Ömer KARAKAŞ
GAYRİ İSLAMİ MODERN KAVRAMLAR BİRER TRUVA ATIDIR
Modern Kavramlar ve Müslümanlar’ın tutumu
Modern paradigma, bir çok temel kavramı kilisenin toplum üzerindeki tasallutunu kırmaya dönük üretmiştir. Beşerin mutlak özgürlüğü, materyalizm, rasyonalizm ve sekülerizm gibi kavramlar bu minvalde ortaya çıkmıştır. Din olarak muharref Hristiyanlığı bilen batı aklı, yeni ürettiği paradigmada siyasal alanda bu dine bir yer tanımadı. “Din vardır ama hayatta yoktur” ifadesiyle formüle edilerek kişisel özgürlükler kapsamında değerlendirilen din bireysel hayata hapsedildi. Beşeri aklın ürettiği bu paradigma, hakikatin ölçüsünü insanın aklına verdiği için kilise ilahından kurtulurken aklın ilahlığına saplandı. Bu süreçte sanayi devrimi, coğrafi keşifler ve sömürgeleştirmeler neticesinde ekonomik ve askeri açıdan hızla kalkındı. Vahyin tüm yönlendirmelerine rağmen tevhidi değerlerden uzaklaşan ve aklı devre dışı bırakan geleneksel İslam algısıyla malul İslam medeniyeti, akılcı modern batı karşısında varlık gösteremedi ve coğrafyasındaki hâkimiyetini kaybetti.
İslam medeniyeti daha önce Haçlı Seferleri ve Moğol istilası ile iki büyük meydan okumaya rağmen birliğini tekrar tesis ederek hayatta kalmayı başarmıştı. Zira bu meydan okumalar Müslümanlara düşünce planında ciddi bir etkisi olmuyor, bilakis işgale gelen Haçlı ve Moğolların zaman içerisinde İslam’ı seçtiklerine şahit olunuyordu. Ancak Modern dünyanın meydan okuması diğer ikisinden farklı oldu. Modernizm, İslam medeniyeti üzerinden yalnız fiili bir üstünlük kurmadı, bunun yanında zihinleri de işgal etti. “Kaleyi içten fetheden” Modernizm, Müslümanların artık Müslümanca düşünmemesini de sağlamıştı. Bu yapılırken batı medeniyetinin en temel dönüştürücü silahlarından birinin modern kavramlar olarak kullanıldığını görmemiz gerekiyor. Zira modern paradigma, ürettiği fikirleri bu kavramlar üzerine inşa etmiş ve insanlığa bu kavramların evrensel olduğu fikrini dayatmaya çalışmaktadır. Bugün modern batının rasyonalizm, demokrasi, insan hakları ve laiklik gibi kavramları az bir muhalefet dışında dünya genelinde eleştiri dahi kabul etmeyen birer tabu durumundadır. Ancak batı ülkelerinin, diğer coğrafyalarda kendi çıkarlarına aykırı durumlar söz konusu olduğunda ilkesel davranmadığını son dönemdeki tavırlarından görmekteyiz. Buradan da aslında geliştirdikleri paradigmanın kendi çıkarlarının korunmasının bir vasıtası olarak kullandıklarını idrak etmemiz gerekiyor.
Hal böyleyken Türkiye Cumhuriyeti hükümeti modern paradigmanın en önemli kavramlarından demokrasiye vurgu yaparak batılı sahiplerinden daha “ilkesel” yaklaşmakta. Hem de 2005 yılında AKP hükümetinin İçişleri Bakanlığı aracılığıyla eğitim kurumlarında ihdas edilen temel İslami kavramların kullanılmasına karşı getirilen yasak devam ederken. Yani “İslamcı” hükümet İslami kavramları yasaklarken, modern kavramların bayraktarlığını yapıyor ve şu mısraları hatırlatıyor:
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilaç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilaç.Ayrıca demokrasiyi İslami bir olumluluk olarak gören bir takım “merhaleci” kardeşlerimiz demokrasiyi benimser söylemi bırakmalıdır. Zira daha özgür bir ortam arayışı ayrıdır, batıl üzerinden hakka yol bulma gayreti ayrıdır. Seküler batının İslam dünyası için önerdiği reçete olan demokrasiyi nasıl olacak da İslam’a doğru bir adım olarak görebiliriz?
Soruyoruz… Bugün Müslümanların siyasal anlamda en büyük sorunu kimlerledir? Başka bir ifade ile bu dünyanın Firavun ve Karun’u kimlerdir? Müslümanların siyasal anlamda batı paradigması haricinde karşılarında bir başka batıl ideoloji var mıdır? “Küreselleşen” dünyada her gün yüzlercesi katledilen, coğrafyası yağmalanan, sömürülen ve köleleştirilen İslam milletinin ensesindeki bozayı emperyalist batı pişirmiyor mu? Ve bütün dünyaya kendi batıl değerlerini evrensel göstererek ihraç etmeye uğraşmıyorlar mı? Bu durumda bize dayatmaya çalıştıkları kavramlarını ve değerler sistemini geçici bir süre için dahi olsa almak veya benimsemek İslami bir olumluluk olarak görülebilir mi? Bütün dünyaya demokrasinin aslında gerçek özgürlük olduğunu söyleyen batı, bunun İslami dönüşümün bir aracı olarak kullanılmasına izin vermeyeceğini Cezayir, Mısır ve Filistin örneklerinde göstermedi mi? Kendisiyle ve mucitleriyle mücadele içinde olduğumuz bu batıl ideolojinin birer şubesine dönüşerek mi değiştireceğiz bu dünya düzenini?
Modern dünya Müslümanlara despotizm ölümünü gösterdi, şimdi ise demokrasi sıtmasına razı etmeye çalışıyor. Bunu da Arap baharı kapsamında gelinen noktalara halkların kendi elleriyle ulaştıklarını onlara aşılamaya çalışarak yapıyor. Allah’ın ayetlerinin ve İslami ilkelerin reelpolitik karşısında ütopik gösterilmeye çalışıldığı bir vasatta kardeşlerimize hesabını veremeyecekleri söylem ve eylemlerden uzak durmalarını salık veriyoruz.
Kavramların fikir ve düşüncelerin temel taşı olduğunu belirtmiştik. İletişimin sıhhati için kavramlar nasıl ki doğru kullanılmalı ise, düşüncenin sıhhati için de kavramların doğru anlaşılması gerekir. Bilmeliyiz ki kavramlar üzerinden konuştuğumuz gibi kavramlar üzerinden iman da ederiz. Bu nedenle benimsediğimiz gayrı İslami anlam taşıyan kavramlar, bu kavramlarla inşa ettiğimiz fikir ve düşüncelerimizi, hatta imanımızı bozar. Zira kavramlar üzerinden inşa edilen fikirler, kullanılan kavramların karakteristiğini taşır. Gayrı İslami tabiata haiz bir kavramı ona değer atfederek benimsememiz, o kavramın düşüncelerimize sirayet edeceği ve inancımızı bozacağı anlamına gelir. Bu dönüştürücü etkinin farkında olmamız gerekiyor zira hiçbir kavram nötr değildir, üretildikleri ideolojinin zihniyetini taşırlar.
Daha önce üzerinde durduğumuz gibi, özellikle kavramların farklı vurgusuna atıf yaparak onları kullanma hastalığına duçar bazı geleneksel ve ılımlı-modernist Müslümanlar modern kavramları benimseyebiliyor. Ancak Kur’ani bilince sahip olduğunu düşündüğümüz bir kısım kardeşlerimizin bazı modern kavramları ödünç alabileceğimize dair söylemleri üzerinde durmak istiyoruz.
Modernizm karşısında yenilgiyi kabul eden nice aydın, İslam ve batı arasında uzlaşma arayışına girdi. Bu ise İslam’ı ödünç kavramlarla anlatma, Kur’an’ı bilimsel verilerin ışığında değerlendirme, İslam’ı bir takım beşeri düşüncelerle sentezleme ve hâkim düşünceye benzetme gibi bir takım gayretleri doğurdu. Bu sayede İslam, yalnız geçmişe ait değil bugünün şartlarına da uygun olacaktı. Böylece İslam bilime, akla ve ilerlemeye engel olan değil, bilakis bunların destekleyen bir din olarak anlatılabilecekti.
İslam dünyası batı medeniyeti karşısında kaybetmeye ve ona karşı bir hayranlık beslemeye başladıktan sonra, Batı’da geliştirilen ve hâkimiyet kazanan hemen her düşünceye karşın Müslüman dünyasında bu yeni düşüncenin “İslam’a uygun olduğu”, daha da şirazeyi şaşırarak “İslam’ın bu düşünceye uygun olduğu”na dair söylemler geliştirilmiştir. İslam demokrasisi, İslam sosyalizmi, İslam milliyetçiliği, liberal İslam gibi ifadelerin tümü bu zihniyetin ürünüdür. Hâlbuki bir düşünce sisteminin gücü, kendi tutarlılığının ve bütünlüğünün kavranmasına ve hâkim düşüncelere karşı sabırla direnmeye bağlıdır. Kaldı ki İslam’ın söz konusu beşeri ideolojilerle tamamlanacak bir zaafı mı vardır ki İslam’ın yanına bir başka ideoloji iliştirilmektedir.
“…Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim…” (Maide,5/3).Ayet bir tokat gibi hakikati yüzümüze çarpıyor. Bugün Müslümanların içinde bulunduğu durumu değerlendirdiğimizde bugünün kâfirleri en kalifiyesinin dahi demokratlaştığı bu Müslümanlardan ümitvar olmalı. Zira Allah’tan değil onlardan korkan bir topluluk olmuşuz. Allah’ın beğendiği kemale ermiş dinimiz İslam’dan ve Allah’tan razı değiliz. Hâlbuki İslam Allah’a tam anlamıyla teslim olmanın adıdır, bu sebeple sentezci fikirler ancak akidevi bir sapmanın neticesi olabilir. Ödünç kavram kullanarak ve İslam’ı batıl bir takım ideolojilere payanda yaparak İslam’a hizmet ettiğini düşünenler, aslında kavram ödünç aldıkları veya İslam ile sentezledikleri batı paradigmasının ve örtülü bir şekilde İslam’ın yetersizliğinin propagandasını yapmaktalar.
Bir değerler sistemine ait bir kavram ikinci bir ideolojinin sevenlerince benimseniyor ve ödünç veya temelli olarak kullanılıyor ise, bu ancak ya ikinci ideolojinin yetersizliğini ya da sevenlerinin onu ve onun dilini taşıyacak kapasitede olmadığını gösterir. Zira bu insanlar kendi dünya görüşünü, bu dünya görüşünün hayata dair çözümleri demek olan öz kavramları ile taşıyamıyor ise bu mutlaka bir eksikliğin habercisidir. İslam’ı mükemmel bir hayat nizamı olarak gören ve ondan neşet edecek fikirlerin insanlığın kurtuluşu demek olacağına inanan bir Müslüman, İslami kavramsal çerçevede bir eksiklik görmeden insan yapımı bir değerler sisteminin kavramını bırakın benimsemeyi, bir değer atfederek kullanmaya tenezzül dahi etmez.
Bir kavramın ifade ettiği anlamların bir kısmını öne çıkararak veya kavramı anlam kümesinde hiç yeri olmayan bir başka anlam yerine kullanma hastalığından da söz etmeliyiz. Öncelikle kavramlara herkesin kafasına göre anlam yükleyemeyeceğini, bunun ancak kendini kandırmak olduğunu bilmeliyiz. “Ben demokrasi derken ‘Şura’yı kast ediyorum”, “Milliyetçilikten kastımız İslam milliyetçiliğidir” tarzında melez tanımlar, ancak ve ancak kavramları sulandırmak anlamına gelir, bu nedenle ne ilmi ne de mantıki hiçbir değeri yoktur. Zira bu gayrı İslami kavramların sahipleri, örnekteki demokrasi ve milliyetçilik kavramları, bu kavramlara kendi zihin kodlarıyla bir anlam yüklemiştir. Bu kavramlar da kendilerine yüklenen anlamlarla benimsenmiş ve kullanılmaktadır. Hem bu kavramları kullanıp hem de gayrı İslami anlamlarını izale etmeye çalışarak benzer İslami bir vurguya atıf yapmak bilgisizlikten değilse “cahillik”tendir ki Müslüman cahillerden olmaktan Allah’a sığınmalıdır. Zira gayrı İslami anlamlar taşıyan bir kavram olumsuzlanmadan kullanıldığında, kavramın temel yaygın anlamı insanların zihinlerinin dönüşmesine sebep olacak ve o kavram ile özgün İslami fikirlerimiz kirletilmiş olacaktır.
Bir Müslüman neden kendi kavramlarını terkeder?
Bu yazıyı yazmamızdaki temel motivasyon Müslümanların özellikle modern kavramlara yaklaşımında bir ölçü ortaya koyabilmekti. Bunu yaparken elbette öncelikle mevcut hastalığı teşhis etme adına Müslümanların kendi kavramlarını terk ederek hâkim ideolojilerin kavramlarına sarılmasının altında yatan sebepleri değerlendirmek istiyoruz.
Bir kimse neden kendi dilini terk ederek başka bir dili kullanma ihtiyacı duyar?
Birinci ihtimal, kendine yabancılaşmış ve hâkim paradigmanın hayranı olmuş olabilir. Mesela modernistler İslami bir dil kullanmazlar. Onlara göre sahip olduğu her ne varsa terk ederek modern hayat tarzını taklit etmek geri kalmışlığın tek ilacıdır. Dolayısıyla da İslami dil de terk edilmelidir.
İkinci ihtimal, kendi dilini yetersiz görüyordur ki “ılımlı” Müslümanlar ve tasavvufçu kesimlerde durum budur. Ilımlı Müslümanlar, modernistlerden sonra fikirlerinde modernizmin etkisinin en çok hissedildiği kesimdir ki modern kavramları ya seküler anlamlarını benimseyerek ya da masum bir anlama indirgeyerek rahatlıkla kullanırlar. Tasavvuf erbabı ise yaptıklarının ‘İslamiliği’ni değerlendirmek yerine özellikle son dönemde yükselen popülerliği ile sufizmin kavramlarını kullanmayı tercih etmektedirler. Her iki kesim için de ifade edecek olursak, İslam kavramsal çerçevesinde yeri olmayan batıl ancak popüler herhangi bir kavramı içselleştirmekte tereddüt etmezler, yeter ki İslami terminolojide bu kavramı az veya çok çağrıştıran bir başka terim bulunsun. Bu iki kesimin tek farkları ise bu kavramı birinin geleneksel birikimden diğerinin ise modernizmden almış olmasıdır. İslam’ı, onun kavramlarını yetersiz görmeyen bir insanın “İslam demokrasisi” veya “rabıta/keşif” gibi İslami maskeli ancak İslam dairesi dışındaki batıldan beslenen veya hak batıl karışımı kavramlara razı olması imkân dâhilinde değildir.
Kendi kavramlarını yetersiz gören bir kimse izzeti ve gücü yanlış yerde arar. Üstünlüğe dair zannî ve hatalı düşünceleri onu izzet, şeref ve güç kaynağı olarak hâkim ideolojilere ve onların popüler kavramlarına meylettirmiştir. Ona göre İslami kavramlara sahip çıkmak ve popüler batıl kavramlardan uzak durmak, bir kınanma ve hor görülme sebebidir. Hâlbuki izzetin yegane sahibi Allah’tır. Müslüman yalnız Rabbine rağbet eder, ondan yardım diler, gerçek izzetin onun rızasını kazanmakta olduğunu, O’ndan gayrısındaki şeref ve gücün sanal ve geçici olduğunu bilir. İnsanların beşeri değer sistemleri ve ürettiği kavramlara olan rağbetine rağmen, o kınayıcıların kınamasından korkmadan bu kavramlara Allah’ın bak dediği yerden bakarak onları değerlendirir ve her zaman hakkı tutup kaldırmanın derdinde olur. Bugün maalesef kendine Müslüman diyen birçok insan modern batının geliştirdiği değerler karşısında bir eziklik psikolojisi içerisinde ve öykünme halindedir. Mesela “Batı’nın Rönesans’ı İslam’a borçlu olduğu” söylemi de tamamen aynı hislerin eseridir. Bu söylemin bilinçaltı şudur : “Bugün Batı medeniyeti ve kalkınmışlığı aslında Müslümanlara aittir, çünkü bizim bıraktığımız yerden onlar devam etmiştir. Eğer biz onların yanında yer alırsak bu aslında dinimizi ve medeniyetimizi bırakmak olmayacak, hakkımız olan bir değere sahip çıkmış olacağız”.
Bu izzetten alabildiğine uzak tavırdan sonra bir alıntı ile devam edelim : “Komünistler, görüşlerini ve hedeflerini gizlemekten nefret ederler. Amaçlarına ancak var olan tüm toplumsal koşulların zor yoluyla ortadan kaldırılmasıyla ulaşılabileceğini açıkça duyururlar. Egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla tir tir titresin. Proleterlerin zincirlerinden başka yitirecekleri bir şey yoktur. Oysa kazanacakları koskoca bir dünya vardır.” (1) Batıl bir ideolojiye dair görüş ve hedefler bu açıklık ve cesaretle ilan edilirken buna karşılık hakikatin temsilcisi olduğunu iddia eden Müslümanların tavırlarına hayıflanıyoruz. Vahyin “Eğer inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz”(Al-i İmran, 3/139) vaadine rağmen,“Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmayacaklar. De ki; "Doğru yol, sadece Allah'ın yoludur': Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah tarafından ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamazsın”(Bakara,2/120) ve benzer uyarılarına rağmen, dünyada kaybetse de ahirette muhakkak kurtuluşa erenlerden olma reçetesini elinde tutan Müslümanların gücün karşısındaki ezik ve edilgen tavırlarına kahrolmaktayız. Hâlbuki aynı alıntıdan esinlenerek ifade edersek; zincirlerimizden başka yitireceğimiz bir şey yoktur, oysa kazanacağımız koskoca bir ahiret vardır.
Sahih kaynaklara dayalı olarak İslam’ı kendi özgünlüğü içerisinde kavrama ve yaşama çabaları arttıkça, Müslümanlar bu hastalıklardan zamanla kurtulacak, kendi değerlerinin kıymetini kendileri takdir edecek ve batıl sistemleri referans almayan sahih bir ölçüye kavuşacaklardır.
Modern Kavramlara bakışta İslami Ölçü
Öncelikle belirtmeliyiz ki bir kavramı yalnızca beşeri olduğu için reddetmek doğru değildir. Zira zamanın getirdiği yeni ihtiyaçlar neticesinde özel anlamlar taşıyan yeni bir kavram üretilmiş olabilir. Burada temel problem, kavramın içselleştirilmesi veya dışlanması konusunda temel ilkelerin ne olabileceğidir. Üretilmiş bir kavramın olumsuzlanmadan kullanılabilirliğinde ölçü bu kavramın İslamiliği olmalıdır. Bundan kastımız şudur; kavramın temel ve yan manalarının İslami esaslara aykırı olup olmadığına bakılarak kavramın benimsenip benimsenemeyeceğine karar verilebilir.
Bütün bu değerlendirmelerden sonra Müslümanların modern kavramlara bakışlarında ölçü olabilecek bir yöntem önermek istiyoruz.
Öncelikle kavrama dair bir önyargıya sahip olmadan yalnız Allah’ın rızasını gözeterek ve yalnız ondan sakınarak bu kavramın değerlendirmesini yapmaya azmedilmelidir.
Kavrama ait temel ve yan anlamları çıkartılmalıdır. Bu esnada sübjektif değerlendirmelerden sakınmak için kavramı ortaya koyan ideolojinin yani kavramın gerçek sahiplerinin tanımı esas alınmalıdır.
Temel ve yan tüm manaları İslami açıdan değerlendirilmelidir.
Kavramın temel ve yan tüm manaları İslami açıdan kabul edilebilir ise kavram İslamidir.
Kavramın herhangi bir temel manası kabul edilebilir değilse kavram gayrı İslamidir.
Kavramın temel anlamları kabul edilebilir, ancak bazı yan manaları sıkıntılı ise, yan anlamdaki sıkıntı dile getirilerek kavramın kullanılması mümkündür. Ancak bu her zaman mümkün olmayabileceğinden muhataplarda yanlış anlamalarda yanlış anlamalara neden olabilir. Bu sebeple dikkatli olunmalıdır.
Önerdiğimiz Yöntemin Test Edilmesi
Bu kısımda bir önceki başlık altında önerdiğimiz İslami ölçüyü birkaç modern kavram ile test edeceğiz.
Rasyonalizm (akılcılık)
Rasyonalizm (akılcılık) batı aklının kiliseyi hayatın dışına iterken kullandığı bir tez olarak modern batı uygarlığının ve düşünce tarzının mihenk kavramlarındandır. Aydınlanma çağı ile birlikte bu kavram kilisenin yüzyıllar süren ve aklı çöpe atan sultasına karşı üretilmiş bir gerçeklik olarak ilk etapta akla değer veren bir kavram olarak görülebilir. Ancak İslami açıdan bakıldığında aklın mutlaklaştırılması ve vahyin tanınmaması demeye gelecek bir anlamı ifade eder. Zira rasyonalizm, kilisenin akla küfreden ifratına karşı aklın ilahlaştırıldığı bir tefriti ifade eder.
Rasyonalizm Akılcılık, bilginin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi yaklaşıma verilen isimdir.(2)
“Hoşunuza gitmese de savaşmak size yazıldı(farz kılındı); mümkündür ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için iyi olabilir ve yine mümkündür ki hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir: Allah bilir, ama siz bilmezsiniz.” (Bakara,2/216). Ayet ile alemlerin Rabbi, müminlere hoşlarına gitmese de savaşı emrettiğini, bir konuda insanların duygu ve düşüncelerinin hakikatten bir şey ifade etmeyebileceğini, gerçeği ve hayrı bilmenin ölçüsünün yalnızca kendisi olduğunu ifade ediyor.
Benzer ifade farklı pasajlarda da geçmektedir. (Al-i İmran,3/66, Nahl,16/74, Nur, 24/19) İslam bilginin gerçek kaynağı olarak bir ismi de bilgi(el-ilm, Bakara,2/120) olan vahyi gösterir. Aklı kullanmaya teşvik eden onlarca ayet vardır, ancak bu ayetler aklı vahye teslimiyete yönlendirir.
Bu nedenlerle temel manası insan aklının mutlaklaştırılması demek olan rasyonalizm kavramı İslami değildir.
Laiklik (Sekülerizm)
Laiklik, “devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmaması” ve “devletin dinler karşısında tarafsız olması” şeklinde iki temel manaya sahiptir. Ayrıca “inanç özgürlüğü” ve “din devlet kontrolündedir” gibi yan anlamlar içerebilir, ancak ikincisi sekülerizmin tanımında bulunmaz. Diğer anlamlar her iki kavram için de ortaktır.
İslam kuşatıcı bir dindir ve hayatın tüm alanlarında Allah’ın hükmünün geçerli olması esastır.
“O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.” (Zuhruf,43/84)
“…Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur...” (Araf, 7/54)
“…Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur…”(Yusuf,12/40)
“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzap,33/36)
Bu nedenlerle temel manası İslam dahil tüm dinlerin kanun yapımında referans alınamayacağı olan laiklik kavramı, sosyal ve siyasi alanda tanrıtanımazlık anlamına gelir ve gayrı İslamidir.
İnsan Hakları
Modern batının üstünde hemfikir olduğu bir insan hakları metni olmamakla birlikte “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” adında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1948’de kabul ettiği beyanname bu konuda en çok referans yapılan metindir.
“En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık, eğitim, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşma; yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma; Barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma; evlenme, mal ve mülk edinme; çalışma, işini seçme özgürlüğü; din, vicdan düşünce ve anlatma özgürlüğü hakları İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin temellerini oluşturur.“ (3)
İslam dini, Kur’an ve sünnet ile sabit olan 1400 yıllık en mükemmel uygulamasıyla Kul Hakları bahsinde insan haklarını korumuştur. El-Hak olan yaratıcısının ruhundan üflediği insan ve ona bahşettiği hukuk, gerçek anlamıyla insan hakları ve özgürlüklerinin sınırını çizmiştir.
Bu nedenle İnsan Hakları kavramı, seküler insan hakları söylemine savrulmadan, “kürtaj”, “teşhircilik” veya “eşcinsellik” gibi sapıklıkları birer insan hakkı olarak görmeden, kavramın İslami altyapısına dikkat çekilerek kullanılabilir.
Sonuç yerine
Kavramlar kalelerimizdir. Buna karşın gayrı İslami anlamlarıyla benimsediğimiz ve kullandığımız modern kavramlar ise Müslümanların zilletinin devamına neden olacak truva atlarıdır. Kalelerimizi koruyup Truva atlarından korunmak, modern zamanlarda kaim kalabilmenin ve İslami bir dünyayı yeniden inşa edebilmenin olmazsa olmazlarıdır.
Dipnotlar
- Komünist Manifesto, Marx&Engels,
- Wikipedia, http://tr.wikipedia.org/wiki/Rasyonalizm_(felsefe)
- İnsan Hakları Evrensel Bildirisi http://tr.wikipedia.org/wiki/İnsan_Hakları_Evrensel_Bildirisi
* Bu yazı, 3 Kasım 2013'te İLKAV'da düzenlenen "Modern Batı Kavramlarına İslami Yaklaşım" konulu paneldeki sunuma esas olan metnin ikinci parçasıdır.