‘Sadece müslümanlara baskı’ üzerine oturtulan bir düzende..
Türkiye’de, bir ‘din’ gibi dayatılan ‘kemalist/laisizm’ üzerine oturtulan resmî ideoloji, kendi varlığını korumak için, herkese bir ayrı mavi boncuk gösteriyor.. Büyük çoğunluğun, laiklerin beğenisine, zevkine, diktelerine uygun şekilde davranmaları için yapılan zulümlerin, baskıların hiçbirisi önemli değilse, Babacan’ı siz de suçlayabilirsiniz..
02-06-2008
Selahaddin Eş Çakırgil
Türkiye’de, bir ‘din’ gibi dayatılan ‘kemalist/laisizm’ üzerine oturtulan resmî ideoloji, kendi varlığını korumak için, herkese bir ayrı mavi boncuk gösteriyor..
Alevîlere, ‘Bak ben olmasam, sünnîler sizi keser.’ diyor. Sünnî kitlelere ise, (milletin verdiği vergilerle beslenen Diyanet Teşkilatı’nı lûtfen ayakta tutuyormuş gibi göstererek), ‘Bak ben olmasam, siz hiç bir câmi ve diğer ibadet hizmetlerine ulaşamazsınız..’ diyor!
Geçmişte, büyük kitleler halinde, şimdi ise bir avuç olan ve müslüman halklarla genelde barış içinde, asırlarca iç-içe yaşamış gayrimuslim unsurlarla, onların bugün hâmileri pozisyonunda gözüken Batı’lılara ise, ‘Biz olmasak bu ülkenin kimler eline düşeceğini bilmiyor musunuz?’ mesajını veriyor. (Demirel, Çiller ve Yılmaz gibi, muhafazakâr kitlelere dayanan başbakanların bile, başbakanlıkları sırasında, Batı’lılara, açıkça, ‘Türkiye’deki dinci kaybetmemiz mânasına gelmez, Batı’nın da kaybı olur..’; ya da, bir rektörün, ‘Ben gayrimuslim bir ülkede olsam, orada, kızların başörtüsüne karşı çıkmazdım, ama burada durum farklı..’ deyişlerini de hatırlayalım..)
‘Kemalist/laisizm’, eskiden komünizm ve irtica korkularından bir ‘paranoia’ oluşturmaya çalışırdı.. Şimdi ise, komünizm bertaraf oldu, irtica lafı da artık iyice bayatlayınca.. Açıkça, dincilik, İslâmcılık gibi terimleri kullanıyorlar, tehlikeyi anlatmak için.. 11 Eylûl 2001 Saldırıları’nın Batı dünyasında estirdiği rüzgârları da arkasına alarak..
Bunlara bir de ‘ülkenin bölünme tehlikesi’ eklenince, tablo tamam oluyor..
Bu rejim ve onun 100 yıl öncesindeki öncüleri olan ve kendilerini ‘münevver/aydın’ diye niteleyen, gerçekte ise, ‘mustağrib’ler, (Batı çarpılmışları), kendi dünyalarının geleceğini garanti altına alabilmek için, 200 yıldır hep Batı’ya yönelmişken.. Ve zulümlerine, Avrupa kurumlarından bir teyid gelse, hemen onu bayrak edinenler, kendi zulümlerine karşı, aynı yerlere başvurulması karşısında ise, hemen, ‘Bunlar ülkemizi dışarıya şikâyet ediyorlar..’ diye, feryadı koyverir ve halkı kandırmak için vatansever kesilirler!
Yahu, o yolu açanlar sizsiniz.. Ama, istiyorlar ki, AB kurumları sadece onları korusun..
Dışişleri Bak. ve AB Başmüzakerecisi Ali Babacan, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Dışişleri Komisyonu’nda yaptığı son konuşma yüzünden, bugünlerde kıyasıya eleştiriliyor.. Çünkü, Babacan, ‘Türkiye'de gayrimüslim azınlıklara baskı uygulandığına dair’ görüşler üzerine, ‘Türkiye’de sadece gayrimuslim azlık unsurlar değil, temel haklar ve özgürlükler planında müslüman çoğunluk da problemler yaşıyor.. (...)’ şeklinde karşılık vermiş..
Problem de buradan başlıyor. ‘Ülke dışarıya nasıl şikâyet edilir?’ diye..
Halbuki, Babacan az bile söylemiş.. Ama, milletimize, 80 küsur yıldır en akıl almaz zulümleri uygulayan cereyanın takibçileri, suçlandıklarının vehmine kapılıp, ‘vatansever’ kesiliyorlar.
Kaldı ki, Babacan ülkeyi şikâyet etmiyor, sadece bir tesbitte bulunuyor. ‘Gayrimuslimlere baskı mı dediniz, temel haklar ve özgürlükler konusunda, müslüman çoğunluk da problemler yaşıyor..’ diyor.. Yalan mı?
Türkiye’de müslüman halka yapılan baskıları görmemek için, kör olmak gerekir..
Görenedir, görene.. Köre nedir, köre ne..
Ama, E. Özkök gibiler, annesinin oruç tuttuğundan, babasının içkisini de içtiğinden, Cuma namazına da gittiğinden, hiç bir baskı olmadığından sözedebilir. Kimileri de, 60 yıldır Türkiye’de yaşadıklarını, müslümanlara baskı yapıldığını asla görmediklerini, duymadıklarını söyleyebiliyorlar; utanmadan.. Ama, hangi zorba güruh, kendisini zâlim ve diktatör olarak niteliyor ki? Hepsi, kanun ve hukuk adına kurmuyor mu, zulüm tezgahlarını..
Bu gibilerin beyanlarını anlayabiliriz de; Meclis Başkanı Toptan bile, bu konuşmanın hatırlatılması üzerine, ‘Belki Sn. Babacan'ın ifade ettiği; ibadet özgürlüğünün kullanılması arasındaki bazı engellemelerdir.. -İşte başta türban olmak üzere- farklı bir konudur. Oradan hareketle bir genelleme yapmak bence doğru olmaz.. İnsanlar, Türkiye'nin özgür laiklik anlayışını beğenerek ve severek uyguluyor ve yaşıyor..’ demez mi?
Yaaa, yaaaa.. Ne kadar da severek!.. Cellâdına gülümseyerek!..
Türkiye’de millete rağmen, zorla ve dârağaçları çalıştırılarak yapılanlar mı millet tarafından beğeniyle, sevilerek benimseniyor? Baykal onun için mi, ‘laikliği millete sorarak mı kabul ettirdik?’ diye soruyordu. Ya da, Barroso’nun‚ ‘demokratik laiklik’ sözüne bile, ‘demokratik laiklik, laiklik olmaz’ diye karşı çıkıyordu? Ya, ‘insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduklarının ileri sürülemiyeceği’ belirtilerek, anayasayla koruma altına alınan kanunlar?
Büyük çoğunluğun, laiklerin beğenisine, zevkine, diktelerine uygun şekilde davranmaları için yapılan zulümlerin, baskıların hiçbirisi önemli değilse, Babacan’ı siz de suçlayabilirsiniz..
Gayrimuslimlere yapılan baskılar, genelde, el konulan vakıflarla ilgili olup, o da, ‘İslâm vakıflarına el konulurken, ayırım yapılırsa, halk gerçeği anlar..’ diye olmuştur. Tıpkı, 1971’de, Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılmasının da aynı mantıkla olduğu üzere..
‘Taife-i laicus’ kendi ideolojik bütünlüklerine en küçük bir darbe vurabileceği endişesiyle, müslüman halkın inançlarına prangalar vurmaktan el çekmezken, kendi yaptıklarının açığa çıkmasından, bir gün hesaba çekileceklerinden dehşete kapılıyorlar..
Bu vesileyle değinmeliyim.. Bu konu, dün, Star Tv.’de de tartışıldı.. Bir ‘R. Mengi klasiği’ olan programın müdavimlerinden Aytunç Altındal isimli zat, konuyu tartışırken, kinini gizleyemiyor ve ikide bir, ‘Babacan adlı zat.. Bebecan mı, Babacan mı, her ne ise..’ gibi laflar ederek, terbiye seviyesini sergiliyordu.. Sunucu zâten mâlûm.. Ama, o programa katılan DİB. Başkan Yard. Prof. Mehmed Görmez ve ilâhiyatçı Prof. Şaban Ali, ‘Biz, katıldığımız bir programda bu gibi lafları kabullenemeyiz.’ diye bir ‘seviye hatırlatması’ yapamaz mıydı?
Öte yandan, Altındal’ın, ‘Müslümanlar büyük çoğunluk ise.. Gayrimuslimlere de baskı varsa.. Ve, büyük ekseriyet de baskı görüyorsa.. Bu baskıyı yapanlar kim? Göze görünmeyen bir güç yapıyor, öyle mi? Bu kabul edilemez’ vs. gibi demagojik sözleri, laiklik deyince onun mantıkî muhakemesinin de, tıpkı R. Mengi gibi patinaj yaptığını bir daha gösteriyordu..
Babacan, o sözlerine hiç kıvırmadan sonra da sahib çıktığı gibi, Başbakan Erdoğan da sahib çıkmıştır.. Bu da, artık, eski alışılmış kalıpların kırılmakta olduğunun korkusunu yaşatmakta ve ‘taife-i laicus’u daha bir küplere bindirmektedir.. O taife, yazık ki, milletin iradesine, haklarına, özgürlüklerine saygı göstermeyi akledecek bir seviyeye gelmekten çok uzaktırlar ve bu tavırlarıyla tükendiklerini daha bir sergilemekten başka bir şey yapmış olmuyorlar.
- Bir 10 Kasım Mağduriyeti: Dr. Mehmet Arslan Tutuklandı
- İktibas’ın yeni sayısı Bangladeş gündemi ile çıktı
- Diken ve Karanfil
- Hayrola Mahmud Abbas
- Bir milyon yahudi, işgal altındaki toprakları terketti
- Ya Eyyühel Müzzemmil
- Son Seyahatimizden Yansımalar
- Husi: Gazze'ye destek için vurulan gemi sayısı 177'ye çıktı
Makaleler
Hava Durumu