalarına atıf yapan eski eserleri, aynı kavramın kullanıldığı diğer lisanları, o dillerden yapılan tercümeleri yanlış anlamak gibi sorunları doğuracaktır. Bütün bu sebepler göstermektedir ki kavramlar keyfilikten uzak ve bir usul çerçevesinden ele alınmalı, anlam kayması, genişlemesi veya daralmasına karşı asli anlamının korunmasına özen gösterilmelidir.
İslam literatüründe bir kısım kavramların zaman içerisinde anlamlarının muhafaza edilmediğini görüyoruz. Özellikle tevhidi uyanış sürecinde önemli katkıları bulunan Mevdudi, “Dört Terim” kitabı ile temel kavramlardaki anlam kaymasını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Örneğin bu dört terimden biri olan “ilah” kavramı “tüm tasarruf yetkisini ve hâkimiyeti elinde bulunduran” anlamından zaman içerisinde “yaratıcı” şeklinde anlaşılmaya doğru evirilmiştir. Hâlbuki ilk dönem müşriklerin bu son anlamla bir sıkıntısının olmadığını “Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?”(Ankebut,29/61) ve benzer ayetlerden biliyoruz. Bu demek oluyor ki günümüzde “ilah” kavramı ve dolayısıyla “Allah’tan başka ilah yoktur” cümlesiyle İslam’ın temeli olan tevhid akidesi geniş halk kitleleri tarafından anlaşılmamaktadır.
Kur’an mesajının kavramlarında yaşanan bu anlam kayması elbette bu en temel dört terimle sınırlı kalmamıştır. “Kaza” kavramı başına anlam kayması kazası gelen kavramlardan bir diğeridir. İlk dönemde “ifa etmek, yerine getirmek” şeklindeki mana ile ibadetlerin zamanında ifasını ifade eder ki vahiyde bu anlamıyla kullanılmıştır: “Namazı kıldığınızda …” (Nisa,4/103), “Hac ibadetlerinizi yaptığınızda …”(Bakara,2/200). Zaman içerisinde bu kavram, fıkıh kitaplarında “zamanında yerine getirilmeyen bir ibadetin daha sonra iadesi” anlamında kullanılmıştır. Kaza kelimesinin başından geçenleri bilmeyip yalnızca bu yeni anlamı ile değerlendiren bir kimse yukarıdaki ayetleri yanlış anlayabilir. Bu örnek göstermektedir ki ilahi mesajın doğru anlaşılması, ilk neslin kavramlardan algıladığı mananın korunmasına bağlıdır.
Kavramlar dünyasından birkaç “kavram”
İdeoloji, siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir siyasi partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, ahlâki, estetik düşünceler bütünü olarak tanımlanmaktadır.(1)
Paradigma ise "Değerler dizisi" olarak ifade edilmektedir.(2)
Paradigma veya ideoloji, bir kısım varsayımlara dayalı ve kendi içinde tutarlı fikirler bütünü veya değerler sistemi olarak nitelendirilebilir. Bu tanımlardan yola çıkarak gerek Modernizm’in (veya daha özelde Marksizm’in) gerek ise İslam’ın öğretiler bütününe atıfla bu kavramları kullanacağımızı ifade edelim.
Kavramsal çerçeve veya terminoloji, ilahi veya beşeri bir ideolojinin dünyaya bakışını ve tezlerini izah ederken kullandığı kavramlar kümesidir. Bir ideolojinin kendi üst düzey fikirlerini açıklamak için, daha dar ve kullanışlı manalar içeren kavramları kapsayan ve ideolojinin taşıyıcıları tarafından kullanılan bu kavramsal çerçeveye dil denir. Başka bir deyişle fikirler bizatihi ideolojiyi oluştururken, kavramlar ise ideolojinin dilini oluşturur.
Her ideoloji kendi tezlerini kendi kavramlarıyla anlatır
Her ideolojinin kendi kavramlarıyla örülmüş bir dili vardır ve ideolojinin önerdiği tezler bu dili oluşturan kavramlarla izah edilir.
Aziz Kur’an’dan bir ayeti değerlendirelim : “Allah ki, Ondan başka tanrı yoktur. O Hayy’dır Kayyûm’dur.”(Al-i İmran,3/2). Metin İslam inancının üstüne kurulu olduğu tevhid ifadesi ile başlayarak, Allah’ın ulûhiyetinde ortağı olmadığı ifade eder. O Hayy’dır, yani diridir ve hayatı mutlak manada kendinden kaynaklanır, hayatiyetini devam ettirmek için başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Yine O Kayyûm’dur, her daim kaimdir, bütün varlıklar onun varlığına dayanır, yarattıklarının gözeticisi ve hâkimi odur. Görüldüğü üzere ilahi mesajın ilahi kavramlarla örülü bir dili vardır.
Bir başka örnek verelim : “Bugün burjuvaziyle karşı karşıya gelen tüm sınıflar arasında, gerçekten devrimci olan biricik sınıf proletaryadır. Öteki sınıflar modern sanayi karşısında gittikçe güçsüz düşer ve sonunda yok olup gider; proletarya ise modern sanayinin özel ve özsel ürünüdür”. Bu metnin kullanılan terminoloji dikkate alındığında komünist / sosyalist bir söylem olduğu anlaşılmaktadır zira alıntı bu ideolojinin önde gelen ideologlarından Marks ve Engels’e ait Komünist Manifesto’dan alınmıştır.
Örneklerde geçen ve değer sisteminin kurucusu veya kurucuları tarafından içi doldurulan kavramlar, fikirlerin özgün, tekrardan uzak ve veciz bir şekilde anlatılabilmesinin temel yapı taşı fonksiyonu görmektedir.
Her ideoloji ürettiği kavramların içini kendi bakış açısı ve değer yargısı ile doldurur. Bir kavramın bilinçsiz bir şekilde ithal edilmesi zamanla bu zihniyetin de transferiyle neticelenir.
Gerek beşeri gerek ise ilahi olsun her ideoloji kendi tezini kendi kavramlarıyla inşa eder. Hayatın bireysel, toplumsal, ekonomik veya siyasi meselelerine çözüm önerisinde bulunan ideolojiler hayatın muhtelif sahalarına ait üretilmiş fikirlerden oluşur. Bu fikirlerin ifadesinin temel yapı taşları ise ideolojinin ürettiği kavramlardır. Dolayısıyla her değer sistemi kendi kavramları ve fikirleriyle özgündür. Ürettiği kavramları kendi fikirlerinin birer parçasıdır çünkü kavramlarına anlamları kendi zihniyeti ile yüklemiştir. O yüzden kavramlar, kendisini üreten ideoloji, kültür, medeniyet veya dinin kodlarını taşırlar. Aynı zamanda bunların anlatılmasının ve yaygınlaşmasının birer vasıtası olarak kullanılırlar. Kapitalist bir ekonomik düzende zekâtın gündeme gelmesi nasıl İslam’ın bir propagandası oluyorsa, aynı şekilde Müslümanların benimseyerek dillerine pelesenk ettikleri demokrasi kavramı da batı ideolojisinin reklamından başka bir şey değildir.
Kavramlar anlam değişimine uğradıkları durumda ise üretildikleri değerler sisteminin mesajını tahrif eden birer unsur haline gelirler. Zira bu anlam farklılaşması ideolojinin anlaşılamamasına daha doğrusu yanlış anlaşılmasına neden olur. Daha önce ifade ettiğimiz gibi “kaza” kavramı üzerinden İslam düşüncesinin başına gelen budur.
Kavramlar üretildikleri ideolojilerin tezlerinin yapı taşlarıdırlar, o yüzden hayati bir fonksiyon icra ederler. Ancak üretildiği ideolojide tutarlı bir anlamı olan bir kavramı, bir başka düşünce sistemine aktardığınızda doğru bir anlam ifade etmez. Mesela “dinimiz proleterin hakkını alnının teri kurumadan vermemizi ister” denemez. Çünkü değer sistemleri kendi tezini kendi kavramlarıyla oluşturur ve ifade ederler. Bu kavramları eleştirel bir süzgeçten geçirmeden olduğu gibi kullanan ve benimseyen bir kimse, zaman içinde kavramlardaki içkin manalarla düşünmeye ve konuşmaya başlayacak, en nihayetinde ise bu kavramlara kendi düşünce kodlarında yer verecek ve benimseyecektir.
Örneğin tesettür emri seküler insan hakları söylemi içinde değerlendirilir ve savunulursa, ister istemez duruma göre aynı söylemin bir parçası olarak ifade edilebilen “teşhircilik hakkı” veya “kürtaj hakkı” gibi gayrı İslami iddialar savunulmak durumunda kalınıp bu söylem benimsenmeye başlanabilir. Hâlbuki bu noktada üzerinde durulması gereken konu bunun bir “Allah emri” olduğudur. Yoksa modern batı bunu “insan hakları“ arasında zikrediyor diyerek onları referans almak, zamanla kıbleyi şaşırmakla neticelenecektir. Yarın Fransa ve benzer laik ülkelerde örtüyü bir insan hakkı olarak görmediklerini ifade ederek peçe yasağının yanına bir de başörtüsü yasağı gelirse bu savunma tarzı tamamen anlamsız kalacaktır. Kaldı ki batı menfaatleri söz konusu olduğunda savunageldikleri ilkeleri terk etmede oldukça tecrübelidir.
Kavram kargaşası ancak gerçek anlamdan korkanlar için bir imkândır
Düşüncenin ve dilin temel yapı taşı olan kavramların, o dili kullanan insanlar tarafından aynı şekilde algılanması, aynı manaları içerecek şekilde kullanılması dilin gerçek amacı olan iletişimin sağlıklı gerçekleşmesini temin edecektir. Bu noktada bu iletişimin sıhhatine halel getiren kavram kargaşası olarak nitelenen vakıadan söz etmeliyiz.
İletişimin vericisi (konuşan, yazan, vs.) ile alıcısı(dinleyen, okuyan, vs.) arasında zihinler arası düşünce transferini sağlamanın en alt birimi olan kavramlar karşılıklı olarak zihinlerde aynı anlamı taşıyorsa orada iletişimin anlatımın gücü ölçüsünde doğru gerçekleştiğinden söz edebiliriz. Bunun mümkün olmadığı durumlarda, kavram kargaşası dediğimiz, kavramların bireyler arasında bir anlam ortaklığı taşımadığı durum söz konusudur. Böyle bir ortamda ileticinin kavramlar aracılığıyla anlatmak istediği mana, ne kadar iyi anlatırsa anlatsın, alıcının zihninde farklı bir mana olarak canlanmakta, böylece sağlıklı bir iletişim gerçekleşmemektedir.
Kavram kargaşası daha ziyade soyut kavramlar söz konusuyken muhtemeldir. Somut kavramlar, duyular yardımıyla herkesin kavrayıp ortak bir algıya ulaştığı terimler olduğundan bilgisizliği bir kenara bırakırsak genellikle herhangi bir anlam kargaşasına mahal vermez. Ancak soyut kavramlarda bu iletişim standardını yakalamak her zaman mümkün olmaz. Zira soyut kavramın zihinde meydana getirdiği imaj, kişisel tercihler ve değer yargılarının etkisi altında şekillenmektedir.
Nefsi tercihler veya menfaatler icabı bir kavram olduğundan başka anlamda kullanabilmekte, insanlar bu şekilde bulanık suda balık avlamak isteyebilmektedir. İnsan bir takım sosyal kaygıları sebebiyle de bir kavramı farklı mana vererek kullanabilmektedir. Örneğin bugün Müslümanlarımız kınanma korkusu ile hareket ederek demokrasi kavramını “seçim” e indirgeyip kabul edilebilir bulmaktadırlar.
Değer yargılarının sebep olduğu kavram kargaşası ise daha ziyade önceden kabul edilmiş fikirlerin etkisiyle gerçek mananın değil, değer yargısının yönlendirmesi neticesinde kavrama farklı mana yüklenmesi ile gerçek anlamın anlaşılamamasıdır. Faiz konusunu değerlendiren iki kişiden birincisine göre bu “ekonominin itici gücü” iken, diğerine göre “haram” olabilir.
İslam literatüründeki kavramların teşekkülünde temelde vahyin yönlendirmesi olmasına rağmen zamanın ihtiyaçları ve bozuk geleneğin etkisi de hissedilmektedir.
Vahiy insan idrakine sınırlı kelimeler ile iletilmiştir. Buna karşın “Yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler de mürekkep olsa, yine de Allah’ın kelimeleri yazmakla tükenmez” (Lokman,31/27) ifadesi Allah’ın kelimelerinin yani ilminin sınırsız olduğu ve insan idrakine sığmayacağı ifade ediliyor. Bu itibarla vahiy, sonsuz kelimelerden insanın idrakine sunulmuş ancak sınırlı kelimelerden oluşan bir lisan ile indirilmiş ilahi rehberliğin adıdır. Son vahiy olan Kur’an ile Rabbimiz Arap lisanında bir dil oluşturmuş, tahsis ettiği kavramlar ile bu din dilinin mesajını bizlere açık ve anlaşılır olarak iletmiştir.
Vahiy ilk muhatapların lisanı olan Arapça indirilmiş, zamanın ve bölgenin Araplarının kullandığı bu lisanın yetenekleri en fasih şekilde kullanılmıştır. Ancak ilahi mesajın doğru aktarılması için yeni bir kavramsal çerçeveye ihtiyaç vardı ki bu kavramlar bu üç şekilde ortaya çıktı. Bunlar; kullanılan lisandan aynen korunan kavramlar, ıslah edilen kavramlar ve yeni tahsis edilen kavramlar olarak gruplanabilir. Yer, gök, âmâ, Musa gibi kavramlar mevcut manalarıyla kullanıldı. Abd, hac, salat gibi kavramlar ıslah edildi, kavramların manalarında düzeltmeler yapıldı. Cihad, şehit ve zekat gibi kavramlar ise yepyeni manalar ile kullanıldı. Ayrıca vahiy ile anlam netliğini bulandıran “rainâ” kavramı müminlere yasaklandı, bunun yerine “unzurnâ” kullanılması emredildi.
Vahyin ortaya koyduğu kavramların yanında zamanla yeni dini kavramlar İslam kültüründe yer buldu. Vahyin ‘hayat tarzı’, ‘adet’ ve ‘yasa’ anlamlarında kullandığı sünnet kavramı, zamanla Rasulullah(ASM)’in yapıp eylediklerinin yerine kullanılmaya başlandı. Ayrıca ‘hadis’, ‘siyer’ ve ‘fıkıh’ gibi kavramlar belirli bir disiplini ifade etmek için kullanıldı. Tüm bu kavramlar üretilmiş olsalar da belirli bir ihtiyaca binaen ortaya çıkmış İslami kavramlardı. Bunların yanında diğer din ve medeniyetlerden özellikle tasavvuf ekolü tarafından gayrı İslami ‘salik’, ‘rabıta’ ve ‘keşif’ gibi kavramlar İslam kültürüne dâhil edildi. Aynı ekol vahyin tahsis ettiği ‘zikir’ ve ‘veli’ gibi kimi kavramları istismar ederek yeni anlamlar yükledi ve vahyin anlaşılmasının önüne ciddi engeller koydu. Zikir, Kur’an’da öğüt ve uyarı anlamlarına gelip Kur’an’ın bir diğer ismi iken artık zikir denince bir ibadet türü veya ayin anlaşılır oldu. Hakeza veli kavramı Kur’an’da hami ve dost anlamlarıyla kullanılırken, kavram halkın anladığı “insanüstü ve ayrıcalıklı kul” anlamını yine tasavvufa borçludur. Ayrıca zan ihtiva eden ve çoğu zaman da ahad haber olarak nakledilen rivayetlere dayalı ‘deccal’ ve ‘sırat’ gibi kavramların İslam kültüründe yer edindiğini belirtmeliyiz.
Değer yargıları, menfaatler ve sosyal kaygılar neticesinde İslami dilde de kavram kargaşası çıkarılmıştır. Müslümana düşen kavramlarına sahip çıkmaktır, zira hakikatin taşınmasını kendisine ilke edinmiş davetçilerin, davetin sıhhati için bu işi sahiplenmesi temel bir meseledir.
Elbette tahsis edilen bazı kavramlar farklı kaygılar ve değer yargılarının etkisi ile zaman içerisinde vahyin içini doldurduğu manadan farklı bir noktaya çekilmek istenmiştir. Geçmişteki statü ve avantajlarının korunmasını önceleyenlerin “Faiz de alışveriş gibidir” (Bakara,2/275) demesindeki maksat temelde bir kavram kargaşası çıkararak menfaatlerini korumaktır. Bunu dile getirerek “faiz” kavramının içeriğinin “alışveriş” kavramı ile benzer olduğunu iddia ederek, vahyin gayrı meşru ilan ettiği faizi, onun izin verdiği alışveriş kisvesine sokarak kendisi ile elde edilen menfaatin devamını hedeflemekteydiler. Hâlbuki ilgili ayetler ile bu kavram kargaşasını çıkararak Allah’tan gelen emre karşı direnenlerin yerlerinden şeytan çarpmış gibi kalkacaklarını, yaptıkları itaatsizlik nedeniyle Allah ve Rasulü tarafından kendilerine savaş açıldığını bilmeleri isteniyor. Bugün ise benzer şekilde parasını faizde değerlendirenler(!) faiz konusunda kendilerine hakkı tavsiye edenlere “sen maaşını bankadan almıyor musun?” gibi cevaplarla bir kavram kargaşası çıkarmak istediklerine şahit olmaktayız ki bunu vahyin tehditlerine karşı çok cesurca bir tavır olarak görüyoruz.
Benzer bir tavrı “kelimeleri bağlamından kopararak tahrif eden” (Maide,/13, Nisa,4/46) İsrailoğulları’nda görmekteyiz. Kelimelerin esas manasından razı olmayan bu zihniyet, ya tevriyeli ifadelerle ya da kelimelerin benzerleriyle bir kavram karmaşası çıkararak vahyi emirleri sulandırmak suretiyle statünün devamını istemekte, menfaat eksenli tipik Yahudi davranışı sergilemekteydiler. Bunların yine ağızlarını eğerek Rasulullah’a (ASM) “râina” (bizi gözet, bizi dinle) der gibi yapıp “raîna” (çobanımız) diye seslendiklerini, buna karşın bu ifadenin Kur’an tarafından yasaklandığını, bunun yerine inananların kendisine başka bir anlama çekilmeye elvermeyen “unzurnâ”(bize bak) ifadesi ile seslenmelerini emredildiğini görüyoruz.(Bakara,2/104)
Kur’an-ı Kerim’de, kavramlara ve temsil ettikleri anlamlara bu derece hassas davranılmasına rağmen özellikle son bir kaç yüz yıl içinde İslami kavramlarımızın anlamının kasıtlı olarak manipüle edildiğini biliyoruz. Bundan iki yüz yıl önce şehadet denince, millet denince anlaşılan mana ile şu an anlaşılan arasında ciddi bir fark vardır. Sahip çıkmadığımız kavramlarımızı zamanla başka ideolojilerin dilinde bir başka anlamı ifade ederken buluyoruz. ‘Millet’ kavramımızı ‘İbrahim milleti’ terkibindeki “inanç sistemi” anlamından “Türk milleti” terkibindeki “ulus” veya “kavim” anlamına kaymasıyla yitirmişiz. Şehit kavramını silahlı devlet görevlilerinin ölmesi veya öldürülmesi ile elde edilen veya bir şey uğrunda canını kaybeden kişiye verilen paye olarak kaybetmişiz. Hâlbuki Kur’ani bir kavram olarak şehit, Allah’ın dininin yaşanması ve yaşatılması uğrunda canını şahit tutan kimseye denir. Tüm bu kavram hırsızlığı ve yönlendirmelerinin vuku bulması, kavramlarımıza sahip çıkmadığımızın, anlamlarındaki sapmalara karşı direnmeyip asli anlamına döndürme gayretindeki eksikliğimizin göstergesidir. Kavramlarımızın çalınmasına nasıl sessiz kalındıysa, bazen de bazı kavramlar bir takım kaygılarla sahip çıkılmayarak dışlandı. Cihat, tağut ve hüküm gibi tamamı ile İslami olan, İslam’ı anlamak için olmazsa olmaz kavramlar sözlüklerden atılarak sözde Müslümanlar olmaya çalışıldı. Hâlbuki menfaat karşılığı veya kınayıcıların kınamasından korkulduğu için “Allah’ın ayetleri” az bir paha karşılığı satılmaması emrediliyor. Bu bağlamda aynı Müslümanların kavramlarımıza sahip çıkmaması, onları mitolojik birer mefhum haline getirmesi ve belki de kasıtlı olarak satması ise pek de uzak bir ihtimal değil.
Kavramların gerçek manasının ortaya çıkarılması ve kavramların asli anlamına irca ettirilmesi, hakikatin taşınmasını kendisine ilke edinmiş davetçilerin, davetin sıhhati için sahiplenmesi gereken temel bir meseledir. Zira anlamların net olmadığı bir ortamda bir fikri anlatmak, kaygan bir zeminde yürüyen ve bastığı yerden emin olamayan yayanın hali gibidir. Anlamların zihinlerdeki karşılığının net olması, vahyin taşınması ve doğru anlaşılmasında temel altyapıyı teşkil eder ki davetçinin de gayesi El-İlm’i en doğru bir şekilde muhatabına aktarmaktır.
Bu noktada biz Müslümanlara düşen, kavramlarımıza sahip çıkmamızdır. Kavramın içinin doğru doldurulmasını sağlamak üzere öncelikle kavramı dilimize tekrar dâhil etmeli, İslam’ın yüklediği mana ile kullanmalı, bunda ısrarcı olmalı, çevremizde yanlış kullanımların düzeltilmesine çalışarak bir farkındalık oluşturmaya gayret etmeliyiz.
Dipnotlar
- http://tr.wikipedia.org/wiki/ideoloji
- TDK Sözlük
* Bu yazı, 3 Kasım 2013'te İLKAV'da düzenlenen "Modern Batı Kavramlarına İslami Yaklaşım" konulu paneldeki sunuma esas olan metnin ilk parçasıdır. İnşallah ikinci parçayı da en kısa sürede sizlerin takdirine sunacağız.