Hikmet ERTÜRK

12 Nisan 2014

BATI'NIN KAVRAMLARI

n dönemlerde Müslümanlar arasındaki tartışmaları dikkatlice izlediğinizde geçmişteki tartışmalardan çokta fazla bir şeyin değişmediğini göreceksiniz. Bu belki de yıllardır değişmeyen hakim iktidar/zihniyet çizgisinde İslami söylem geliştirmenin daha fazla kalabalık demek olduğu gerçeği ile orantılı bir durum. Zaten kendisini İslam’a ait hisseden, öyle anlamlandıran birçok kesim iktidar dışı bir söyleme hiç sahip olamıyor. Daha doğrusu kendilerinden gördükleri iktidarı koruyup kollama yönünü tercih ediyorlar. Sonrasında da o bildik ders faaliyetlerine Kur’an okumalarına devam edip duruyorlar.

 
Benim dikkatle müşahede ettiğim konu ise Müslümanların siyasi bir bilinçten çok yoksun olduğudur. Bir türlü dünyada olup biten şeylere ilgi duymuyorlar. Zihinsel olarak kuşatıldıkları sözcüklerin üretildiği yerleri anlamlandıramıyorlar. Mücadele alanının asıl buralar olduğu konusunda bir fikre sahip değiller. Sonrasında İslam diye başka bir şeyleri yaşamayı inançlarının bir parçası gibi görüp sahipleniyorlar.
 
Genelde bu tarz kavramların manipüle edildiği en azından bizi etkileyen yer Batı’dır.
 
“Batı’nın, bu şekilde manipüle ettiği pek çok kavram vardır. Bunlardan biri, örneğin “azınlık” kavramıdır. Bu kavramın içi, ABD’nin, Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkelerinin (Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin) değişen ihtiyaçlarına göre boşaltılıp yeniden dolduruluyor. Uydurdukları, bizim yarı aydınlarımızın üzerine balıklama atladıkları, ağızlarında pelesenk ettikleri bir diğer kavram da “çok-kültürlülük” veya “mozayik” yutturmacasıdır. Emperyalist ülkeler bununla “farklılıkları ayrılıklar haline getirme”ye, bu yoldan da başka ülkeleri zayıflatıp çökertme hedefine ulaşmaya çalışıyorlar. Küreselleşme kavramı da öyle… Bu görüş, Batılı sözde bilim adamlarının, Derin Merkez’in çıkarlarına uygun olarak oluşturdukları, gerçekte Yeni Emperyalizm’i maskelemeye yönelik bir ideolojinin ta kendisidir. Bir politika olarak “Washington Uzlaşması” da öyledir. Bizim sözde aydınlarımız sanki bilimin zorunlu bir ürünüymüş gibi gözü kapalı atlamışlardır bütün bu “maksatlı ve tuzak fabrikasyonlar”ın üzerine.”
 
Demokrasi kavramı da bu tarz kavramlardan bir tanesidir. Türkiye’de ABD’den, Avrupa’dan estirilen rüzgârlarla dokunulmaz, yüce bir kavram haline getirilmiştir demokrasi kavramı. Oysa Derin Merkez; Çevre ülkelerine “Liberal Demokrasi” adı altında, sadece emperyalist sömürüye hizmet eden bir tür “demokrasi düzeni”ni, iç bedhahlarla işbirliği yaparak uygulatmayı bir strateji olarak benimsemiştir. Demokrasi bu yüzden, her şeyi ile, birçok sonucuyla bizden çok Çirkin Batı’nın çıkarlarına hizmet etmektedir.
 
Emperyalizm bir yerde zora mı düştü mü, çıkış için hemen yeni bir kavram oluşturuyor, yeni bir teori uyduruyor. Sivil itaatsizlik, önleyici meşru müdafaa, insancıl müdahale ve koruma hakkı... gibi…
 
Peki nedir bunlar? 
 
Uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Hasan Köni,  bir söyleşisinde, Batı’nın çıkarlarına nasıl hizmet ettiklerini de vurgulayarak bu kavramlara değiniyor;
 
Uluslararası hukuk sisteminin değişmesiyle “halkına zulmeden ve soykırım uygulayan rejimlere uluslararası çapta (yani ABD ve müttefikleri tarafından CD) askerî müdahalede bulunulması artık meşru hale getirildi.  Bu çerçevede diyebiliriz ki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki halk kalkışmaları o bölgelerdeki insanların demokrasi özleminden değil, dışardan kaynaklanmaktadır. (Prof. Dr. Cihan Dura, Çirkin Batının kavram Emperyalizmi )
 
Bu bağlamda bizler Batılılar tarafından sonrada üretilmiş kavramların neleri etkisizleştirdiğini iyi anlamak zorundayız. Batıda üretilmiş ya da oluşmuş bir kavrama batılı kafa nasıl bir anlam yüklüyor buraya dikkat etmek zorundayız. Yani batının köklerini, kaynaklarını iyi etüt etmeli, onların ifadelendirdikleri kavramların bize düşen yönünün neyi ifade ettiğini iyi bilmeliyiz. Yoksa “emanet” diyerek sahiplendiğimiz bu kavramlar tamamı ile elimizde kalabilir.
 
Bizim dışımızdaki gerçek olan dünyada tüm bunlar yaşanırken bizler ise hala Kur’an’da açıkça ifadesi bulunan birçok hükmü hayatımızda yaşanır kılıp yolumuzu devam etmemiz gerekirken bu hükümlerin anlamları üzerinde hatta Arapça kelimelerin kök anlamları üzerinde tartışmalar yapıyoruz. Sonrasında bazı Kur’an’i ifadeler anlam olarak da değişmiş oluyor. Fakat biz o ayetleri nasıl düşünür nasıl anlamlandırırsak anlamlandıralım her hangi bir faydayı hayatımızda görünür kılamıyoruz. Bu arada zaman sürekli bizim aleyhimize işliyor. Çünkü bizler hala gerçek anlamda ki kavganın ne olduğunu kavramış olmuyoruz.
 
Bu içeriksiz tartışmalar zamanla genç nesil üzerinde İslam’ı yaşayıştaki heyecanın da kaybolmasını sağladı. Yeni genç nesil Müslümanlar sadece kendileri açısında bilgi edinmeye başladı. Almış oldukları bilgilerin bir başkasını düşünen yanı bulunmuyor. Sadece tartışıp karşısındaki arkadaşı üzerinde üstünlük kurmaya çalışıyor. Hayatlarında İslam’ı davet etme gibi bir sorumluluk bulunmuyor.
 
Şimdi olaylara şöyle bakabiliriz. Kur’an’da yapmamız gereken hükümler gerçekten anlaşılmıyor mu? Neden anlaşılan hükümleri yaşayarak yol almayı düşünmüyoruz? Öyle anlaşılıyor ki birbirlerimize üstünlüğümüz takva ölçüsü olmaktan çıkmış kelimelere verdiğimiz anlamların kavgalarına dönüşmüş.
 
Ne diyelim hadi kolay gelsin. İnşallah bu boğucu kelime üretiminden vaz geçeriz. Zaten sade olan Kur’an’ın kelimeleri ile yol almayı tercih ederiz. Yoksa birilerinin ürettiği kavramları tüketmekle bir ömür geçireceğimiz yadsınamaz bir gerçekliğe dönüşecek.
 
Selam ve dua ile…
 
(Not: Bu yazı daha önce Venhar Haber sitesinde yayınlanmıştır)