"Sahih İslam anlayışından sapmaların temel sebebi vahiyden uzaklaşmak"
Özgür-Der Çorum Şubesi'nde “Kur'an Dışı Din Anlayışının Temelleri” konulu bir seminer veren Şuayp Mekeç, sahih İslam anlayışından sapmaların ana sebebinin vahiyden uzaklaşmak olduğuna vurgu yaptı.
26-05-2009
Özgür-Der Çorum Şubesi 2008-2009 dönemine ait alternatif eğitim seminerlerinin sonuncusunu “Kur'an Dışı Din Anlayışının Temelleri” konu başlığı ile Bartın Bilgi-Der’den Şuayp Mekeç sundu.
Allah’ın kullarını başıboş yaratmadığını, elçileri vasıtasıyla insanları hidayete, karanlıklardan aydınlığa çıkartacak vahyi gönderdiğini hatırlatarak konuşmasına başlayan Şuayp Mekeç, zamanla sahih İslam algısının bozulduğunu, hakla batılın karıştığını belirtti.
Sahih İslam algısının kirlenme sürecine değinerek konuşmasına devam eden Şuayp Mekeç, kirlenmenin ve sonucunda oluşan din anlayışlarının ana sebebinin vahiyden uzaklaşmak olduğuna vurgu yaptı. Bu süreçte yaşanan başlıca sapmaları da Siyasi, Usulü, Tasavvufi, Diğer Kültürlerden Kaynaklanan Sapmalar ve Modern Sapmalar olarak sıraladı.
Başlıkları altının dolduran ve örnekler vererek sunumunu gerçekleştiren Mekeç, Hz.Peygamber’in (AS) vefatıyla başlayan yönetimsel ayrışmalar ve zaaflardan bahsetti. Özellikle Hz.Osman’ın hilafetinin ikinci döneminde gerçekleştirilen icraatlar ve daha sonra Muaviye ile şura temelli yönetimin nasıl salatana dönüştüğünden bahsetti.
Fıkıh, Kelam, Mezhepler ve metin tenkiti yapılmamış uydurma Hadislere de değinerek konuşmasını sürdüren Mekeç, vahiyden uzaklaşarak, mezhepleri önceleyen yönelimler ve yaşanan faklılıklara değindi. Fetihlerle ve tercüme hareketleri ile başlayan, vahyin eğitiminden geçmemiş toplamlar ve terk edilmeyen geleneksel Kuran’a aykırı kültürlerden kaynaklanan kirliliklere de değinen Mekeç, zamanla bu kirliliğin sahih İslam’a ciddi zararlar verdiğine vurgu yaptı. Sonraki süreç de yaşananlardan yanlış peygamber anlayışından, şefaat ve gaybi konulardan kaynaklanan sapmalara değindi ve tasavvuf düşüncesinden örnekler vererek nasıl sapmalar yaşandığını gözler önüne sermeye çalıştı.
Ulusçuluk, Tarihselcilik gibi bazı Modern Sapmalara ve ümmet bilincinden uzaklaşan müslümanların emperyalist güçlerin işini kolaylaştırdığını yaşananlardan örnekler vererek değinen Mekeç, müslümanların Kuran’a tüm önyargılarından sıyrılarak tekrara yönelmesi gerektiğini ve sahih bir İslami kimliğin öncellenmesi gerektiğini vurgulayarak konuşmasına tamamladı.
Program, soru cevap bölümünden sonra karşılıklı fikir alış verişleri yapılarak sona erdi.
-
HUSEYIN SASMAZ 20-04-2010 12:37
MÜSLÜMANLAR ALLAH'A OLAN SEVGİ BAĞLARINI KOPARTINCA HÜSRANA UĞRADILAR İslam ümmeti tarihinde asla bugünkü bulunmuş oldukları duruma düşmemişlerdir. İnişli-çıkışlı bazı dönemler geçirmiş olsalar da, bugün içinde bulundukları elem, sefalet, açlık izzet ve şereften yoksun bir duruma gelmemişlerdir. Tabi ki, ümmet durup dururken kendiliğinden bu hale gelmiş değildir. Konunun vuzuha kavuşması için bu duruma düşüş sebeplerinden biri olan “sevgi bağı ve dünya hayatına meyletme” meselesi üzerinde durmak gerekir. Dünya hayatını sevmek mefhumu, mefhumu muhalifi olan ahiret hayatını unutma hususunu da konumuza dahil edecektir. İnsan fıkratın da var olan meyillerden bir tanesi de “sevgidir.” Sevgi mefhumunu ikiye ayırmak mümkündür: a- Fıtratta bulunan ve ani olaylar neticesinde zuhur eden sevgi türü, b- İnsanın iradesi dahilinde olan ve kişinin taşıdığı fikre göre hayata yansıtılan sevgi türü. Birincisi, İnsan ve hayvanda mevcuttur. İkincisi ise, sadece insanda mevcuttur. a- Doğal olarak sevgi her insanda bulunur. Hiç tanımadığınız, dilini dahi anlamadığınız bir insana en zor anlarında herhangi bir şey ikram etmeniz veya yardımda bulunmanız halinde size bu tavrınızdan dolayı sevgisini bildirmek için bazı hareketlere girişecektir. İnsan çok tehlikeli bir ortamda korkunun mefhumu muhalifi olan sevgiyi ani olarak kullanmaya başlar. Bunun örnekleri çoktur: Ateşler arasında kalan insanın ateşten korkusu, o an tek kurtarıcı olan Allah’a karşı yalvarışı, Ondan yardım dilemeyi ve O’nu sevmeyi ortaya çıkartır. Veya bir annenin yavrusunu suda boğulmaktan kurtaran herhangi bir şahsa gösterdiği sevgi dolu davranışları gibi. Bu gibi durumlar geçicidir. İnsan bunu yönlendirmekte acziyet içerisindedir. Engel olması mümkün değildir, ne kadar zorlarsa zorlasın fıtratından söküp atamaz. Hatta peygamberler dahi bu konuda imtihana tabi tutulmuşlardır. Nuh Aleyhisselam’ın gemisi hareket ettiğinde geride kalan evladına karşı fıtrî olan sevginin tezahürü olarak acıma hissini ortaya koyması gibi. Kur’an da bu husus hakkında şunlar zikredilir: ونادى نوح ربه فقال رب إن ابني من أهلي وإن وعدك الحق وأنت أحكم الحاكمين(45)قال يانوح إنه ليس من أهلك إنه عمل غير صالح فلا تسألني ما ليس لك به علم إني أعظك أن تكون من الجاهلين “Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin." Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hud 45-46) Bu noktada meydana gelen durum, histen doğan sevgiden kaynaklanmaktadır. Histen doğan sevgide düşünme gerçekleşmez. Evladı ölen bir ananın sevgiden doğan acıma hissinin önüne geçemeyerek çırpınması gibi. Hatta bu ortamda öyle sözler sarf edilir ki, isyan ve şirk kokan kelamlar dahi farkında olmadan söylenebilir. İnsan bu gibi hallerden kurtulduktan sonra olaylara bakış açısı değişecektir. Hisle alakalı fıtri sevgi hayvanlarda da mevcuttur. Bunun canlı örneklerini çevremizde görmek mümkündür. Bir köpeğe veya başka bir hayvana su ve yiyecek tipi bir şeyler verdiğiniz de o hayvan bunun karşılığını sevgi izlerini gösteren herhangi bir hareketiyle size yansıtacaktır. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, ani tezahür sonucu ortaya çıkan sevgi türü insan ve hayvanın yaratılışında mevcuttur. b- İnsanın iradesi dahilinde olan sevgiye gelince; bu hal normal bir konumda nefsiyetteki iticilerin zihniyetin sahip olduğu fikirlerle yönlendirilmesi sonucu ortaya çıkan sevgi türüdür. Bu ise, sadece insanda mevcuttur. İnsanla hayvan arasını ayıran en büyük özelliklerden biriside budur. İnsan sahip olduğu fikirler doğrultusunda sevgi mefhumunu kullanır. Bu olay iradesi dahilinde zuhur eder. Eğer bu sevgi akıldan yoksun bir şekilde yalnız bırakılacak olursa vicdani bir sevgiye dönüşür ve yanılgıya düşer. Hayatta değeri olmayan ve insanı tehlikeli konumlara götüren şeyleri sevmeye yönlendirir. Bu hususta aşırı hareketlerinin sonucu sevgi, zulmü beraberinde getirir. Burada şunu da zikretmek gerekir ki, korku da sevgi ile bağlantılıdır. Aşırı derecelere ulaşan sevgi, sevilen bir şeyi kaybetmek veya ona karşı kusur işlemekten kaçınmayı gerekli kılar. Çünkü yapılacak hata sevgide zedelenmelere ve sevilenin gazabını üzerine çekmeye neden olabilir. Hayata olan aşırı meyil hayattaki bütün şeylerden tatmin olmamaya götürür. Bununla beraber tatmin olmak için ne gerekiyorsa sınır tanımaz bir şekilde elde etmenin yoluna gidilir. İrade dahilinde gerçekleşen sevgi fıtri sevginin önüne geçebilir ve onu köreltir. Yani irade dahilinde ki sevgi, taşınılan fikirler neticesi meyilleri zorlar ve ön plana çıkartır. Rahat yaşamak, çok mala sahip olmak, rahatı bozacak her şeyi acımasızca ezip geçmek gibi hasletler ister istemez kişide hakim olacaktır. İşte, İslam bu hali değiştirmek, sınırlamak için bir hayat nizamı olarak, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem yolu ile tüm insanlığa gönderilmiştir. İslam’ın ilk hayata indiği dönemler insanlar cahiliye hayatı dediğimiz çirkef bir yaşantı içerisinde idiler. Onlarda dünya sevgisi doruk noktasına ulaşmıştı. Bu sevgi yaşantılarını öyle bir noktaya getirmişti ki, evlatlarını dahi diri diri sıcak çöl kumlarına gömmelerine sebep olmuştu. Adeta onlarda bu hal örfleşmişti. Hz. Ömer Radiyallahu Anha dahi Müslüman olmadan önce kendisini bu halden kurtaramamış kız evladını canlı canlı toprağa gömmüştür. İradesi dahilinde gerçekleşen bu örfleşmiş olay, evladının çığlıklarına kulak tıkatmasına, fıtrattan gelen sevgiyi öldürmesine kadar götürmüştür. O gün hayatta sevdikleri şeylerin önüne geçen engelleri kaldırmak için gaddarlaşan Ömer, İslam’ın getirdiği değişimle adalet timsali (temsilcisi) Ömer Radiyallahu Anha olarak adını tarih sayfalarına yazdırmış değerli bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam cahiliyet dediğimiz ortamı değiştirmiş, o insanları bulundukları çirkef dolu hayattan kopartıp temiz bir yaşantıya kavuşturmuştur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem sevgi mefhumunu onların anladığı ve bağlandığı anlayıştan çıkartarak asıl sevginin Allahu Teala’ya yapılmasının gerekli olduğunu ortaya koymuştur. İnsanın iradesi dahilinde olan sevgi mefhumunu İslam, yüzeysel bakıştan doğan sevgi yerine aydın bir bakışla elde edilen sevgiye dönüştürmüştür. Bu köklü yönlendiriş, insanı bozuk fikir ve düşünceler sonucu doğan dünya sevgisi yerine Allah sevgisini hakim kılmıştır. Allahu Teala’ya olan sevgi O’nun getirdiklerine tâbi olmayı da beraberinde getirmiştir. Böylece İslam sevgi mefhumuna yeni bir anlam yüklemiştir. O da, Allah’a olan sonsuz muhabbet ve sadakattir. Çünkü, seven sevgisini ispatlaması gerekir. Bu ise ancak sevilenin isteği ve hoş gördüğü doğrultuda olur. Allah’a olan sevgi dünyaya olan aşırı meyli ortadan kaldırır ve Allah’ın istekleri doğrultusunda hareket etmeye yöneltir. Böylesi bir zihniyete sahip olunduğunda dünya hayatı insanın gözünde küçülecektir ahirette kavuşacağı nimetler onun gözünde büyüyecektir. Allah Subhânehu Ve Teala ahiret hayatı hakkında şöyle buyuruyor: فآتاهم الله ثواب الدنيا وحسن ثواب الآخرة والله يحب المحسنين “Allah da onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever.” (Al-i İmran 148) وما الحياة الدنيا إلا لعب ولهو وللدار الآخرة خير للذين يتقون أفلا تعقلون “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?” (En’am 32) Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem cahiliye adetleriyle dolu olan bir toplumdan temiz bir toplumu çıkarmıştır. Allahu Teala’ya olan muhabbetleri o toplumu, Allah’ın emirlerine daha çok bağlanmaya itmiştir. Yine bu sevgiden doğan korku, Allahu Teala’nın emirlerinden uzaklaşmanın neticesi uğrayacakları azabı daimi şekilde hatırlatmıştır. Allah’ı razı ettikleri takdirde elde edilecek Cennet gibi bir mükafatın dünya nimetlerinden kat kat fazla olduğu fikri onlara yerleşti. Allahu Teala şöyle buyurdu: ويرزقه من حيث لا يحتسب ومن يتوكل على الله فهو حسبه إن الله بالغ أمره قد جعل الله لكل شيء قدرا “Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talak 3) Sevgiden doğan “Allah’a güvenle” sahabelerin birçok aşılması zor işleri başarmaya muvafık oldukları aşikârdır. Allahu Teala o toplumu yaptıkları iş karşılığı Cennetle mükâfatlandıracağını vaat ettiği gibi bu dünyada da ödüllendirmiş, bütün yeryüzünün zenginlikleri ayaklarının altına serilmiştir. Hatta öyle bir gün geldi ki zekât verecek insan bulmakta zorlanır oldular. Bu hal Allahu Teala’ya karşı olan sevginin bir ürünüdür. Müslümanlar bu hali devam ettirdikleri müddetçe hiç bir zaman rezil olmamışlardır. Ne zaman ki, bu hususta gevşeklik zuhur etti, işte o an Müslümanlar bulundukları konumdan hızla uzaklaşmaya başladılar. Bazı etkenler (yeterince Allah’ın getirdiklerine değer vermemek, dünya metaından daha çok pay kapma) neticesi Allah’a olan sevginin yerini başka sevgiler almaya yüz tuttu. Bu gevşeklik dünyaya bağlılığı doğurdu, ölümden korkulur hale gelindi ve dünyaya olan rağbet arttı. Bunun neticesi cihad terk edildi ve dünya işleriyle meşguliyet hat safhaya ulaştı. Oysa üç sahabe cihada gitmediği için, kendilerinde Allahu Teala’nın sevgisinden bir şeyin eksildiğini görmüşler ve gazabına uğrama korkusundan günlerce gözyaşı dökmüşlerdi. Ta ki haklarında ayet nazil olasıya kadar. Sevinçte ve tasada sahabenin sergilediği tavır gerçekten bizim için örneklerle doludur. Onlar sevgilerinin temelinde Allahu Teala’ya olan bağlılığı esas alıyorlardı. Enes Radiyallahu Anha’dan rivayetle Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu ki: “Kimde üç şey bulunursa îmânı tatmış olur. Allah ve Resulü kendisine mallarından daha sevgili olmak; bir kimseyi sevmek, fakat yalnız Allah için sevmek; (Allah, onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak.” O gün sevginin önüne geçen engeller çok berrak bir şekilde ortaya çıkıyordu. Fakat daha sonraki dönemler bu berraklık kayboldu. Sevgide günümüzde olduğu gibi kargaşa yaşanmaya başlandı. Allah’ı sevdiklerini söyledikleri halde bugün Allah’ın düzeninin dışındaki düzenleri de sever oldular. İslam’ın getirdiklerine karşı bir itaatsizlik baş gösterdi. Demokrasiye, cumhuriyete bağlılıkları arttı. Laiklik gibi birçok mefhumları savunur oldular. Bu düşüklük ümmeti karanlık dehlizlere doğru çekti. Yaptıkları haramlarla iştigalin Allah’a olan sevgilerini zedelemediği vehmine kapıldılar ve ne yazık ki günümüzdeki elim duruma duçar oldular. Bugün Müslümanlar, dünyaya bağlandıklarından ve aşırı derecede dünyayı sevdiklerinden dolayı ahiretle ilgili bütün hususları unuttular. Allahu Teala kitabında bu duruma düşenleri şöyle uyarmaktadır: ويرزقه من حيث لا يحتسب ومن يتوكل على الله فهو حسبه إن الله بالغ أمره قد جعل الله لكل شيء قدرا “Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.” (Ra’d 26) Allah sevgisi onlarda yüzeysel veya göstermelik bir hale dönüştü. Hesap gününü düşünmez oldular. Dünya sevgisi öylesine ağır bastı ki, İslam hayatlarında ölçü olmaktan çıktı, dinlerine olan bağlılıkları adeta kayboldu, yaşadıkları ortamı benimsemeye başladılar. Dinlerine olan haince fikri, siyasi saldırıları normal bir olaymış gibi algılar hale geldiler. Kâfir sömürgecilerden arta kalan ellerindeki mallara öylesine bağlandılar ki, kaybetme korkusu benliklerini sardı. Bu hal onlardaki İslam’a bağlanma cesaretini kırdı ve ölümden korkar oldular. Amr bin Avf Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’den şöyle rivayet etmiştir: “Vallahi size fakirlik halinin geleceğinden hiç korkmam. Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa o da, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılarak onların birbirlerini çekemeyip dünyalığı ele geçirmek için yarıştıkları gibi sizlerin de aynı şekilde birbirinize düşmeniz ve nihayet dünyalığın onları helâk ettiği gibi sizleri de helak etmesidir.” buyurdu. Dünyayı çok sevmek ve dünyadaki nimetler üzerinde ısrarcı olmak cennet gibi bir nimeti unutturur. Oysaki bu dünyanın bütün nimetleri fanidir. Ahirette kavuşulacak Cennet gibi bir nimet ise ebedidir. Allah u Teala bu konuda şöyle buyuruyor: يطاف عليهم بصحاف من ذهب وأكواب وفيها ما تشتهيه الأنفس وتلذ الأعين وأنتم فيها خالدون(71)وتلك الجنة التي أورثتموها بما كنتم تعملون(72)لكم فيها فاكهة كثيرة منها تأكلون “Onlara altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve kendilerine: Siz, orada ebedi kalacaksınız, işte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur. Orada sizin için bol bol meyveler vardır, onlardan yersiniz, denilir.” (Zuhruf 71,72,73) Müslümanlar dünyaya olan meyillerinde aşırı gitmelerine rağmen huzuru bulup mesut bir yaşantıya kavuşmuşta değillerdir. Her yanda Müslümanların ezilip dışlanmaları bunun açık örneğidir. Malları kâfirlerin sömürüsüne teslim edilmiş, çok sevdikleri evlatları, küfrün inkarcı fikirleriyle dolması için, eğitilmek üzere eğitim mekanizmalarına teslim edilmiştir. Bu halden kurtuluşun yolu Müslümanların Allahu Teala’ya olan bağlılıklarını, O’na olan sevgilerini yeniden ön plana çıkarmalarına bağlıdır. İradeleri dahilindeki bu sevgi mefhumlarını yeniden gözden geçirip, şu an meylettikleri sevginin kendilerini aldatmakta olduğunu görmenin zamanı çoktan gelip-geçmiştir. Zihniyetlerine saplanan küfrün pis tortularını atıp Allahu Teala’ya bağlanarak yeniden o şerefli yaşantıya artık koşmalıdırlar. Aksi halde ise Allah Subhânehu Ve Teala’nın şu buyurduğu muhakkak yerini bulacaktır: وإن تتولوا يستبدل قوما غيركم ثم لا يكونوا أمثالكم “Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” (Muhammed 38) Sevmek ve sevilmekten uzak kalmak dünya ve ahretimizi köreltmek demektir. Sevginin olmadığı yerde lanet vardır. Böylesi bir konuma düşmekten Allahu Teala’ya sığınmaktan başka çare yoktur. قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله ويغفر لكم ذنوبكم والله غفور رحيم “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmran 31) Ne mutlu Allahu Teala’yı sevip mağfiretine sığınanlara...
- BİR AHMED KALKAN GEÇTİ BU TOPLUMDAN
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Hutbesi
- SİYONİZM İNSANLIĞIN DÜŞMANI
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Sohbeti ve Hutbesi
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Sohbeti ve Hutbesi
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Sohbeti ve Hutbesi
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Sohbeti ve Hutbesi
- Kur'an Yurdu'nda Cumartesi Sohbetlerinde Kur'an'da İtaat ve İsyan Konusu Konuşuldu
Makaleler
Hava Durumu