Serdar EFE
15 Nisan 2008
EN ŞER ŞER, EHVEN-İ ŞER
Beyazın siyahı, yakının uzağı, haksızın haklısı, güzelin çirkini…
Bu tamlamalar ne kadar anlamsız ve saçma geliyor kulağımıza değil mi?
Hiç beyazın siyahı olur mu? İçerisinde siyah bulunan renk, artık beyazlıktan çıkmamış mıdır?
Ya haksızın haklısı!..
Ama bunlara çok benzeyen ve de çok sık kullandığımız bir deyim var dilimizde. “kötünün iyisi” diye. Alıştık, alıştırıldık bu tamlamaya. Hiç düşünmedik bir şey hem kötü, hem de iyi nasıl olur diye. Bakışlarımızı sadece şer tarafına çevirmemiz istendi; taktığımız at gözlükleri başka şeyleri örneğin hayrı görmemize engeldi. Bu şer çöplüğünde sıtma da vardı, ölüm de.
Ölümü gösterdiklerinde bize, sıtmaya razı olduk; sağlıklı bir ömrü aklımızın ucundan bile geçirmeden.
Gözümüz şer tarafına kaymış, burnumuzu bu pisliğin içine sokmuştuk ya işte bu şeytanın arayıp da bulamadığı bir fırsattı. Artık melek postuna bürünüp bizi kandırabilirdi, aynen Adem ve eşine yaptığı gibi. Hani nasıl da onlara dost görünmüş, sonsuzluk ve güç vaad ederek Allah’ın yasakladığı ağaçtan yedirmişti.(7/21) Deseydi ki “ Ben sizin düşmanınızım, bu ağaçtan yeyin ki Allah sizi cezalandırsın”, o ağaçtan yerler miydi hiç? Şeytan, Allah’a giden dosdoğru yolun üzerinde oturuyordu (7/16) ve bu yaklaşım da şeytanın sağdan yanaşmasıydı. (7/17), şeytanın Allah ile aldatmasıydı.(31/33,35/5)
Yüce Rabbimiz bütün bunlara karşı bizleri uyarmış ve buyurmuştu ki; “Hayırlarda yarışın” (2/148,3/114,5/48), “ Hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten sakındıran bir topluluk olun “ (3/104), Hak ile batılı ( hayır ile şeri) karıştırmayın. (3/71) Gene başka bir ayette Rabbimiz hayır ve şerri belirlemede ölçümüzün vahiy olması gerektiğini söylüyor, hevamızı bu konuda öne geçirmememizi tavsiye ediyordu. (2/216)
Ve Kuran’ın mesajının nasıl hiç eskimediğini ve eskimeyeceğini ispatlarcasına şöyle buyuruyordu: “ Dünya hayatına dair konuşması hoşuna giden, en azılı düşman olduğu halde kalbindekine Allah’ı şahit tutarak samimiyetini ispatlamaya çalışan insanlar vardır. İktidara geldiğinde orada fesada, ekini ve nesli mahvetmeye koyulur. Fakat Allah fesadı sevmez.” (2/204-205)
Bu kadar girişten sonra sadede gelelim. Kuran’dan habersizliğimiz yüzünden yıllardır hep başkalarının oyunlarında figüran olarak katıldık. Anadolu’nun çocuklarını emperyalizme asker yapan, sistemin bekası için “koruma kanunları” çıkaranları, sırf Ezanın yeniden Arapça okunmasını sağladığı için hemen baş tacı ettik. İçeriği ile hiç alakası olmadığı, hatta içeriğine düşman oldukları halde öpüp Kuran’ı başına koyanları Allah’ın adamları gibi gördük. Yaşlıca bir akrabam şimdi gerçek yüzünü açıkça ortaya koyan bir siyasetçiyi desteklemekteki hatasını “Kuran’ı öpüp başına koyduğu için o kadar alkışladık ki eve döndüğümde ellerimin patladığını fark ettim. Maalesef hatamı yıllar sonra anlıyorum” sözleri ile ifade ediyordu. Cuma kılan, eşi örtülü siyasetçiler, faiz, kumar, içki hiçbir şeye dokunmasalar; hatta zinayı serbest bile bıraksalar bizim için kahramandılar. Çünkü onlar Allah diyorlardı, çünkü onlar ehveni şerdiler!
Hep en ucuzun peşinde olduk. Bedel ödemeden başarı vaat edenlerin arkasında “ucuz dünya mutluluğu, ucuz cennet” idi parolamız. Rasulullah ve sahabe gibi büyük bedeller ödemeye ne gerek vardı ki? Biz onların onda birini yapsak yeterdi. Hatta bizim evlerimizde oturmamız onların cihadından daha hayırlıydı! Onların mal ve canları ile yaptığı şahitliği, biz birkaç dua ile yapabiliyorduk. Onlar hayırlarda yarışıp, en hayırlılar olmaya çabalıyorlardı, biz ise içerisinde hayır kırıntıları bulunan şer olmayı tercih ettik. Cihad bilinci ile destekledik şerrin hayırlılarını(!) Başka şerlere galebe çaldığımızda sanki Bedir’den dönen mücahitler gibi hissettik kendimizi.
Biraz daha insaflılarımız ise mevzi kazanımlar peşinde kayboldu. Koskoca bir ormana talipken/talip olmak varken teker teker verilen birkaç ağaca razı oldular. Başımızda şerrin şerlileri olsa daha mı iyiydi! o zaman bunca faaliyetleri nasıl yaparlardı! Hiç bu kadar rahat nefes alabilirler, hareket edebilirler miydi?(!)
Aklımızla kalbimizin bağlantısını bir türlü kuramadık. Duygularımıza hitap edildiğinde, fikirden, düşünceden, ilkelerden eser kalmadı bizde. Hem zaten ilkeler normal durumlarda belirleyiciydi! Şimdi ise durum farklıydı! Duygu seline kapılmış kalabalıklarla birlikte olmak varken ne gerek vardı kelaynak muamelesi görmeye!
Müslümanlar olarak bu oyunların ne zaman farkına varacağız? Dişimizi kıran taşın, rengi pirince en çok benzeyen taş olduğunu, basit kazanımlar peşinde batıl düzenlerin kurtarıcılarını desteklerken, aslında şer bataklığının içine çekildiğimizi ne zaman kavrayacağız? Ne zaman at gözlüklerimiz çıkartıp hayrı göreceğiz, duygularımızın esiri olmayı bırakacağız?
En şer şerrin, ehven-i şer olduğunu ne zaman anlayacağız?