Ömer KARAKAŞ

02 Ağustos 2013

ORUCUN ZORLUĞUNA DAİR

“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara, 2/183)
 
Sıcak ve uzun yaz günlerinde tutulan Ramazan orucu, kışın tutulan oruçlara göre çok daha zor geçiyor. Zamanını dışarıda, güneşin altında geçirmek zorunda olan kardeşlerimiz için bu zorluk daha da artıyor. Coğrafyamızda yazın on sekiz saate yaklaşan bu ibadet esnasında açlık ve susuzluk bünyemizi hem fiziksel hem de zihinsel olarak zorluyor ve bitkin bırakıyor.
 
Niçin oruç insan için bir yükümlülüktür? Allah bu ibadeti hangi sebeplerle emretmiştir? Orucun farz kılınmasının hikmetini başta zikrettiğimiz ayetten çıkartabiliriz. Bakara suresi 183. ayetteki “umulur ki sakınırsınız” ifadesi ile bu ibadetin gayesinin Allah’tan sakınmak ve ona karşı sorumlu davranmak olduğu anlaşılıyor.  Bu bakımdan oruç emrinin hedefinde insanın nefsani ve dünyevi hayat tarzını terk ederek, kulluk odaklı yani Müslümanca bir hayat tarzını benimsemesi vardır diyebiliriz.
 
Hastalık veya yolculuk, oruç ibadetini zorlaştıran hususlar olarak, orucu daha sonra tutmak veya fidye vermek için birer ruhsattır (Bakara,2/184). Ayetin devamında “kim daha çok hayır işlerse kendi lehinedir” ifadesi ile fidyenin çokça verilmesi veya orucun kazası ve fidyeden biri yerine her ikisinin beraber yapılması özendirilmektedir.  Ayetin sonundaki “bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” ifadesi ile Rabbimizin arzusunun ve bizim faydamızın oruç tutmamız olduğu anlaşılacaktır.
 
Pasajdaki bir sonraki ayette (Bakara,2/185) Ramazanı ‘Ramazan’ yapan sebep olarak Kur’an’ın bu ayda indirilmesi ifade edilmektedir. Kur’an ki “insanlar için hidayet rehberidir, rehberliğin apaçık belgelerini ve hakkı batıldan ayıran delilleri içerir”. Bu ayet Kur’an’ın insanlar ve toplumların hayatını düzenlemek üzere inişine dair bir hatırlatmadır. Vahye susamış bu hayatlarda ilahi kelamın nefsani arzuların önünde yer bulma vesilesi olarak “kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun, hasta veya yolcu ise başka günlerde tutsun” şeklinde muhkem bir nass ile Ramazan orucu mü’minlere farz kılınmıştır. Ayetin devamında ise Rabbimizin lütfuyla “kalbimizin mutmain olmasını” sağlayacak ifadelerle bu ibadetin hikmeti zikredilmektedir: “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Ve eksik kalan oruçlarınızı tamamlamanızı, sizi doğru yola eriştirdiği için O’nun yüceliğini anmanızı ve ona şükretmenizi ister”.
 
Bizden öncekilere farz kılındığı gibi bize de farz kılınan bu ibadetin kimlere ve hangi durumlarda bir vecibe olmadığı ise malumdur: fıkhen ibadetle mükellef olmayanları saymazsak ‘hastalar’ ve ‘yolcular’.  Bu husustaki fıkhi tartışmaları bir yana bırakırsak, son dönemde özellikle Ramazanın yaz aylarına gelmesi ile birlikte insanların kendilerine farz olan bu vecibe hususunda alabildiğine lakayt bir tavır sergilediklerini söylemeliyiz. Birçoğu bireysel hayat alanlarında hiçbir zorlama dahi yokken vahiyden uzaklaşarak nefsin ve şeytanın fısıltısını esas kabul etmekte, bu konuda ‘Allah ne der?’ kaygısı çekmeden sudan sebeplerle kendilerini ve oruçlarını tutmamaktalar. ‘Çok susuyorum’, ‘dayanamıyorum’, ‘sahura kalkamadım/kalkamıyorum’, ‘başım ağrıyor’ vb. mazeretlerle oruç tutmuyor veya tutamayacağına karar veriyorlar.
 
Esasen oruca karşı takınılan bu samimiyetsiz tavrı, diğer ibadetlerimize karşı da farklı bahanelerle gösterebiliyoruz. Hâlbuki oruç, bizler için sahih kulluğa açılan bir kapı olmalıdır ki hayatımızı ıslah etsin, bize kulluk bilincini taşımayı öğretsin ve neticesinde hayatı maksadına uygun yaşayabilelim. Bu açıdan oruç bizlere dünya metaının geçici bir eğlenceden ibaret olduğunu ve ahireti öncelememiz gerektiğini hatırlatacak salih bir amel olmalıdır.
 
Biz mü’minler olarak inanırız ki ‘Allah bilir, biz bilmeyiz’. Bizim için hayırlı olanı o bilir,  bu sebeple inananlar olarak onun emir ve yasaklarına boyun eğmek bizim için mutlak hayırdır. Elbette orucun birçok faydası olduğu gibi sağlığımıza da faydaları vardır, ancak biz orucu bu sebeple tutuyor değiliz. İslami ibadetleri ‘koruyucu hekimlik’ mesabesinde değerlendirip hikmetini sağlık olarak görmek, ibadetin ruhunu kaçırmaktır.
 
Dün “bu sıcakta sefere mi çıkılır” diyenler bugün “bu sıcakta oruç mu tutulur” demekteler. Biz biliriz ki Allah’ın emrine teslim olmak bizim için yegâne seçenektir. Bu bakımdan bizler için emir demiri kesmeli, Allah’ın bizim için çizdiği sınırlara riayet etmekte hassas davranmalıyız. Dünyevi akıl bunu çirkin görür, ancak mü’min bilir ki bu sınırlara riayet kendisini ebedi saadete ulaştıracaktır.
 
Her nimetin bir külfeti vardır, evet, oruç tutmak tek dünyalı baktığınızda bir külfettir. Ancak bilinmelidir ki Rabbimiz “kimseyi yapabileceğinden fazlasından sorumlu tutmayacağını” (Bakara,2/286) ifade etmektedir. “Allah bizim için kolaylık ister, zorluk istemez”(Bakara,2/185), bu demektir ki oruç insanın kaldırabileceği bir yüktür, öyle ya ‘yaratan hiç bilmez mi?’
 
“Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” (İnşirah,94/5-6) yani her zorluk ve külfet, bir kolaylık ve nimeti de beraberinde getirir. İnsan doğasında şartlara alışabilme yeteneği vardır ki oruç tutan kimse bu duruma bir iki günde kolaylıkla alışır. Oruç zorluğunun sahur ve iftar kolaylığı vardır, sabır kolaylığı vardır, nefsin arzularına dur diyebilme gücü vermesiyle cehennemden kurtulma, cenneti kazanma ve hepsinden öte Allah’ın rızasını kazanma kolaylığı vardır. Peki ya oruç tutmama kolaylığı? Bu ise dünyada zilleti, ahirette ise elim bir azabı doğuracak bir zorluğu doğurur. Şimdi oruç tutmayan kardeşlerimize soruyoruz, oruç mu zor ateş mi?
 
Bizi ‘Müslümanlar’ olarak adlandıran Rabbimizin bu iltifatına mazhar olmak için hayatın tüm alanlarında Allah’ın rızasını gözetecek bir iman ve bilinç haline ulaşmamız ve bu halimizi ölene değin korumamız gerekiyor. Aksi halde hayatı ve ölümü Allah’tan başkalarına tahsis etmiş, elinin altında kitap varken hayatını malayani ile geçirmiş, ölüm geldiğinde pişmanlıklarla örülü hayatından ötürü kendisine yazık etmiş kullar olarak ahirete göçeriz. Allah korusun, bu durum bizler için gerçekten büyük bir kayıp olacaktır. Bu durumda oruç, bireyi sorumluluk sahibi kılacak, onun Kur’an ile irtibatını sağlayarak kötülüklerden alıkoyacak, onu arındıracak, Rabbine yaklaştıracak, bireysel ve toplumsal hayatta Rabbine yönelmesini sağlayacak bir kurtuluş ve bağışlanma vesilesi olmaktan çıkarak, kaçırılan bir büyük fırsata dönüşecektir. Kaçan balığın büyüklüğünün dahi farkında olmayan bizler ise fani ve değersiz dünya hayatının peşinden bir ay daha sürüklenip bayramda neyi kutlayacağız?