AKP aday adayı: İstenirse başımı açarım

Tüm gözler AK Parti'nin başörtülü aday adaylarında ve Erdoğan'ın kararında... AK Parti başörtülü aday gösterir mi sorunun tartışıldığı günlerde, Giresun'dan aday adayı olan Nilüfer Demir 'başını açma garantisi' verdi!

19-03-2011


Tüm gözler AK Parti'nin başörtülü aday adaylarında ve Erdoğan'ın kararında... AK Parti başörtülü aday gösterir mi sorunun tartışıldığı günlerde, Giresun'dan aday adayı olan Nilüfer Demir 'başını açma garantisi' verdi!

42 yaşındaki Nilüfer Demir, lise mezunu, evli ve iki çocuk annesi. AKP’nin Giresun’da kadın kolları kurucu üyesi. 2002-2007 arasında kadın kollarında görev yapan Demir, 2004’teki yerel seçimlerde belediye meclis üyeliğine aday oldu ancak listeye giremedi. Başbakan’ın, kadın milletvekili sayısının artacağına ilişkin açıklamaları da Demir’in başvuru yapmasını tetikledi.

Neden aday oldum?

Eşi ile iki çocuğunun da kendisini desteklediğini söyleyen Demir,“Başörtü takıyorum. Ama ben daha önce Kadastro Müdürlüğü’nde çalışırken de daireye gidene kadar kapıyordum, dairede açıyordum. Zaten listeye girersem gerilim taraftarı olmam. Genel Başkanım ne derse, kapalı ya da açık, onların verdiği her karara uyabilirim. Genel Başkanımın dediği her doğrultuda ben hareket ederim. İçtüzük ne uygulamamızı gerektiriyorsa” dedi.

Parti yetkilileri ile de ‘başörtüsü’ konusunun gündeme geldiğini ve ‘gerilim taraftarı olmayacağını’ ifade ettiğini kaydeden Demir, “Başını açabilirsin ama beynindekini değişteremezsin ki” diye konuştu. Demir, neden aday olduğunu ise şu sözlerle açıkladı: “Bayanların sadece evde oturup çocuk yapan, ev işi yapan bir şeyden anlamayan şeklindeki algıyı aşmak için, ev hanımı da olsa kendilerini her alanda gösterebileceğini ispatlamak için aday adayı oldum.” Bem-Bir Sen’de il başkanlığı yapan Mustafa Demir “Ev hanımlarının da aktif siyaset yapmasından yanayım” diyerek eşine tam destek verdi.

(Kaynak: Radikal)

 

Etiketler : #AKP   #aday   #adayı:   #İstenirse   #başımı   #açarım   
YORUMLAR
  • nuri   23-03-2011 17:38

    (Parti yetkilileri ile de ‘başörtüsü’ konusunun gündeme geldiğini ve ‘gerilim taraftarı olmayacağını’ ifade ettiğini kaydeden Demir, “Başını açabilirsin ama beynindekini değişteremezsin ki” diye konuştu'')--Alın size yumuşacık,ılık ılık yeni model inanç sisteminin ürünleri.Bu gün başını açmayla başlar.Yarını yazmaya gerek bile yok.

  • muhammed   21-03-2011 16:59

    Bu haberi okuyunca aklıma yalnız Allah’a kul olma ve ona hiçbir şeyi ortak koşmama yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihad eden sahabiler de geldi. Nahl 106- Kim iman ettikten sonra Allah’a nankörlük ederse, kalbi iman ile dopdolu olduğu halde küfre zorlanan kimseden başka kim de göğsünü inkârcılığa açarsa Allah’ın gazabı onların üzerinedir. 107- Bu, dünya hayatını ahirete üstün tutmaları ve Allah’ın kâfir toplumu doğru yola iletmemesinden dolayıdır. 108- Onlar, Allah’ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Çünkü onlar gafil olanların ta kendileridir. Yukarıdaki ayet Ammar b. Yasir, Bilâl b. Rebah ve bunlar gibi yoksul ve koruyucusuz Müslümanların müşrikler tarafından Rasulullah’a sövmeye ve buna benzer küfre götürücü sözler söylemeye zorlanmaları olayı üzerine nazil oldu. Bu zavallıların kimi Ammar gibi, karşılaştığı baskı altında dili ile küfrü gerektirecek söz söylemek zorunda kalmış ve kimi de Bilâl gibi bütün baskılara katlanarak ağzından böyle bir söz çıkarmaya yanaşmamıştır. Fakat şu an yaygın olan, bilindiği gibi Allah’a değil tağuta boyun eğme( ibadet etme, kulluk yapma) yolunda tüm organların yorulmasıdır !? Çünkü Allah’ın hükümlerini tanımayan ve ona rağmen kanunlar koyan tağutlar, kendilerine kulluğa zorladıkları mazlumlara, gaspettikleri ve sömürdükleri dünya zenginliklerini ve haklarını ancak bu şart altında vereceklerini söyleyerek onları kandırıyor ve çıkarlarını koruyor. Allah ise ‘La ilahe illa Allah’ hakikatini yeryüzüne hakim kılmak, zulmü ve ifsâdı kaldırıp adaleti sağlamak için Müminlerin bu yolda yorulmalarını ve bunun şehidleri olmalarını diliyor ve onlara dünya ve Ahireti vâdedİyor. O halde ; Alak 17 -Haydi çağırsın çetesini.. 18 -(Biz de) Çağıracağız zebanileri.. 19 -Hayır! Ona itaat etme! Secde et ve yaklaş!

  • muhammed   21-03-2011 15:16

    Evet madem adaysın başını açmalısın! Tesettürlü bir mümin şirk yasalarının yapıcısı olamaz

  • necati türkoğlu   20-03-2011 13:18

    fazlaca şaşılacak bir durum yok! türkiyede genel itibarı ile müslümanım diyen kadın ,erkek herkesin durumu aynı. bu bayanda, inandığı şekilde kendini ortaya koymuş. demekki her örtülüyü ,her sakallıyı müslüman görmek doğru değilmiş. açıkça ortaya koyduğu için teşekkür etmek gerek.

  • HUSEYIN SASMAZ   20-03-2011 12:41

    -İSLÂM'DA YÖNETİM ŞEKLİNİN ADI HİLÂFETTİR- İSLÂMÎ DEVLETİN GEREKLİĞİNİN ÖLÇÜSÜ ŞÂRÎ'DİR, TOPLUMSAL ARAŞTIRMA DEĞİL... Bir okuyucusunun Hayrettin Karaman'a "Halîfelikle" ilgili yöneltmiş olduğu soruya mukâbil, Hayrettin Karaman bu mevzuyu köşesine taşımış ve mevzuya dair bazı açıklamalarda bulunmuştur. Köşesinde şu ifadelere yer vermiştir; Müslümanların başlarına bir halife seçmelerinin ve şer'i hükümlerin uygulanmasının hükmü nedir? Farz mı, vacip mi, yoksa sünnet mi? Ehl-i sünnet alimlerine göre Müslümanların, İslam devletinin başkanı ve ümmetin önderi olmak üzere vasıfları uygun birini seçip ona bey'at etmenin farz olduğunda ittifak etmişlerdir. İslam tarihi boyunca ümmetin, her zaman ve bölgede, belirlenen şartları taşıyan tek halife etrafında birleşmeleri mümkün olmamıştır. Bazen birden fazla halife bulunmuş, bazen de şartları taşımayan, usulüne göre seçilip bey'at edilmemiş kimseler halife gibi hareket etmişler, halk da bunlara mecburen itaat etmiştir. Bu vesile ile günümüzde ve ülkemizde halife seçmek ve şeriatı uygulama konusundaki talep ve imkan üzerinde bazı tespitleri aktarmakta fayda görüyorum. Ülkemizde devlet düzeninin İslam'a göre değişmesini isteyenler Müslümanların kaçta kaçı? TESEV'in yaptığı araştırmadan bu konudaki gerçeği görelim: "...Araştırmamız, bu varsayımın doğru olmadığını göstermiştir. Kişilerin ne ölçüde dindar olduklarını, kişisel yaşamlarında dinin gereklerini yerine getirip getirmediklerini irdelediğimiz sorulara verilen cevaplar Türk halkının genelinde dinine bağlı ve inançlı Müslümanlardan oluştuğu tezini doğrulamaktadır. Ancak dini inanç ve ibadet halkın büyük bir çoğunluğu tarafından kişisel yaşamla sınırlı görülmekte, dinin kamu yaşamını etkilemesi ve kamu yaşamında daha görünür bir yer edinmesi tasvip edilmemektedir. Örneğin Türk halkının % 67,2'si dinin devlet ve siyaset düzenini yönlendirmesini zararlı bulmakta, buna karşın bu görüşe katılmadığını belirtenler % 16,4 ile sınırlı kalmaktadır." Demek ki, halkın büyük çoğunluğu (% 67,2), herkesi bağlayan kanunların ve düzenin şeriata dayanmasını değil, isteyenlerin Müslümanca yaşamalarının sağlanmasını istiyorlar. Geri kalan yüzde 16,4'ünün de önemli bir kısmı, "İslam'ın devlet ve siyaset düzenini yönlendirmesini", "herkese dayatılacak İslam" anlamında değil, Müslümanların kamusal alanda da -başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeden- var olmaları manasında istemektedirler. Diyelim ki, ülkemizde ve mevcut şartlarda İslami devlet düzeni isteyenler samimi bir kısım Müslümanlardır; peki bunlar neyi istediklerinin, bunu istemenin ne demek olduğunun ve bu isteğin gerçekleşme ihtimalinin, eğer bu mümkün değilse talebin getiri ve götürüsünün farkında mıdırlar, bu konular etrafında yeteri kadar düşünmüş ve danışmış mıdırlar? (YeniŞafak 11-03-2011) Hayrettin Karaman'nın yapmış olduğu açıklamaları ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutacak olursak küçük bir kitapçık olmaya elverişlidir. Lakin yapılan açıklamalar içerisinde elzem gördüğüm iki husus var ki izahı zaruret iktiza etmektedir. Şöyle ki; 1- Şer'i Hüküm kapsamlı konularda toplumun görüşü ve arzusu değil, Şârî'nin hitabı muteberdir. 2- Halife seçmek ve şeriatı uygulama konusu talep ve imkan çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir konu değildir, bilakis Şer'i bir konudur ve de hükmü farzdır. Bu başlıkların detayları aşağıdaki şekliyledir. 1- Şer'i Hüküm kapsamlı konularda toplumun görüşü ve arzusu değil, Şârî'nin hitabı muteberdir. Hayrettin Karaman, mezkur yazısında İslâm Devleti'nin ikamesini isteyen ve istemeyen kişilerin oranlarını araştırmış bir kurumdan alıntı yapıyor ve bunun üzerine İslâm Devleti'nin ikamesine dair bazı ifadeler serdediyor. Bilinmesi gerekir ki İslâm Devleti'nin ikâmesi meselesi, Şer'i bir meseledir. İslâm Devleti'nin ikâmesinin gerekliliği toplumsal isteğe bağlı olamaz, olması da câiz değildir. Çünkü "İslâm Devleti" Şer'i ahkamdandır. Ve de eğer bir konuda Şârî'nin hitabı mevcutsa toplumsal kanaate itibar edilmez. Toplumun aksi görüşüne de olsa Şer'i Hüküm yerine getirilir. Bunun delili Allahu Teâlâ'nın Müminlerin fiillerine ilişkin ayeti ve de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözü ve fiilî uygulamasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ ا "Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min olan bir erkek ve mü'min olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur". (el-Ahzab , 36) Yani Şâr'î tarafından yerine getirilmesi talep edilen ahkamlarda Müminlerin keyiflerine göre seçme yada onu erteleme hakkı söz konusu değildir. Bilakis Şâr'î'nin kullarından istediği, ahkamları kalplerinde sıkıntı duymaksızın harfiyen yerine getirmesidir. Hayat-memat meselesi olan İslâm Devleti'nin ikâmesi de Şer'i Hükümler kapsamında değerlendirilmesi gereken bir meseledir. Şer'i Hükümlerin yerine getirilmesi noktasında ise toplumsal kanaate ve isteklere itibar edilmez. Sadece Şâr'î'nin emri yerine getirilir. Buna en güzel örnek Rasullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Hudeybiye'de sergilemiş olduğu tutumdur. Öyle ki bütün Sahabey-i İkrâm, Hudeybiye antlaşmasının maddelerine olumlu bakmazken başta Hz. Ömer olmak üzere bu antlaşmaya mani olmaya çalışmalarına rağmen Rasullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu antlaşmayı imzalamıştır. Hudeybiye antlaşması sırasında gelişen olayları Ahmed ibn Hanbel kitabında şu şekilde tahric etmiştir; Müslümanlar, Resulullah'ı bu şartları reddettirmeye çalışıyorlardı. Nitekim Ömer b. Hattab, Ebu Bekir'e gelip dedi ki; "Muhakkak ki biz, dinimizde zillete düşmeyiz." Ve Resulullah'ı bu şartlar üzerine ittifak yapmamaya ikna etmek için Ebu Bekir'i alıp Resulullah'ın yanına götürmeye çalıştı. Fakat o ikna olmadı. Sonra Ömer Nebî'ye geldi, öfkeli ve hiddetli olarak onunla konuştu. Onun bu konuşması Resulullah'ın sabrını ve azmini değiştirmedi. Ve Ömer'e dedi ki: يِّعَنِي نْ يُضَ رَهُ وَلَ الِفَ أَمْ نْ أُخ ولُهُ لَ هِ وَرَس أَنَا عَبْدُ "Ben Allah'ın kulu ve O'nun Resulüyüm. Elbette ve asla O'nun emrine muhalefet etmem ve O beni pişman etmez........" Ve Rasullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ne pahasına olursa olsun Allah'ın emrini yerine getirmiş, Sahabeler her ne kadar -antlaşma maddelerine- gadaplandılar ise de Rabbi'nin emrine muhalefet etmemiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Şârî'nin hitabı kapsamında yapılması emredilen konularda toplumsal kanaat ve istekler ölçü alınmaz. Müslüman'a düşen Rahmân'nın emrini mükemmel bir şekilde ifâ etmektir. İslâm Devleti'ni yeryüzüne ikâme etme çalışması - yukarıda da ifade ettiğim üzere - Şer'i Ahkamdan'dır. Toplumun bazı kesimlerinin ya da belli bir çoğunluğunun İslâm Devleti'nin ikâmesini istemiyor olması bu Şer'i Hükmü ihmal etmeyi gerektirmez. Dolaysıyla Hayrettin Karaman'nın mezkur yazısında toplumsal kanaatin İslâm Devleti'nin ikâmesi meselesinde hesaba katılması gereken önemli bir faktör olduğunu imâ etmesi pek tutarlı gözükmemektedir. 2- Halife seçmek ve şeriatı uygulama konusu talep ve imkan çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir konu değildir, bilakis Şer'i bir konudur ve de hükmü farzdır. Öncelikle Şeriat'ın uygulanmasını talep ve imkan çerçevesinde değerlendirmek tam anlamıyla nasslarla çelişmektedir. Şüphesiz ki Allah Celle Celâluhû İslâm Risâleti ve Şeriatı'nı insanlara egemen olsun ve kâmilen uygulansın diye göndermiştir. Buna delâlet eden birçok ayet-i kerîmeler mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır: وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ "Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet/yönet ve onların arzularına uyma, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın." (Maide, 49) Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır; أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ "Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik." (Nisa- 105) Başka bir ayet-i kerîme'de Allah Celle Celâluhû Rasûlüne hitâben - ki Rûsule hitap delil vârid olmadıkça Ümmetini bağlayıcıdır- kendisine indirileni tatbik etmesini, hükümlerini hayata geçirmesini ve beşeriyetin hevasına uymamasını emretmektedir. İlgili ayet-i kerîmede Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنْ الْحَقِّ "Onların aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet haktan sana gelenin haricinde onların hevalarına (arzularına uyma)." (Maide 48) Allah Azze ve Celle hangi şartlarda olursa olsun cehâlet sistemini/ câhiliyye yönetimini inkar etmeyi onunla mücadeleyi bizlere farz kılmaktadır. Ve hiç bir sûrette bunu da bir kayda bağlamamıştır, hele ki İslâmî Yönetim/Nizam yerini beşerî bir nizama terk etmişse onun yerine İslâm'ın hâkim olması için çalışmayı kesin bir şekilde talep etmektedir. Biz Müslümanlar bununla emrolunduk yoksa cehâlet sistemine/câhiliyye yönetimine eyvallah demekle değil. Vallahi de değil Billahi de değil... أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hümkmü Allah'tan daha güzel olan kimdir?" (Maide 50) Yine Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوٓاْ إِلَى ٱلطَّـٰغُوتِ وَقَدۡ أُمِرُوٓاْ أَن يَكۡفُرُواْ بِهِۦ وَيُرِيدُ ٱلشَّيۡطَـٰنُ أَن يُضِلَّهُمۡ ضَلَـٰلاَۢ بَعِيدً۬ا "...Tâğut`a inkar etmeleri kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut`un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor." (Nisa-60) Ayet-i celîlelerden de gâyet net bir şekilde anlaşıldığı üzere, Allah Azze ve Celle kullarından İslâm Rislâleti'ni kayıtsız bir şekilde uygulamayı istiyor buna ilave olarak ta cahiliyye yönetimi inkarı farz kılıyor. Şeriat'ın tatbikini imkan ve talep konusuyla ilintilemek ve bunlarla kayıtlı kılmak konuya ne Şer'î ne de insaflı bir bakıştır. Şer'i hükümlerin uygulanmasında ve hayatta varlığının idâmesinde toplumsal şartların bir kıymet arz etmediğini bir örnekle açıklık getirmek istiyorum. Bu örnek Hz. Ebu Bekr'in hangi şartlarda olursa olsun Allah'ın Hükümlerini yerine getirmekte azimli olduğunu izah eder niteliktedir. Serdedeceğim bu örneği konsept bütünlüğünde değerlendirirsek konunun daha iyi anlaşılacağını ümit ediyorum. Hz. Peygamber vefat ettiği zaman Medine'de münafıkların sayısı arttı. Arap ve Acem birçok kimse dinden döndü. Acemler Nihavend'de toplanarak "Arapların bir araya gelmelerini sağlayan kişi öldü!" dediler. Bunun üzerine Hz. Ebubekir, Muhacir ve Ensar'ı bir yerde toplayarak şunları söyledi: "Bildiğiniz gibi Araplar zekat koyunlarını ve develerini vermeyerek dinden döndüler. Acemler de Nihavend'de toplanıp aralarında anlaşarak sizinle savaşmaya karar verdiler ve sizi bir arada tutan kişinin öldüğünü söylediler. Bu konuda ne öneriyorsunuz? Çünkü ben de sizden birisiyim. Bu beladan en büyük pay da halifelik görevini taşımam dolayısıyla bana düşmektedir. Benim yüküm hepinizinkinden ağırdır." Orada bulunanlar başlarını eğerek uzun bir süre düşündüler. En sonunda Hz. Ömer sessizliği bozarak şunları söyledi: "Ey Allah Rasûlünün halifesi! Bana kalırsa bu Araplardan namaz kılma ve zekat verme görevlerini affetmelisin. Çünkü onlar câhiliyeden henüz yeni çıkmışlardır. İslâmiyet onlarda yerleşmiş değildir. Ya Allah onları daha sonra imana yeniden döndürür ya da İslâm'ı güçlendirir ve gâlib kılar. O zaman da onlarla savaşabilecek duruma gelmiş oluruz. Şu anda ise Muhacir ve Ensar'ın bütün Arap ve Acemlere karşı savaşma gücü yoktur". Hz. Ebubekir bu kez Hz. Osman'a dönerek ne düşündüğünü sordu. O da Hz. Ömer'i destekler mahiyette konuştu. Daha sonra Hz. Ali ve diğer Muhacirler de ona katıldılar. Hz. Ebubekir bu kez de Ensar'a baktı. Onlar da bu hususta Muhacirlere tâbi olduklarını söylediler. Böylece herkesin fikrini öğrenen Hz. Ebubekir minbere çıktı; Allah'a hamdu senâlarda bulunduktan sonra şunları söyledi: "Ey İnsanlar! Allah, Muhammed'i gönderdiğinde hak taraftarları azınlıkta olup her taraftan ona hücum edilmekteydi. İslâm garipti ve her gittiği yerden kovuluyordu. Allah onları Muhammed vasıtasıyla bir araya getirdi. Onlar kıyamete dek devam edecek orta bir ümmet oldular. Yemin ederim ki Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve O'nun yolunda cihat etmek için hiç durmadan çalışacağım; tâ ki Allah Teâlâ'nın bize vermiş olduğu va'dini yerine getirinceye kadar. Bu uğurda öldürülenlerimiz şehit olur ve cennete giderler. Sağ kalanlarımız da yeryüzünde Allah'ın halifesi ve kullarının mirasçısı olacaklardır. Bunu Rabb'imiz va'detmiştir. O'nun va'di ise haktır. Allah Teâlâ şek ve şüphe götürmez kelâmında şunları söylüyor: "Allah sizden iman edip, salih amellerde bulunanlara (şunu) va'detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl iktidar(halife) sahibi kıldı ise onları da yeryüzünde iktidar sahibi kılacaktır...' (Nûr: 24/55) Allah'a yemin ederim ki Hz. Peygamber'e zekat olarak verdikleri bir yuları dahi vermeyecek olsalar, dünyadaki bütün ağaçlar, taşlar, cinler ve insanlar onlara yardım etseler yine de Allah'a kavuşuncaya dek onlarla cihada devam edeceğim. Çünkü Allah Teâlâ namaz ile zekatı birbirinden ayırmayıp birçok yerde birlikte zikretmiştir". Halifenin bu sözleri üzerine Hz. Ömer tekbir getirerek; "Yemin ederim ki Ebubekir onlara savaş açma konusunda haklıdır!" dedi (bkz Hayatus -Sahabe) İşte Hilâfetle ve de Şeriat'ın uygulanmasıyla ilgili Şer'i hakîkat budur. Temennimiz aslında Hayrettin Karaman gibi zevatların kendi makamlarına yakışır şekilde konuları ele almalarıdır. Konuları değerlendirirken maslahatı değil de, Şeriatı kaynak almalarıdır. Çünkü Allah Celle Celâluhû bizden böyle davranmamızı istiyor ve buyuruyor ki; إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ "Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır." (en-Nûr , 51-52) Rabbimden niyâzımız bizleri en kısa zamanda II. Râşidî Hilâfet Devleti'ni ikâmesiyle onurlandırmasıdır. Abdullah İmamoğlu

  • i.metin   19-03-2011 17:59

    utanılacak bir açıklama bu bayan adına ben utandım,yazık Allahın ört dedigini başkaları için açmasaydı. yine yazıkki kayberken kazanacagını zannediyor

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN