Mustafa ÖMEROĞLU

19 Nisan 2010

"LİBERALİZM VE İSLAM" TARTIŞMALARINA AVAMİ (!) BİR KATKI

Malumunuz, avam kavramı sözlüklerde; Halk, sıradan insanlar anlamına gelir.  Âlim, filozof, mutasavvıf ve idareci gibi yani havas, yani seçkinler zümresinin kendilerinden, kendileri gibi olmayan kalabalıklar için kullandıkları bir kavramdır bu. İslam fıkhı usulünde de müctehit seviyesine ulaşamayan ve onları taklit eden mukallid kesimler için, aslında taklit etmek zorunda bırakılan; daha da ilerisi aslında açıkça söylemekten çekindikleri şekliyle kafası basmayan tipler için de kullanılır.

Avam kavramını özellikle açmaya çalıştım.Biz kabul etmesek de İslam düşüncesinin havas zümresi kendileri gibi ilmi tedrisattan geçmemiş,kendi kriterlerine göre tefekkür kabiliyetinden yoksun gördükleri sıradan Müslümanları;özellikle İslami konularda fikir ileri sürmek ve fikirler üzerinde tartışmak söz konusu olunca, bu şekilde nitelemeyi kendi ilmi üstünlüklerinin teyidi mahiyetinde usülden sayarlar.. Biz de sonuçta ilahiyat fakültelerinde olsun, medrese vb. yerlerde olsun teolojik eğitim filan almadığımıza göre, mevcut algıya istinaden sıradan bir Müslüman olarak tanımlanmamız ve dolayısıyla ilim/bilim skalasında aşağı derekelere iteklenmemiz yani kavramsal düzeyde avamdan sayılmamız da kaçınılmazdır..

E, ”avam”san düşünmeyecek, konuşmayacak, sadece sana denileni yapacaksın o kadar!

Bizim alemde mezkur yakıştırmalarla birlikte bu tür dayatmalar da vardır,doğrudur..

Mensubu olduğun cemaat ve cemaatin akil adamlarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda düşünecek ve eyleyeceksin, kural budur. Aksi bir düşünce beyanında aforoz edilmek kaçınılmazdır ve bu bireyin değil, cemaatin selameti için olmazsa olmazlardandır.

Birey mi?

Canı cehenneme!

Bu son sözlerden, konumuz olması hasebiyle vurgularsak liberal düşünceyi sahiplenenler herhalde kendilerine pay çıkarmaya çalışmazlar,öyle ya “birey”den dem vurduk çünkü..

İşin garibi biz İslami tedrisattan geçmediğimiz gibi siyaset, sosyoloji, felsefe gibi alanlarda da üniversite kapılarını aşındırmadık.. Hal böyle olunca baştan beri söylediklerimizden kinaye, liberalizm hakkında konuşmamızın cehalet olarak değerlendirilme ihtimali her zaman söz konusudur ;ki yazılanlara ve yazılara düşülen yorumlara bakılırsa ihtimalden fiili duruma çoktan geçilmiş bile..

Akademisyen değilsen yani ilgili konularda tahsil yapmamışsan sus, otur, konuşma!

Ama liberalizm bağlamında bireysel özgürlük, düşünce/fikir beyan etme özgürlüğü konu edildiğine göre, herhalde bizden yazılıp çizilenleri sadece okuyup ezberlemek; tartışmasız, sorgusuz sualsiz, ilgili düşünceyi hiçbir kritiğe tabi tutmadan başımıza taç yapmamız istenemez değil mi?

Aksi halde liberalizme gönül vermişlerin eleştirdikleri veya akıl verdikleri kesimlere benzemeleri işten bile değildir.. Tavsiye kabilinden söyleyelim: İslam düşünce geleneğindeki insanı tüketen, kendi içlerinde “öteki” ni oluşturan olumsuz tartışmaları mal bulmuş mağribi cinsinden eleştirenlerin takınacağı tavır bu olmamalıdır.

Sırası gelmişken soruları artıralım: Ama İslami literatüre vakıf olanlar olsun, ama gayr-i İslami literatüre, ideolojilere vakıf olanlar olsun anlayamayacaksak eğer; anlasak bile üzerinde fikir yürütüp konuşamayacaksak; anladık ama kabul etmedik, bu sebeple eleştiremeyeceksek şayet; sahi, niye gazetelerde, dergilerde, sanal âlemde yazıp çizerler; niye kitap yazarlar, niye görsel medyada bilirkişi olarak konuşup dururlar bu insanlar?

Bu sorular da nereden çıktı diyenler mezkûr kavramı olumlamak ve eleştirilere cevap vermek babında son yazılanları okusunlar yeter.Önyargıları bir tarafa koyalım desek de bu mümkün değildir ve zaten bu eşyanın tabiatına aykırıdır; kuvöz ortamında tartışılmıyor çünkü..

Bu ara söylemeden geçmeyelim: Otorite, her yerde otorite efendim; bakmayın siz özgürlük falan filandan bahsedilmesine; duvar olup çıkıverirler karşımıza, hem de en entelektüel taraflarıyla..
 
Şimdi konumuz itibariyle kafamıza takılan şu ifadeyi ele alalım: ”Dini bir perspektiften konuşanlar asıl değerli olanın Tanrı’nın insanlar için belirlediği değer ve emirler olduğunu, insanın yapmış olduğu tercihlerin önemsiz ve temelsiz olduğunu savunmaktadırlar. Liberal açıdan, bir yaşam biçimini, ahlakı ya da değeri değerli ve anlamlı kılan şey, bireyin onu özgür tercihiyle seçmiş olmasıdır." (B.Sambur-Stratejik Boyut)

Bütünden parçayı koparmak ve ilgisiz yorum çıkarmak değil kastımız ama alıntıladığımız parça yazının temasından bağımsız ele alınabilecek bir şey değil, bu yüzden cesaretimiz. Kendi adımıza söyleyelim ki bu ifade bile mezkûr kavrama ve anlam dünyasına yani Liberalizme mesafe koymamız için yeterlidir.

Açıkça söyleyelim ki “Dini perspektiften konuşmak” hesap verme bilincine sahip fert için, daha özgün şekliyle İslami literatüre göre bir Müslüman için olmazsa olmazdır..

Bir Müslümanın hayatını, tahfif edilen perspektiften bakarak değerlendirmekten geri durması hiç düşünülebilecek bir şey midir?

İslami perspektiften bakarak eşyayı, olayları değerlendirmek ne zamandan beri kabahat oldu? Kaldı ki Kuran’a göre ilk insandan bu yana vahyin hayata müdahil olduğu gerçeğinden hareketle, aksini iddia etse de hiçbir insan dinden bağımsız konuşamaz. Şayet aksini iddia edenler varsa, varlık sebepleri üzerine bir düşünsünler, üşenmezlerse eğer..

Bu tür iddiaları sıralayan dostlara sormak gerek: Sahi Kur’an ne için vahyedildi? Hz. Muhammed ne diye peygamberlikle görevlendirildi?

Hz. Resulün; iddia edildiği şekliyle, varsın yerel kültürün elverdiği şartlarda idareci, yönetici olsun; varsın Kur’an’da siyasi anlamda halife kavramı geçmesin; varsın Kur’an yönetim formunu, modelini ne derseniz deyin adını koyup tarif etmesin; yahu, bir lider, bir yönetici olarak yirmi üç yıllık icraatından hiç mi ders alınacak bir şeyler yok?

Hz. Muhammed’in usvetül hasene bağlamında temsil boyutu ve Hz. Ebubekir, Hz. Ömer gibi şahsiyetlerin örneklikleri hiç mi bağlamaz bizi?

Yoksa o insanlar aydın, münevver, düşünür, entelektüel nevinden kabul edilmedikleri için mi kaale alınmazlar? Vakt-i zamanında bize sorarlardı, şimdi de biz liberalizmi göklere çıkaranlara soralım: Hz.Muhammed bilindik anlamda sıradan bir postacı mıydı; sanki Kur’an/mushaf gökten zembille inmiş de onu kendi cinslerine içerikten habersiz ulaştıran, adrese teslimden sonra arkasını dönüp giden sıradan bir kargo görevlisi miydi?

Üç beş çapaçulcuyu, üç beş bedeviyi, parayla özgürlükleri satın alınan birkaç köleyi idare eden sıradan bir kabile reisi miydi? Asr-ı saadet diye tanımlanan dönemin, o dönemlerde yaşayan insanların haksızlığa, zulme, işkenceye yani moda tabirle ”öteki” kılınmaya karşı gerçekleştirdikleri mücadelenin hiç mi ibret alınacak bir tarafı yok? İslam tarihi denilen şey bu kadar mı sığ, bu kadar mı derinliksiz? Ve Müslümanlar olarak biz mazoşist miyiz de kendimize, kendi değerlerimize, kendi tarihimize batı medeniyeti eksenli işkence edilmesine biteviye göz yumuyoruz?

Hedonist miyiz biz, haz mı alıyoruz alt derekelere indirilmekten?

Basit kaçtı değil mi? Olsun, şunun şurasında “dini perspektiften” bakıldığında nasıl olsa avamız; liberal perspektiften de akademisyen olmayan meselenin de cahili biriyiz, ne beklenir ki?

Hülasa; Müslümanlar olarak kendimizi, kendi gerçekliğimizi, kendi tarihimizi, kendi kültürümüzü inkâr etmenin, kendi değerlerimizi sair medeniyetlere kurban ederek tahfif etmenin karşılığı kendimize zulümden başka bir şey değildir.. Kadim kültürümüz ders, ibret, örnek alınabilecek verilerle dolu; tabii ki isteyene,tabii ki dileyene.. Batının toplu kıyımlara ve coğrafyalarda şekil değişikliğine yol açacak nükleer, kimyasal, biyolojik vb. bombaları, kitle imha silahlarını bir tehdit unsuru olarak üretmesinin yanında; eşyayı aslında mutlu azınlıkların yaşam kalitesini artırıcı bir şekle dönüştürmesini kendi geriliğine işaret olara;kendi acziyetinin karşılığı olarak görenler için söylersek; dünyayı mamur hale getirmek, Kur’an’ın öngördüğü yaşam biçiminin hayata uyarlanması halinde zaten kendiliğinden olacak bir şeydir.

”Öte”yi kazanmak bu dünyada yapılıp edilenlerle alakalı çünkü.. İnsanlığın kabahatini özellikle İslam dinine yüklemek zulümden başka bir şey değildir ve bu anlamda batı tarihi hiç masum değildir.

Olması gereken: Mevsukiyeti konusunda tartışma olmayan Kur’an’ı buradan bakarak istişari anlamda okumak ve ne anlaşıldıysa artık şeksiz şüphesiz ortak dille, ortak zeminlerde hayata uyarlamaya çalışmaktır.

Tekasur suresinde ifade edildiği gibi, mal mülk, makam mansıp, soy sop özentisi, zenginlik vb. gibi koşuşturmaların içinde uhrevi sorumlulukları ihmal ederken ölmek bir müslüman için azaptır, kahırdır.

Dolayısıyla niyet halis olmak koşuluyla, Müslümanlar hayata hep "dini perspektiften" bakmak zorundadırlar. Mesele bu bakışın açıları konusunda gelişen tartışmaların hakkını vermektir. Ama dünya durdukça bu tartışma hiç bitmeyecek..

Biz durduğumuz yeri,tarafımızı bilelim yeter..