Hikmet ERTÜRK
28 ŞUBAT TAMAM, YA İÇİMİZDEKİ 28 ŞUBATLAR
28 Şubat Türkiyeli Müslümanlar için hala milat olmaya devam ediyor. Gerçi şuan kendilerine yapılan suçlamalara cevap vermekle meşguller ve başlarını kaldıracak zamanları bulunmuyor. Anlayacağınız şimdilerde mağdur ettikleri muhafazakâr kesim mal edinme derdinde bunlar ise can derdindeler. O dönemin mağduriyetlerini bizzat gören biri olarak şunu söyleyebilirim ki hiç de güzel mağdur edemediler. Elin gavuru Gazze’de şanlarına yakışır derecede nasıl toptan yok etti Müslümanları gördünüz. Hızlarını alamasalar, Davos’ta Tayyib Bey adamları bir güzel azarlamasa(!) az kalsın atom bombası bile kullanacaklardı. Ne kötü olurdu değil mi? Müslümanlar meydanlara toplanıp deşarj olamazlardı artık. Bu kısmı kızgınlığımdan söyledim tabi, bu kısma takılmayın bence.
28 Şubat sürecinde yapılan şeylerin dozajına bakılırsa vermesi gereken olumlu tepkiyi vermediği bir gerçek. Çünkü bitkilerde bile böyle bir döngü vardır. Bitkinin bir yerini kesseniz onu susuz bıraksanız, öleceğini hatırlatsanız hemen çoğalmaya çalışır. Fakat bu baskılar Müslümanlar üzerinde aynı etkiyi oluşturmadı. Müslümanların sayıları artmadı hiç kimsede bir araya gelemedi. Demek ki yapılan baskıların dozajı gerekli etkiyi yapacak sertlikte olmamış. Birbirlerine muhtaç hale gelmemişler. Oysa Müslümanların canlarını biraz daha acıtmak gerekirdi. Belki bu şekilde tek başlarına bir anlam ifade etmediklerini anlayabilirlerdi.
Grupsal taassuplar hala atılamadı ve bizler hala bu taassuplar nedeniyle kendi mahallemizde oturan, aynı düşünceyi paylaştığımız kardeşlerimizle bile birlikte yürüyemiyoruz.
Herkesin ayrı dergileri ayrı kitapevleri ayrı sohbet halkaları var. Birleştirilmesi gereken değerlerimizi olabildiğince birbirlerinden uzaklaştırıyoruz. Ne hikmetse yapılan samimi çabalar hiçte İslam’ın emrettiği sonuçları doğurmuyor. Yapılan şeyler bizleri İslam’ın emrettiği sonuçlara götürmüyorsa burada önemli bir sorun var demektir. Demek ki kocaman gövdesi olan ağacı yıkan kuvvetli esen rüzgârlar değil. Ağaç içten çürümüş, zaten yıkılacak rüzgâr burada sadece ufak bir etken. Ağacı içten çürüten ağaç kurtlarına karşı önceden önlem alınsa bu ağaç sert rüzgârlar karşısında direnç gösterebilirdi. O halde Müslümanlar dıştan yıkılmıyorlar içsel sorunları sebebiyle sert geçen kışta yatağa düşüyorlar ve uzun süre ayağa kalkamıyorlar.
Kanaatimce Müslüman kesim 28 Şubat süreci başlamadan İslami değerleri noktasında zaten çözülmüştü. Belki bu süreç onların kitlelerine anlatmakta zorlanacakları tavizkar tutumlarını anlatma kolaylığı sağladı. Neyse olan oldu şimdi bu dönemi iyi değerlendirmek gerekir. Boyumuzun ölçüsünü aldık ve yenildik. Şu an itibari ile 28 Şubat gibi bir sürece de hiç gerek yok. Biz Müslümanlar zaten bu 28 Şubatları içimizde yaşıyoruz. Hatta bu sürecin gösterdiği olumsuz etkilerden daha fazlasını kendi ellerimizle kendimize yapıyoruz. Hiç kuşkusuz bu süreçleri yolumuza devam ettiğimiz sürece tekrardan yaşayacağız. Ama tekrar tekrar bu hüsranla karşılaşmamak için bu süreçte yaşanılan şeylerden dersler almalıyız. Tekrardan bu dağınık yapılar ile onların karşısına çıkmamalıyız. Bu konuda en büyük görev hiç kuşkusuz İslami cemaat önderlerine düşüyor.
Aşağıdaki ayetlerde Ehl-i Kitabın düştüğü anlaşmazlıklar konu edilmiş. Bu konular bizlere anlatıldığına göre dersler çıkarmamız gereken yerler var demektir.
Allah katında geçerli olan din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları(kıskançlıkları) yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse bilsin ki, Allah'ın hesaplaşması çok çabuktur. (Al’i İmran–19)
Ben bana düşen kısmı yapıyor ve uyarılarda bulunuyorum. ‘’ Allah katında geçerli olan din İslâm'dır.’’ Hiç kimse kıskançlıkları ve ihtirasları uğruna bu ümmeti parçalara bölme hakkına sahip değildir. Bu konudaki bilgiler çok açık bir şekilde verilmiş. ‘’İnançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu ilkelerle övündüğü kimselerden olma!’’ (Rum–32)
İşte bu ayetleri inkâr etmeyin yoksa Allah’ın hesabı çok çabuktur denilmek isteniyor. Eminim ki bu konuda herkesin kendine göre bir mazereti mevcuttur. Ayetlerin hükmü çok açık olsa bile yine itirazlar yükselecek tartışma çıkacak. Ne diyelim; ‘’Eğer seninle tartışmaya kalkışırlarsa de ki; `Ben bana uyanlar ile birlikte tüm varlığım ile Allah'a teslim oldum…'’(Al’i İmran–20) Ne soralım; ‘’Kendilerine kitap verilenler ile kitapsız müşriklere `Siz de teslim oldunuz mu?' diye sor…(Al’i İmran–20)’’ Ne yapalım; ‘’Eğer sırt dönerlerse sana düşen sadece duyurmaktır. Allah kullarını hakkıyle görür… (Al’i İmran–20) İşte bu ilahi gerçeklerden dolayı takvayı kuşanmış her Müslüman hizipçilikten uzak durmalıdır. Bulundukları ortamlarda kendi sorumlularına ihtiras ve kıskançlıktan uzak durmalarını öğütlemeli ümmetin tek olması gerçeği hatırlatılmalıdır. Bir Müslüman’ın tüm varlığı ile Allah’a teslim olması ancak bu şekilde mümkündür.
Neden Müslümanlar Kur’an’ın açık uyarılarına rağmen anlaşmazlığa düşüyorlar. Üstelik bu konuda en çok direnen/inat eden kişilerin de kendilerine ilim verilen kimseler olduğunu görüyoruz. Çünkü ‘’Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları(kıskançlıkları) yüzünden anlaşmazlığa düştüler…’’(Al’i İmran–19) Burada şunu açıkça görüyoruz ki bilgi tek başına iman etmeye yetmiyor. Bu kimseler bilgi sahibi olmalarına karşın ihtiraslarına yenik düşüyorlar. Aynı konuyu Allah’ın İblis’e Adem’e secde etmesini söylediğinde İblis’in gösterdiği tepkide de görüyoruz. Kendisine ilim verilmesine, meleklere öğretmenlik yapmasına üstelikte Allah’ın yanında olmasına rağmen itirazını dile getiriyor. Orda da bu isyanın sebebi olarak onun büyüklenmesi gösterilmişti. Demek ki ilim her şeyi halletmiyor. Yapılan iş sonuçla alakalıdır. Sorumluluk almış bu kimseler aynı düşünceyi paylaşan Müslüman kardeşleri ile bir araya gelemiyorlarsa üzerlerinde mutlaka bu hastalıkları taşıyorlar demektir. İtiraz etmeleri bu gerçeği değiştirmez. Bu konuda bize düşen uyarmaktır. Tepkimizi bilmelerini sağlamaktır. Allah’a koşulsuz teslim olduğumuzu, yanlarında olmayacağımızı söyleyerek üzerlerinde olumlu etkiler bırakabiliriz.
Ayetlere kayıtsız kalınması noktasındaki bir diğer etki ise bu kimselerin gerçek takva sahibi kimseler olmamalarıdır. Allah’ın söylediği sözlere tam olarak teslim olmak muttaki olmakla alakalı bir şeydir. Burada da bilginin amele dökülmeden hidayetimize katkı sağlamayacağı anlaşılmaktadır. ‘’Doğru olduğu kuşkusuz olan bu kitap, takva sahipleri için hidayet kaynağıdır.’’(Bakara–2) Yani Kur’an’ın tek ümmet olma noktasındaki hükümleri de Kur’an’ın diğer hükümler gibidir. Bu hükümlere teslimiyette takva sahibi olmayı yani Allah’ın dinini tavizsiz şartsız yaşamayı gerektiriyor. Kur’an’ın tüm emirleri bizler için aynı değeri ifade eder. Bu sorumluluğu yerine getirmeyen kimselerin hidayet üzere olma ya da takva sahibi olduklarının söylenmesi biraz aldatıcı olabilir. Hem düşünsenize küfür tek millet olmuş Müslümanları sistemli bir şekilde etkisizleştiriyor ve bizler ihtiraslarımızın peşine düşmüş sürekli güçlerimizi bölüp ayrılıklarla uğraşıyoruz. Sürekli okuduğumuz Kur’an’ın uyarılarına rağmen bu tavrımıza devam ediyoruz. Allah (c.c) ‘’Bütün bunlarla birlikte, [unutmayın ki] hakkı inkâra şartlanmış olanlar birbirleriyle müttefiktirler; siz de (birbirinizle) öyle olmadıkça yeryüzünde fitne ve büyük bir karışıklık baş gösterecektir.’’ (Enfal–73) diyor ve biz hala bir arada olmamıza engel olan sorunlardan bahsediyoruz. Aslında bu sorun bu kesimleri yönlendiren kimselerle alakalı. Sorunun ne olduğunu yukarıda açıklamaya çalıştım. İnşallah anlaşılmıştır. Bu şekilde devam ederlerse zaten bu guruplar tarih sahnesinden silinip gidecekler kimse onları hatırlamayacak. Çünkü yeni bir açılımla ellerinin altındaki tüm taraftarlarını kaybedecekler.
Şimdi yeni bir 28 Şubat gelmezden evvel kardeşlik adına yükümlülüklerimizi hatırlatan birkaç hadis aktaralım. Umulur ki o gün geldiğinde bu bilinçle hareket ederiz.
“Sakın (sebepsiz ve kötü) zanna yer vermeyin; zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin (gizli kusurları araştırmayın), rekabet etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahrik etmez. Kişiye kötülük olarak, Müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın canı, malı, kanı ve ırzı diğer Müslüman’lara haramdır. Allah sizin sûret ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Sakın ha, birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir Müslüman’ın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.” (Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28–34; Ebû Dâvud, Edeb 40; Tirmizî, Birr 18)
Birbirlerinden haberleri bile olmayan kendilerini Kur’an’ın belirttiği kardeşler zanneden binlerce Müslüman var. Ama hiç birisi bir diğerinin derdi ile ilgilenmiyor. Kardeşim dediği kimseye karşı herhangi bir özlem duymuyor. Aralarında geçilmez setler mevcut. Kardeşlerinin sıkıntılarından bile habersizler. İslam adına çok verimli olabilecek birçok Müslüman diyar diyar gezip rızık arıyorlar. Kafalarını kaldıracak arta kalan zamana sahip değiller. Birçoğumuz ise elimizde olan rızkın kaybolma endişesini taşıyoruz. Hiç kimse kendinde olan malını paylaşmaya yanaşmıyor. Ortak birlikteliklerden olabildiğince kaçıyor. Öyle ki çoğu zaman birbirlerine müşteri gözü ile bakıyorlar. İşi hiçbir paylaşıma yanaşmadan sadece benim kalabalığımı oluştursunlar demeye getiriyorlar. Davaları uğrunda bedel ödeyen sıkıntıya düşen kardeşlerimizin acılarını kendi acılarımız olarak göremezsek İslam adına yaptığımız konuşmalarımızın hiçbir anlamı olmaz. Acılar ümmetin ortak acılarıdır bu acıların paylaşımı oluşturulan küçük küçük guruplar ile sınırlandırılmamalıdır. Bizler bu hayali kardeşlik görüntümüzden uzaklaşmak zorundayız. Ellerimizdeki sahte kardeşlik belgeleriyle bir davanın neferleri olamayız.
Dikkat ettiniz ise ben 28 Şubat ile ilgili yazımda daha çok kendi içimizdeki 28 Şubatlarımızı yazmaya çalıştım. Şu halimizle aslında bizleri dikkate alıp böyle şeyler yapmalarına gerek yok. Biz kendimizde bu etkiyi kendimize yapabiliyoruz. Bizim 28 Şubatlarımız onların bize yaptıklarından çok daha yıkıcı olabiliyor. O yüzdende sorunları başka yerlerde aramamıza gerek yok. Eğer bu sorunlarımızı çözebilirsek hiç kimse bizleri mağdur edemez. Zaten buna cesaretleri de olmayacaktır. Onlar bizleri çok iyi tahlil ediyorlar. Onlar Allah’tan korkmazlar onlar sadece bizlerin sahiplendiği, bedel ödemeyi göze aldığımız Allah’tan korkarlar. Yani toplumların sayısı âdetince inandıkları Allah’tan korkarlar. İnşallah bizler bu gerçekler ışığında takvayı kuşanır bir ve beraber olmaya ikna oluruz. Gerçek manada birbirlerimizle kardeşler olmaya razı oluruz. Kurtuluşumuz için tek ve yegâne gerçek budur. İnşallah Allah bu konularda kalplerimize gerçek takva ve imanı bahşeder.
Selam ve dua ile…