Akif KARATAŞ
HÜSRAN
Sorumluluktan kaçarız daima, kendiliğinden bir sonuca varsın isteriz, parmaklarımızı kulaklarımıza tıkarız yıldırımın korkusundan. Sonunda çok güzel yorum yaparız, olan olmuştur ya artık, ne kadar çabaladığımızı, aslında ne kadar çok istediğimizi veya ne kadar istemediğimizi anlatırız. Suçumuz da yoktur aslında. Evet suçumuz yoktur, çünkü hiçbir şey yapmamışızdır.
Nedense skora dayalıdır yorumlarımız. Başında elini taşın altına koymayanlar, ya da taşı sırtlamaya kapasitesi olmayanlar, birden bire uzman kesilirler, korkanlar da masumca kendilerini savunurlar. Üzülürler, kahrolurlar, üzerler, kahrederler. Yüce Allah'a havale ederler en sonunda da.
Evet bir işte üzülmek, dertlenmek ve Yüce Allah'a havale etmek vardır, ama biz bunun sıralamasını şaşırmışız veya şaşırtmışlar bizi.
Düğünümüzü yaparken, paramızı kazanıp harcarken, çocuklarımızı yetiştirirken, hadi bunlar büyük işler diyelim, ekmek alırken bakkaldan, evimizin kapısından girerken, misafir ağırlarken aynı hatayı yapıyoruz. Hayatımızın her yeri bu sıralama yanlışıyla düzenlenmiş halde ve bunu biz yapıyoruz.
Yanlış olan ne peki? Yanlışımız şu ki; sırf sorumluluktan kaçtığımız için işin başında endişe ve kaygı duymuyoruz. Bu işin doğrusu ne, nasıl yapılmalı ya da yapmalı mı? Yolun en güzelini kim bilir diye bir kaygı taşımıyoruz. Sorumluluktan kaçıyoruz, çünkü kaygı duyar ve sorumlu davranırsak, bu iş başında zorlaşacak kendimize göre, belki çok istediğimiz o evi alamayacağız, belki o işi yapma diyecek bir kural var mutlak doğru olan, belki çocuklarımızı üzmek istemiyoruz, tabi birde komşular ne der, zaten herkes böyle yapmıyor mu sorusunu sormak, sorumluluk taşımaktan daha kolay.
Tamam böyle yapmadın, sormadın kimseye, hatta kendine bile, hayatını mutlak doğru kurallara göre tanzim etmek yerine rüzgara bıraktın kendini, tekeri patlak ya kamyonun bırak bir yere toslasın. Ama lütfen bu şekilde yola çıktıktan sonra başına gelenlere karşı hemen bir savunma geliştirme, lütfen üzülme, üzme, kahrolma, kahretme lütfen, hatta ve hatta araya aracılar koyup bu işin mutlak doğruya göre çözümü vardır deme, köşeye sinip işi Yüce Allah'a havale etme.
Bu dediklerimizi ilk başta yapacaktın. Hani çok iyi biliyordun, hani komşuların nerede, onlar şimdi “biz daha önce demiştik” diyorlar, çocukların hala mutsuz, en çok kederlenende sensin, hüsrandasın.
Evet zaman içinde gelişen bu işin sonunda hüsranla karşılaştın, şimdi kahroluyorsun, sabredemiyorsun, sabrettiğini söylüyorsun ama bu sadece kederine alışmışlığın. Sonunda hüsrana uğramak istemiyorsan, sabredebileceğin sonuçlarla karşılaşmak istiyorsan, yaptığının arkasında durabilmelisin, insanlara bunu tavsiye edebilmelisin, insanlar işin sonunda senin yanından uzaklaşmamalı, onları kahretmemelisin, ama bunu da yapamazsın çünkü senin bu yaptığın iş doğru ve iyi bir iş de değildi, niye doğru bir iş değildi çünkü kaynağı mutlak doğrudan değildi, sen sıralamayı bozdun.
Bu sancıları, bu sıkıntıları işin başında taşısaydın, sonu ne olursa olsun, işin başındaki o umursamazlığını yaşayabilirdin şimdi. İşte şimdi Yüce Allah'a havale edebilirdin.
Çocuğuna ilerde ne olacaksın sorusunu sormak yerine, çocuğumun sonu ne olacak kaygısıyla çabalasaydın, tüm çabana rağmen “ yüksek bir tepeye çıkar kurtulurum” der kaçardı senden belki, ama sen sadece onun için üzülürdün, kahrolmazdın, kahretmezdin kendini.
İçi boşaltılmış kavramlarla dolu sahte kurgular çevremizi kuşatmışken, aradan sıyrılıp, Yüce Allah'ın bizim hayatımızı düzenlemek ve hüsrana uğramayan, kurtulmuş, şerefli insanlar olmamıza yönelik kurallarına göre işe başlamalıyız artık. Çıkış noktamız, mihenk taşımız o olmalı. Kavramlarımız, kurallarımız, adetlerimiz böylesine iğdiş edilmişken, silkinmeli ve kendimize gelmeliyiz. Başlarken kederli, sonunda müsterih olmalıyız.