Mustafa ÖMEROĞLU

17 Ağustos 2010

BANA NE KARDEŞİM!

Genç bir arkadaşla sürece ilişkin konuşmalar yapıyoruz…

Tabii  başkaları da var..

Referandum meselesi esas konumuz..

Bu bağlamda Anayasada yapılan değişiklikleri ele almaya çalışıyoruz aklımız erdiğince.

Asker ve hukuk vesayetinin kalkması; yani YAŞ kararlarına yargı yolu açılması, Anayasa Mahkemesinin ve HSYK’nın yapısının kısmen değişmesi, parti kapatmanın zorlaşması, eski ve tabii ki bundan sonra olası darbe kahramanlarına- ki başarı olurlarsa hepimiz Allah’a emanetiz- yargı yolu açılması gibi başlıklar İslami camiada en gözde olanlardan.

E, haliyle biz de merkez gündemin dışına çıkamıyoruz, eksik kalacak değiliz ya!

Memurlara grev hakkının verilmesi,kadınları ilgilendiren pozitif ayrımcılık meselesi ve diğerleri ise hiç konumuz değil...

Birimiz asgari ücretli, diğerimiz emekli, birkaçımız öğrenci, aramızda zaten kadın madın da yok, ne derdimiz olur ki işimize yaramayacak malum maddelerle?

Bir ara gündemdeki tartışmalardan, özelde Müslüman kamuoyundan kendilerini etkin ve yetkin görenlerin açıklamalarından iktibas edilen, "Referandumda evet oyu verilmelidir. Çünkü malum değişikliklerle yıllardır Müslümanları tahakküm altında tutan güçlerin tasfiye edilmesi, dahası yargılanması söz konusudur.” gibi ifadelerle beraber,”Bu, aynı zamanda AKP’yi gelecek dönemde de iktidarda tutmanın Müslümanların boynuna farz kılınması demektir. Aksi halde sürecin tersine dönme riski söz konusudur.” şeklinde varsayımlar dile getirildi ki; genç arkadaşımın son varsayıma ilişkin tepki içeren şu sözleri dikkatimi çekti:

“Valla beni AKP’nin iktidarda kalması filan hiç ilgilendirmiyor. O iktidarda değilken de ben asgari ücrete talim ediyordum, şimdi de!

AKP iktidar oldu da benim hayatımda sanki bir şey mi değişti?

Boş geçin efendim, boş geçin! AKP’nin iktidarda kalma gerekliliğini para, mal mülk, makam, mansıp türü şeylerden nasiplenenler düşünsün... Bana ne kardeşim?”

E, ne diyelim, Anayasa değişikliği tartışmalarına bir de bu gözle bakanlar var..

İsterseniz sıradan, isterseniz siyasi basiretten yoksun bulun..

Ama hayata dair sorunları doğrudan, hemen şimdi yaşayanların, bu sebeplerle gidişattan bir gelecek tasavvuru bile çıkaramayanların tepkisidir bu..

Tevhid, şirk, ulûhiyet gibi kavramlar; tağuti sistemlerin, demokrasi ve laikliğin İslam karşısındaki yeri vb. başlıklar maalesef bahs-i diğer..

Kabahat bizim değil; darılmasınlar, gücenmesinler ama ikide bir sürece ilişkin destek açıklamaları yapan dostlarımızın!..

Kavram karşılıklarından hayata özgü çıkarılacak tepkileri pragmatik gerekçeler uğruna pause düğmesine basarak durduranların!

Türlü haksızlıklara, iktidarların ayak oyunlarına karşı geliştirilecek refleksleri şimdilik kaydıyla da olsa hepi topu bir oya indirgeyenlerin!..

Anayasa değişikliğinin oylanmasından sonraki süreçle ilgili gelecek kurgusuyla insanları yönlendirmek işte bir yere kadar; o dünden, verilen sözlerin yerine getirilmemesinden ders almışçasına şimdiye bakıyor, şimdi kendisine verilen değere dikkat çekiyor..

Yaşı kaçsa artık, o kadar yıl onu aldatanlar silsilesine katılanların bundan sonraki dönemlere ilişkin vereceği sözlere niye inansın ki genç kardeşimiz?

İnsanların olaylara durdukları yerden, kendi zaviyelerinden bakmaları önlenebilir bir şey olmadığına göre, ne denilebilir ki gösterilen tepkiye?

Ha bu ara, koca koca meseleler dururken fakir fukara edebiyatı da nereden çıktı diyecekler varsa şayet, tuzu kuru olanlar zümresinden sayılıp sayılmadıklarına baksınlar şöyle bir..

Onlar bilmezler mi, Anayasa değişikliği tartışmaları özünde İslam, Kur’an karşıtlığı ekseninde gelişen güç kavgasından başka nedir ki?

Kayıkçı kavgaları sırasında illüzyon niyetine kullandıkları “sosyal devlet, sosyal adalet" palavralarına mı kanacağız, "ezilenler ve sömürenler gibi sınıflı toplum olması iktidarların tabiatı gereğidir” kabulü ortada iken..

Ta geçmişe doğru gittiğimizde ve o günlerin Anayasa tartışmalarını okuduğumuzda da iktidar ve muhaliflerinin, özelde Müslümanları ve inançlarını saf dışı tutarak, kendi inanç ve ideolojileriyle bezedikleri konumlarını daha bir güçlendirme adına dalaşa girdiklerini görmek çok zor değildir..

Halk, millet denilen unsur aslında hiç gözde yoktur ve dediğimiz gibi onların kanaatleri ancak bir atımlık oy kadar önemlidir, olmadı darbe ve muhtıralar her daim yedektedir..

Yaklaşık seksen yedi yıldır yaşananlar ortada, inkara mahal yok.. 

Bu çerçeveden hareketle elan, şimdi yaşananların, asgari ücretlinin, asgari ücret bile alamayanların ve benim gibi emeklilerin hayat koşullarını ekonomik anlamda iyileştirmeyeceği gerçeği ortada iken hiçbir şekilde müdahil olamadığımız ve zaten yok sayılmamız hasebiyle de bize sorulmayan siyasi gelişmelere ilişkin beylik laf ve yorumlarla niye ömür tüketelim ki genç dostumuzla beraber?

AKP’nin iktidarda kalıp kalmayacağını niye dert edinsin ki, yok paraya mahkûm çalışan, çocukları, ailesi için yarına dair sürekli endişe taşıyan genç kardeşimiz?

Allah var problem yok diyecek kadar teslimiyetçiliğe indirgenip geçiştirilecek bir durum mudur bütün bu yaşananlar?

TBMM, TSK, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, HSYK, YARSAV, üst kurullar, işçi ve işveren sendikaları, TÜSİAD, MÜSİAD vs. hepsi tuzu kuru mu kuru olanlardan müteşekkil yapılar değil mi, ne derdi olur onların garibim insanların beklentilerine dair?

Sanıyor muyuz ki adı geçenler ve geçmeyenler gerçekten işsizleri, asgari ücretlileri, düşük maaşla çalışan işçi ve memurları, çaresiz hastalığa yakalanmışları, borçluları, evsiz barksız zor şartlarda kiralarda yaşayanları, anlık hazlar için bedeni sömürülen kadınları ve daha nice mağdurları düşünür, onlar için çare üretirler?

İktidarı ile muhalefeti ile düşünselerdi şayet, insana özgü kanunlarda uzlaşır, mağdurları dardan kurtaracak trilyonları sık aralıklarla genel seçimlerde, referandumlarda israf etmez, insanlarla sosyal adalet, sosyal devlet ilkesince bihakkın paylaşırlardı..

Vicdanları olsaydı şayet, kendi mutlulukları için insanımızı hem maddi hem de manevi gerilimlere mahkum etmezlerdi..

Havuzlu villa polemikleri, 280 liracık maaş farklılığı tantanası,- iktidardakiler bilmezler mi ki o kadarcık paraya günün on dört saati talim eden yüz binler var, milletimiz denilen insanlar arasında- bir şeyler anlatmıyor mu bizlere?

Koca koca adamlar meydanlarda bunları konuşacak, akıllı siyasetçi olacaklar; fakir fukara takımı, asgari ücretliler, işsizler "Hani benim sosyal haklarım?" diye sorduklarında, "yahu mesele görece özgürlükler kazanmak, askeri, hukuki vesayetten şundan bundan kurtulmak; senin işsizliğin, aldığın ücretin yetersizliği değil ki!" şeklinde kurgulanan tahfif edici ifadelerle siyasi basiretten yoksun ilan edilecekler, öyle mi?

Demeye çalıştığımız şudur ki; palyatif önermeler, pragmatik yaklaşımlarla ancak birilerinin iktidarını muhkemleştiririz biz; en kötüsü de meşrulaştırmış oluruz ki bu da artık sloganlaştırılmış kabul edilen “Tevhid”den mülhem kavramlar dünyamıza, kendi adımıza söylersek, saygısızlık etmekten başka bir şey değildir..

Bu tür yaklaşımları da yersiz eleştiriden, sloganik, ayağı yere basmayan söylemlerden, geleceğe dair çözüm ortaya koymayan basiretsiz yorumlardan; dahası, hiçbir şekilde bedel ödemediği, bu yolda zahmet çekmediği iddia edilen insanların mazoşistçe düşüncelerinden ibaret görenler, uzun yıllardan bu yana şirk anayasalarına, tağuti sistemlere ve en önemlisi tevhide dair söylemlerini hatırlasınlar bir bir ve bizlere kim, nerede nasıl bedel ödüyor; kimler, nerede dünyasından, malından-mülkünden vazgeçmiş, kimler ellerinde kılıç kalkan mücahede içinde, kimler tevhid eri ekseninde örneklik ortaya koyuyor göstersinler ki peşlerinden gitmezsek ne olalım!

Ve genç arkadaşın gelecek seçimlere ilişkin “Bana ne kardeşim AKP’nin iktidarda kalmasından… ilaahir” tarzı sığ ve basit ve hatta gündemle alakasız görülen söylemi üzerinde onlar da kafa yorsunlar..

Öyle ya..

Sıradan bir bireyden, sıradan bir tepki!

Mesele onun asgari ücreti, ekonomik sıkıntıları, geleceğe dair endişeleri değil ki?

Daha öncelikli sorunları var ümmetin!..

Hele bir Anayasa değişsin!

Surda birkaç delik açılsın!

Ha, bu ara ne demişti iktidarın başındakiler?

Kimse devlet kapısına iş aramak için gelmesin!

Herkes kendi işini kursun!..

Yok öyle artık torpil bilmem ne ile kamu kuruluşlarına kapı atmak!

Sanki kendileri devletin tüm olanaklarını hem de azgınca kullanmıyorlarmış; sanki soylarını, sülalelerini iktidar olmanın imtiyazlarından muaf tutuyorlarmış gibi..

Ah vasıfsız ve bir o kadar da sahipsiz kardeşim..

Senin işin zor be dostum!

Sosyal adaletmiş, sosyal devletmiş, geçelim onları!

Önemli olan iktidardakilerin hem siyasi hem de ekonomik güçleri..

Efsunlu sözlerle pazarlanan değişiklikler ağzımıza bir parmak bal çalmak kabilinden; ama esas niyet her zaman olduğu gibi var olan güçlerini tahkim etmek..

Ama sen şu bir atımlık oyunu “Evet” niyetine bir kullanıver hele(!)..

Gerisi Allah kerim!