Mustafa ÖMEROĞLU
MÜSLÜMANIN İRADESİ
Bir dostumuz, kendince haklı gerekçelerle; "Müslümanı Müslümana bırakan bir irade yok..Başlarında hep birileri oldu üstad, ağabey, şeyh vs. cinsinden!" deyivermiş!*
İçe kritik bakış, özeleştiri kabilinden söylersek şekil olarak doğru gibidir bu tespitler..
Ve maalesef, bütünü kuşatmaktan çekinerek söylersek böyle bir geleneğimiz var bizim; Hz. Muhammed’in rıhletinden bu yana Müslümanların çoğunluğu üzerinde hakim bir irade hep olagelmiştir ve elan da benzer durum devam ede gelmektedir..
Altını çizerek söyleyelim ki iradeye ipotek koymak için değil de sadece tavsiye sadedinde ele alırsak; akıllı uslu insanların, âlim/bilginlerin, liderlerin toplumlar üzerinde Kur’an’dan mülhem bir bilen olarak başı çekmelerinde, akıl ve yön verici olmalarında bir problem yoktur. Hele bu Allah için, işaret etmeye çalıştığımız gibi Kur’an referans alınarak yapılıyorsa zaten tartışmak anlamsızdır.
Ve yine maalesef!İslam düşünce geleneğinde zalimlerin, despotların, tiranların, zorbaların bazı âlim ve liderleri İslam adına kullanarak, insanların nasıl inanmaları ve nasıl düşünmeleri konusunda hüküm koyucu olmaya çalıştıkları tarihen bilinen bir gerçekliktir.. Hâkim güce karşı çıkanların başlarına gelenleri yani yapılan baskı ve işkenceleri ciltler dolusu kitaplar hikaye ediyor zaten..
İnsanın, sair insan iradesine ipotek koyması şeklinde gelişen bütün bu olumsuzlukları dile getirelim, eleştirelim, yerden yere vuralım, tamam, eyvallah!..Peki, iyi de sair din ve ideolojilerde de aynı gelenek; aynı baskı, aynı zorbalık, aynı dayatma, insan iradesini hiçe sayma vs. yok mu?
Oralarda da insanı, insan iradesine mahkûm etmiyorlar mı sahi?
Dünya tarihi, diğer din ve ideolojiler tarihi neleri anlatmıyor ki bize?
Keza Türkiye açısından Cumhuriyet öncesi ve hemen sonrasında gelişenlere ne demeli?
Hatırlatalım: Tek parti döneminde yaşananlar, camilerin ahır yapılması, Kur’an okumanın, sıradan bir namaz hocası kitabının, tesbih ve seccadenin evde bulundurulmasının yasaklanması; bu yolda mücadele edenlerin tehcir ve tenkile maruz bırakılması bilindik şeyler..
Ama artık bizi sıkan hikâyelerden sayılır oldular vesselam!
Ne kadar görmezden gelinirse gelinsin bugünün insanı da demokrasinin, laisizmin, marksizmin, liberalizmin, sosyalizmin şunun bunun ağa babalarının, akil adamlarının; aydınları, entelektüellerinin peşlerinden gitmekte ve neşet ettiği zamandan daha çok şiddet ve hararetle savunmaktadır. Savunanlar, savundukları düşünceyi mutlaklaştırmakta, kanun ve yasalarla muarızlarına dayatmaktadırlar. Bugünlerde fiilen yaşanan İstilalar, savaşlar, katliamlar, toplu kıyımlar bu tarz mantığın ürünü değil midir ve bütün bunlar gözden kaçırılacak bir şey midir?Bütün bu gelişmelerden ideolojileri soyutlamak ne kadar mümkündür?
Artık şu bir hakikattir; yani İslam düşünce geleneğine göre merdud ilan edilen ideolojilerin temsilcileri, birlikte yaşadıkları insanlar üzerinde hâkim irade koyma hususunda, güya eleştirdiklerinden çok daha tahakkümcüdürler. Ki bu bağlamda araştırılması, okunması ve üzerlerinde düşünülmesi gerektiği söylenen; aslında olmazsa olmaz kabilinden tavsiye edilen ideolojilere, düşüncelere mesafe konulması da zaten bize göre (iddia edildiği gibi ulemaya, şeyhe, cemaat liderine vs. göre değil) olması gerekendir.Eleştiriyi dile getirenler, başlarda da ihsas ettirmeye çalıştığımız üzre zımnen alternatif geleneği meşrulaştırmış ve sanki malum tespitlere neden olan İslam Diniymiş ve ona tabi olanlar da sanki bütün Müslümanlarmış gibi bir vurgu yapmışlardır da o yüzden bu son söylediklerimiz..
Herkes bilir ki Kur’an, vahyi istikamette istişareyi, danışmayı; bilenlere sormayı ve yine o istikamette düşünerek eylem yapmayı tavsiye eder. İnsanlara iyiliği emr, kötülüğü nehy esasının arka planında da bu vardır. Yani Müslümanlar bilmeyi ve bilenlere sormayı; aralarında bir bilenler zümresinin olmasını ve nihayetinde âlimlerin bilgisine güvenerek yaşamayı Allah için gerekli görürler.Kur’an’dan mülhem emr-i ilahi de zaten bu yöndedir.
Bunun böyle olması niye iradeyi teslim alma, niye iradeyi teslim etmek olarak değerlendirilsin ki?
Sosyolojik kural gereği toplum, cemaat vs. olarak yaşayan insanların arasında akıl verici, yönlendirici, öğretici insanlar olması; sosyal yapı içerisinde hiyerarşik anlamda amir hükmünde birilerinin görev alması işin tabiatı icabıdır. Ta ilk insandan bu yana, yine sosyolojik tespitlere göre insanların yaşam biçimi hep bu minval üzre seyretmiştir; aksini kim iddia edebilir ki?Toplumların hiyerarşik yapılanmalarında istenilen şey Kur’an referans alınarak davranılması, despotça davranmaktan Allah için geri durulması, zalimlik yapılmaması; hak ve adalete riayet edilmesi, insan ilişkilerinin insani hassalarla, sevgi ve saygı çerçevesi içinde yürütülmesidir..
Kanaatimize göre Peygamberlerin misyonunun bir parçası da kendilerinden sonra gelecek nesiller için akil adam pozisyonuna vahyi anlamda biçim vermekten başka bir şey değildir. Kaldı ki düşünmek, akletmek, zikretmek, tefekkür, tefakkuh, tefeyyüz, tefehhüm ve daha bir dolu tavsiye içeren kavramlar üç beş âlim için söylenmiş değildirler; bütün insanları, iman edenleri bağlayıcı özellikler ihtiva ederler.
Alın işte; çok güvenilen, çağdaşlık, medeniyet adına itibar edilen beşeri ideolojilerin şekillendirdiği egemen mantığın dayattığı, insanı tüketen, yok sayan günlük siyaset diline bir bakın; zorbaların, dayatmacıların, kendisine rağmen olanlara hayat vermeyenlerin, sadece kendi gibi düşünülmesini isteyenlerin, aksini iddia edenleri insandan saymayanların enstrümanı değil midir o?Laik olmayanları insandan saymayanlar; "Atatürk’ü sevmeyen ölsün" diyenler; demokrasiyi eleştirenleri çağdışı, karanlık hayranları ve İslam'ın gereğince yaşamayı isteyenleri gerici, yobaz ilan edenler işte o dilin sahipleridirler.
Şekilde görüldüğü üzre, elan yaşanan mevcut siyasal gerilimlerin sebebi Müslümanlar değildir.Hem Kur’an’ın öngördüğü Müslüman irade ne zaman hâkim olmuştur ki buralarda?
Hal böyleyken Müslümanlar niye kabahatli ilan ediliyorlar ki biteviye?
Siyasi iradeye şekil verdiği iddia edilen Pensilvanya sakininin muhabbetleri; arkasında İsmailağa camiinin tarihsel ve siyasal konumunun şekillendirdiğini varsaydığımız Cübbeli söylemleri, diğer cemaat ve tarikatların verili siyasete ilişkin tavırları ve onlara tabi olanların halet-i ruhiyesi Müslümanların tümünü bağlayan faktörler değildir. Onlara ümmet bağlamında böyle bir yetki verilmesi ve zaten siyaseti bu tarz yorumlayan bir yetkilinin aranması da söz konusu değildir.
Ortada her şey; gündelik siyaseti kendileri için bile dizayn edemeyen; çıkarları uyuşmayınca yıllardır birlikte yol aldıkları, güya dava arkadaşlarını harcamaktan çekinmeyen insanlarla karşı karşıyayız şimdilerde. Din’in, Allah’ın bizatihi yasak kıldığı eylemleri, mahrem alanlarda zaten her şey mubahtır kabilinden özgürlük bahanesi ile meşrulaştıranlar; siyasi ikbal uğruna da ahlaksızlığı politik malzeme olarak kullanmaktan çekinmeyenler, onurlu insanlar skalasında çoktan yerlerini almışlar bile..
Evet, bütün bunları bize söylettiren sebep; Müslümanların iradelerini kendilerinden birilerine mutlak anlamda teslim etmemeleri, kula kul olmamaları gerçeğinden hareketle; sair din ve ideolojilere de yaslanmamalarının, onları sahih din algısının önüne geçirmemelerinin kendi zaviyemizden bakarak Müslümanlıklarının gereği olduğuna işaret etmektir.
Sahih İslam geleneğinden beslenmiş, kendisine sadece Kur’an’ı referans almış bir Müslüman, iradesini ancak Allah’a teslim eder, kula kul olmak gibi bir lüksü yoktur.O’nun kitabından anladıklarını, yine O’nun kitabından ilham alıp gereğini yapmaya çalışanlarla istişare ederek paylaşır; sadece paylaşır, icbar etmez, dayatmaz; kolektif bilincin oluşumuna ancak bu ölçülerle katkıda bulunur...
Müslüman olmanın kendisine kazandırdığı basiretle, Mü’min ferasetiyle temaşa eyler dünyayı ve o ölçülerle yorumlar çevresinde, dünyada gelişen olayları,
Şeytanlaşmış insanların vesveselerinden Yaratan Mevla’sına sığınarak..
Sizce de öyle değil mi?
*Sivil Düşünce- Müslüman’ı Müslüman’a bırakan bir irade var mı?