Serdar EFE

13 Mayıs 2008

DÜŞÜNÜYORSUN... YOKSA HASTA MISIN?

Sakın kimse sizi düşünceli görmesin. Hemen sorar: “Ne düşünüyorsun, yoksa hasta mısın?”

Düşünmek aklın eylemi, insan olmanın gereği iken bizim toplumumuzda bir hastalık belirtisi olarak algılanmaktadır.

Durumu daha iyi tespit edebilmek için düşünce ve düşünmekle ilgili toplumun söz ve davranışlarını tahlile devam edelim:
 
“Ne düşünüyorsun, Karadeniz’de gemilerin mi battı?” Demek ki düşünceniz hastalıktan kaynaklanmıyorsa mutlaka başınıza gelen büyük bir felakettir, düşünmenizin sebebi.
 
Hem normal zamanda ve normal şartlar altında iseniz; sağlıklı bir bedene ve sağlıklı bir akla sahipseniz, neyi, niye düşüneceksiniz ki!.. Üstelik gerektiğinde sizin yerinize sizden daha iyi düşünen din ve devlet büyükleriniz varken…
 
“Çok fazla düşünme, kafayı yersin!” Herhalde insanlar beyinlerini, satın aldıkları ev eşyalarına benzetiyorlar ve ne kadar az kullanırlarsa bozulma ihtimalinin o kadar az olacağını sanıyorlar. Hatta çoğu akıllarının ambalajını açmadan yaratıcıya iade etmenin derdinde..
 
Haksız da sayılmazlar. Siz “Düşünen adam heykeli”nin neden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde olduğunu zannediyorsunuz?!..
 
Eylemleri renklerle ifade etseniz, (Nasıl olur demeyin. Mesela hayal kurmayı, hülyalara, düşlere dalmayı pembe ile ifade ederiz) düşünmeye hangi renk düşer acaba? Aman ha bunca riski varken fazla düşünmeyin ben hemen söyleyeyim:

“Kara kara düşünmek”

Hadi biraz da hayvanlar âlemine bakalım: Örneğin gücüyle anılan bir hayvan bulalım. Hemen “aslan” dersiniz herhalde. Çalışkan hayvan? “arı, karınca”

Peki düşünmekle alakalandırılan bir hayvan biliyor musunuz?

Durun arkadaşlar, ben ne yapıyorum? Soru sorarak sizi düşünmek gibi garip bir eyleme teşvik ediyorum! Hemen söyleyip sizi kurtarayım: HİNDİ…

Hani Nasreddin Hoca'nın fıkrasından hatırladığımız, konuşma taklidi yapan papağan kadar para etmeyen düşünen hindi… Ve bu fıkranın mesajında olduğu gibi düşünenlere değil düşünmeden taklit edenlere değer verilen bir dünya!

 

Din de düşünmeye tahammülü olmayan bir konu! Düşünmeden, aklınızı kullanmadan teslim olacaksınız. Düşünmek şeytani bir iştir, insanı saptırır! (Zaten ilk düşünen de şeytan değil mi Şehristani’den öğrendiğimiz kadarıyla!) En ufak bir şeyi sorgular, en küçük bir düşünce kırıntısı taşırsanız dinden çıkarsınız, zinhar kâfir olursunuz Allah korusun!

“Kardeşim bir müsaade edin de önce düşünüp anlayıp öylece dine tabi olayım. Çıkıp çıkmayacağıma daha sonra karar veririm. İnsan girmediği yerden nasıl çıkar” bile diyemezsiniz.
 
Size sunulan dini kim düşünüp de kabul etmiş ki siz edesiniz! Ya düşünmeden kabul et, ya da düşün dışlan!
 
İyi de neden yaşadığımız toplumda düşünce bu kadar lanetlendi? Düşününce birilerinin çıkarlarına mı dokunuyoruz?
 
Yoksa Karunlar rahat sömüremiyorlar mı düşünenleri!..
 
Yoksa Firavunlar gütmek için uysal koyunlar bulamıyorlar mı, insanlar düşündüğünde!..
 
Düşündüğümüzde Belamlar koltuklarından mı oluyorlar!..
 
Düşünce suçu diye bir kavramı bunun için mi ürettiler? Hani her türlü suç affedilse bile affedilmeyen bir suç var ya!
 
Hiç mi düşünenlerimiz yok. Bu kadar da insafsız olma diyorsunuzdur şimdi.

Olmaz mı!..

“Düşünüyorum öyleyse varım” demiş Descartes. Biz düşünmeyip de yok mu olalım toplu olarak! Elbette bizim de düşünenlerimiz var.

Televizyonlarda, işyerlerinde, okullarda… her yerde kocaman kocaman, takım elbiseli, gravatlı düşünürlerimiz var bizim! Hatta onların açtığı yolda bütün bir toplum düşünüyor, tartışıyoruz ve inanın bu düşünce suç olarak da kabul edilmiyor. Bilakis değerli büyüklerimiz (!) bizi böyle düşünmeye teşvik ediyorlar. Ne mi düşünüyoruz? Öyle boş şeyler değil çok önemli (!) şeyler.
 
Oturup açlık, savaşlar, sömürü, ahlaksızlık, yozlaşma gibi gereksiz konular düşünüp konuşacak değiliz ya. Tabi ki hangi takım hangi takımı yendi, o pozisyonda ofsayt var mıydı, yok muydu, penaltı haklı mı verildi, haksız mı?..
 
Neyse ben de çok düşündüm herhalde. Başım derde girmeden akletmeyi bırakıp nakletmeye başlayayım. Hem biraz da duygularınıza hitap edeyim:
 
“Kara gözlü bir çocuğun yumuk elleri kavrıyor kalın ve paslı parmaklığı.
 
Babasının neden eve gelmediğini soruyor çocuk.
 
Utancından kızarıyor yeryüzü, elleriyle yüzünü kapatıyor mavi okyanus…
 
“DÜŞÜNDÜM” diyor baba…
 
Korkuyor çocuk; soruyor tekrar: “Çocuklar için küçük hapishaneler yaparlar mı baba; çünkü ben de DÜŞÜNDÜM” (ODTÜ İkindi Dergisi Nisan–96)
 
Biz miyiz “düşünmez misiniz, anlamaz mısınız, akletmiyor musunuz?” diye bizi sürekli uyaran Kitab’a teslim olanlar?
 
Bizler mi düşünmeyi farz kılan bu dinin inananlarıyız?