Hikmet ERTÜRK
11 Mart 2014
YALNIZ HAYATLAR
Bir şekli ile yalnız bir hayatı yaşıyor/paylaşıyoruz. Hayatımızı dâhil ettiğimiz çok yeni şeyler oluyor ve gün geçtikçe bireyselleşmek gibi bir zafiyeti içselleştirmeye başlıyoruz. Gerçi bireyselleşmek tabiri her halde işin daha nazik bir şekilde ifade edilişi oluyor. Çünkü gerçekte bireyselleşmeyi içselleştirmek aslında kişisel çıkarcılık anlamını taşımaktadır. Zaten onca fazla kalabalıklar arasında kendimizi yalnız hissetmemizde bu yüzden olsa gerek. Bizlerin adının çıkarcılıkla yan yana gelmesi çok incitici bir durum. Bu aynı zamanda İslam’da yerilen “kendi kendine yetme” düşüncesini de içinde barındırmaktadır.Bir kenara çekilmek/bireyselleşmek, kendimizce bir hayata tutunmak kendi kendimize yettiğimiz anlamını taşımaktadır. Kendi kendine yettiğimizi düşündüğümüz anda bir başkasının yanında zaman geçiremiyoruz. Asla konuşulmaması gereken alanları belirliyoruz. Ve İslam adına bir dava kuşanılacaksa şartlarımız da öncesinde peşi sıra geliyor. Bu kesin çizgilerimizi kırma yönünde uyarılarda bulunulmaya başlandığında o topluluktaki kardeşlerimizden uzaklaşıyoruz. Çünkü kendi yeteneklerimizi paylaşmaya razı değiliz. Zamanımızı öylece kendimizce bize karışılmadan geçirmek istiyoruz. Bu İslam adına doğru bir tutum değildir. Bu şekilde kendimize ait konforlu mağaralar/evler inşa edemeyiz. İçsellerştirmeye, yaşamaya çalıştığımızın şeyin ne olduğunu doğru anlamak doğru kavramak zorundayız.O yüzden hep diyoruz ya “Kavramlar inanç sisteminin temel yapıtaşlarıdır”. Bir düşünce ve inanç sistemini doğru anlamak, öncelikle onun üzerinde yükseldiği kavramları doğru anlamakla mümkündür. Kuran’ın hangi kavrama nasıl bir anlam kazandırdığını bilmeden, İslam’ı doğru anlamak ve dolayısıyla gereğince hayata aktarmak/doğru yaşamak mümkün değildir.O yüzden kendi halimizin bilgisini öncelikle almamız gerekiyor. Aksi halde hiçbir zaman kendimizi düzeltemeyeceğiz. Kendimiz düzelmeden de etrafımızda herhan gibir etki bırakmamız mümkün değildir.Bu noktada sözü dinleyenler olmak zorundayız.Fakat öyle görülüyor ki etrafımızdaki kardeşlerimiz dahil hiç birimiz sözü dinleyenlerden değiliz. Halbu ki insanların en hayırlısı olmak Allah’tan geleni dinlemek ve o doğru olan söze tabi olmakla mümkündür.O yüzden de insanların en hayırlıları müminler olmalıdırlar.Ve üzerinde yürüdüğümüz yol asla bir kenarda diz çöküp bekleyerek hedefimize ulaşabileceğimiz bir yol değildir.O yüzden sözü dinleyebileceğimiz ve doğru olana tabi olacağımız müslüman kalabalıklar içerisinde yer almalıyız.Çünkü; “İnsanların hayırlısı sözü dinleyip doğrusuna tabii olandır.”(Zümer-18)Bir mü'min asla bireyselcilik gibi bir inzivayı kendisine şiar edinemez. Müslümanlar yaşadıkları toplumun içerisinde müslüman kardeşleri ile tek bütün halinde bulunmalılar. Kardeşleri ile cemaatler halinde yaşamalılar. Bizlerin biriktirdiği ya da biriktirmeye çalıştığı dünyalıklar veya hatta fikirler bizler için kurtuluş olmayacaktır. Hele ki doğru sözden doğru olanı dinlemekten sakınır elde ettiğimiz dünyalaıkları ve fikirleri başkaları için harcamadan sahiplenmeye kalkar isek bu bizlerin bu dünya ve öteki dünyadaki haytımızın hüsranı demek olacaktır.Bir Müslüman elde ettiği bilgi ve kazançları ile övünüp kendi kendine yeteceğini asla düşünmemelidir. Kuran’ı Kerimde, insan problemleri olarak en çok işlenen direk ve dolaylı konulardan bir tanesi kişinin her alanda kendisini yeterli, ihtiyaçsız görmesidir.Bu kişisel bozukluk bilinçaltımızda “ben” duygusu olarak yoğun bir şekilde şekillenmiştir. Bu ”benlik” fırsat buldukça, imkân oluştukça ortaya çıkar. İnsan, varlık ve güç sahibi olmaya başladığında kendisini gösteren, güç ve zenginlik ortaya çıkıncaya kadar, adeta içimizde saklanan çok çirkin bir özelliktir. Diğer durumlarda ise sinmiş bir şekilde bekler. Bu özelliğimizin bizlerin sonu olduğu fikrini aklımızdan çıkarmamalıyız.Bunların belirtilerini zaten kendimizde görmekteyizdir. Elimize bir bolluk geçtiğinde fakirlerin hakkı olanı vermeye elimizin gitmediği anları düşünmemiz yeterlidir. İslam adına yapılacak hayırlı işlerde kullanamadığımız varlıklarımızı hatırlayabiliriz. Ayrıcı biliyor olmanın bizleri nasıl şımarttığını da hatırlayabiliriz.Kardeşlerimizin güçsüzlüğü ve de fakirlikleri anlarında ki umarsamaz tavırlarımız da iyice düşünülmelidir.O yüzden Kur’an’da geçen uyarılara kulak vermeliyiz.“İnsan azar, kendisini müstağni olarak gördüğü için.” (Alak 6–7)Güç ve kudreti sonsuz olan Allah, yarattığı insanı her açıdan büyük güç ve imkânlarla donatmıştır. Bizler, yaratılmış canlıların en mükemmeliyiz. Bizlere, yeryüzünde ihtiyac olacak her türlü nimet verilmiştir. Burada bizler için herşey var. Yeter ki aklımızı kullanalım ve neyi ne şekilde elde edeceğimizi bilelim. Bazen öyle anlarımız oluyor ki başımızı gelen en küçük sıkıntıyı bile hafızamızda tutuyorken, hayatımız boyunca gördüğüz Allah’ın sayısız ve sonsuz yardımını hiç anımsamıyor, görmezden geliyor, yokmuş gibi davranıyoruz. Oysa Allah bizleri topraktan, sonra bir damla meniden yaratmış, bilahare bizleri ‘adam’ etmiştir. (18/37). Anılmaya değer bir varlık değilken (76/İnsan, 1), anılmaya layık, varlığını hissettiren bir kimse kılmıştır. Böyle bir gerçek nasıl görülmez, nasıl kör ve sağır olunurda duyulmaz, nasıl müstağni olunur? Şurası iyi bilinmelidir ki, yerde ve gökte (bütün evrende) her ne varsa hepsi Allah’ındır. (4/131). Dolayısıyla Allah ganidir. (3/97; 27/40; 31/12; 64/6). Allah ‘Samed’ kelimesinin ifade ettiği gibi, ihtiyaçsızdır ve Kendisi’ne insan yani bizler sığınma ihtiyacı duyarız. Bizler Allah’a mutlak surette muhtaçız.O yüzden bizlerin kendi kendimize yettiğimizi sanmamız ve bir kenara çekilip kendi hayatlarımızı yaşıyor olmamız çok kötü bir düşüncedir. Bu ancak kendi kendimizi aldatmak olur. Bilinen bir hakikattir ki; insan kendisine yetmez, yettiğini zanneder. Allah kendi kendine yeten tek varlıktır. Biz yetmeyiz. Biz anneye muhtacız, babaya muhtacız, komşuya muhtacız, bir aileye, bir sosyal çevreye muhtacız.. İhtiyaçlarımızı karşılamak için yere/toprağa muhtacız, göğe/yağmura muhtacız. Ekmeğe muhtacız, suya muhtacız.Tüm bunlara muhtaç olan bizler aynı zamanda bizlere/birbirlerine gönülden bağlı, kendini bizler/birbirleri için feda edebilecek, her zor anımızda yanımızda olacak kardeşlerimize de muhtacız. Davamıza omuz verecek kardeşlerimize muhtacız..İşte o yüzden böylesi ilişkilerimizi oluşturmak için Yüce Allah’ın bize bahşettiği nimetleri sürekli kendimiz adına sahiplenmekten vaz geçmeliyiz. Kafamızda oluşan pazarlıklı şartlı verip almaları çözmeye çalışmalıyız. Unutmayalım ki Kur’an’da bahsi geçen İsâr; Mümin kardeşini öz nefsine tercih etmek kavramı bizleri hepimizi ilgilendiren yaşanmayı bekleyen bir kavramdır.Dahası bu Rabbimizin bizlere tavsiyesi bir telkinidir."Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa işte onlar felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr- 9)Cimri ve bencil tutkularımız olduğu bir gerçek. Bunu birbirlerimiz ile olan ilişkilerimizde görüyoruz. Kardeşlerimiz birbirlerinin ihtiyaçları halinde bir kardeşinin uğradığı haksızlık karşısında sanki bir ceset gibi kımıldamadan duruyor. Onun adına kendi nefsini tercih ile hiçbir harekette bulunmuyor. Bir vucut gibi değiller ve ağrılarını hissetmiyorlar. O yüzden de hala yürünecek bir yola sahip olamadık. O yüzden hala ayaklarımız havada olmayan yollarda yürüyor gibi yapıyor, olacakmış gibi tartışıyor, yapmış gibi konuşuyoruz. Her şeyimiz ama her şeyimiz gerçeğe yakın olabilirliğe yakın mesajlar vermiyor.İnşallah tüm bu sıkıntılar aşılır. Ellerimizi birbirlerimize uzatabiliriz. Kavramlarımızı doğru anlar bedel ödemeye razı oluruz. Dahası kardeşlerimiz için kendimizden bir şeyler eksilmeyi göze alabilir artık böylesi davranışlarıda sıradan olması gereken davranışlar olarak yapageliriz. Yani alışkanlığa dönüştürebiliriz. Allah hepimize güç kuvvet yolda yürüyecek ayaklar/kardeşler bahşetsiz.Şimdi konforlu mağaralarımızdan çıkma vaktidir.Selam ve dua ile…