****
Sosyal medya fenomeni Kerimcan’ın ailesindeki başörtülüler haberlerde özellikle vurgulanıyordu bir ara. “Bakın ablası da başörtülü!” mesajı veriliyordu… Gençlere, “Aile yapınızdan dolayı cinsel kimliğinizi gizlemenize gerek yok. Bunlar birbiriyle çelişen şeyler değil.” denmeye çalışılıyordu. Bu iki şeyin, yani eşcinsellik ve başörtülülüğün birbirini dışlamadığı izlenimi oluşturulmaya çalışılıyordu. Bu olayda da başı örtülü ama “zihni açık!” bir anne ve onun güzellik kraliçesi seçilmiş bir kızı var. Ben, bu tür aile modellerinin kurgusal değil, gayet organik olduğunu düşünenlerdenim.
****
Zaten bu durumu içinden çıkılmaz hale getiren de bu sosyal dokunun çok gerçek olması. Evet, gerçek… En az gecekondu mahallelerinden, on milyonluk villalara taşınıp bunu normalleştirenler kadar, kimseye elini uzatmayıp günde on vakit Intagram’dan canlı yayın yapan mazbut hanımların varlığı kadar; muhafazakar rezidanslar, ultra lüks İslami oteller, Mercedes’li şeyhler, Kemalist eşcinseller, milliyetçi lezbiyenler, ahlaksız dindarlar, gelenekçi futuristler, sosyalist tüketiciler kadar gerçek…
****
Toplumda kültürel çözülme yaşayan insanlar, aileler her geçen gün artıyor. Toplum, kültür emperyalizmiyle, kapitalist kuşatmayla değer yıkımı yaşıyor. Ne sokağında, ne televizyonunda, ne müziğinde, ne giyiminde, ne sosyal medyasında aidiyet hissedecekleri motifler göremiyor insanlar. Anadolu’nun hikayeleri de, türküsü de, değerleri de yetim çocuklar gibi sahipsiz. İnsanlar akıllı telefonlarına o kadar dalmışlar ki, ne olduklarını, nereden geldiklerini ve nereye gitmeleri gerektiğini şaşırmış durumdalar. Kimlik krizi, Türkiye’yi en iyi anlatan kavram bana kalırsa. Bu anne-kızın görmeye alışkın olduğumuz fotoğrafı ise kimlik krizimizin en iyi resmi… Aynı Ataşehir’deki gökdelenler arasında yükselen Mimar Sinan Camii gibi. Fakat bu resim ,dayak yiyen şarkıcı kadının morlukları kadar dikkate değer değil ülkede.
****
Medya propagandasıyla yaşayan bir toplumuz ve medya her melaneti normalleştiriyor… Eşcinsellik ve muhafazakarlık, teşhircilik ve dindarlık bağdaştırılmaya çalışılıyor. Yan yana gelmesi mümkün olmayanlar, kolaylıkla ve iftiharla aynı fotoğraf karesine girebiliyor. Bir sahnede Ertuğrul Gazi canlandırılıp, diğer sahnede faizli banka reklamında oynanabiliyor. Yerlilik ve millilik satan gazete ve internet sitelerinde bile boy boy, dizi, magazin reklamları yapılıyor ve bunu hiç kimse garipsemiyor. Aşk’ı Memnu tipi diziler muhafazakar mahallelerden de tam not alıyor… Başörtülü kadınlar toplu halde Anıtkabir’i ziyaret ederek Ata’larına minnet sunabiliyor.
****
Şaka değil, bir kuşak içinde annenin başörtüsünden, kızının teşhir ettiği mayoya inebiliyor ahlaki ve kültürel kabuller. Bakın, bir yanda türbanlı anneler ve diğer yanda onların güzellik yarışmasına katılmakta beis görmeyen, çağın ruhunu okuyan, modern, seküler kızları… bu nerde duracak kimse kestiremiyor. Bu işin bir ucu siyasette bir ucu kültürde… Eşine ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında rastlanacak kadar sert bir kültürel geçiş bu! Ve çok yıkıcı bir savrulma… Balzac romanlarındaki Paris’in haşmetli çöküşünü andırıyor.
****
Böyle gittiği takdirde üç kuşak sonra ortada inanç, kültür namına hiç bir şey kalmayacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek yok. 16 yıldır bir kültür politikamız yok maalesef. Türk kültürü kitaplar ve müzelerde sergilenecek yakın gelecekte. “Şehvet, para, iktidar, haz” propagandası yapan popüler kültür kendinden başka her inancı, her kültürü son direğine kadar yıkacak. Sadece çocuklarımızın cinsel kimliklerini değil, rüyalarımızı bile çalacak… Kitleleri hazzın “kulu” haline getirecek.
****
Dindarlıkla popüler kültür kabullerinin bir arada var olamayacağını yazdığımda, “paranoyak” diyenlerin, küfredenlerin bu anne kızın fotoğrafına, yani yeni sosyolojimize dikkatle bakmalarını tavsiye ediyorum. Baksınlar ve popüler kültürün, müzik, televizyon ve sosyal medyayı kullanarak dindarından din tanımazına kadar TEK TİP ZİHİN ÜRETME projesinin sonuçlarını kavramayaçalışsınlar. Siyaset de bu Frankenstein kültür tarafından şekillendirilmeye hazır olsun.
RTÜK’ÜN BU YAZILARI OKUDUĞU DOĞRU MU?
RTÜK FOX TV’de yayımlanan “Kadın” adlı diziye ceza kesmiş. Tam da bizim “Kalkınma Putuna Kurban Sunmak” adlı, 9 Kasım tarihli yazımızda ele aldığımız bölümle ilgili bir ceza bu… Bazı okurlar yazı-ceza ilişkisine bakarak, “Yazılardan dolayı ceza kesiliyor” diyorlar. Ben emin değilim. Şayet yazılarımız RTÜK’e ceza yazdıracak kadar etkili oluyorsa, o halde diğer dizilere de ceza kesilmesi gerekmez mi?
Fakat madem okurlar öyle söylüyorlar, o halde bir bildikleri vardır diyerek şunu sorayım. Müge Anlı’nın karabasanı andıran programından bir tek bana mı gına geldi acaba? 3 kocalı kadın dramaları, babası belli olmayan çocuk gerilimleri, ardı arkası gelmeyen DNA testleri bir tek bizi mi rahatsız ediyor? Siyasilerden şu programları izleyen kimse yok mu?
Müge Anlı eleştirildiğinde “Ama hepsi gerçek” diyerek hemen savunmaya geçen teyzelere şunu söyleyeyim: Böyle berbat bir gerçekten, bize ne ki?
RTÜK yetkilileri, şayet bu satırları okuyorlarsa, bunu bir ihbar kabul edebilirler.