Hikmet ERTÜRK
30 Ağustos 2014
FARKINDA OLMADAN YAŞANAN HAYATLAR
Dünyada nelerin olup bittiğini anlamaya çalışmalıyız. Bu işlerin öylesine olup bittiğini zannedenlerin sözlerine de itibar etmeyelim. Çünkü biz Müslümanlar aslında çoğu zaman bize ait olmayan bir yolda yürüyoruz fakat başkalarına ait bir yolda yürümenin ne anlama geldiğini anlamadığımızdan sonuçlarına katlanarak hayırlı bir şeyler yaptığımız düşüncesi ile avunuyoruz. Ve gitmek istediğimiz yerlere de hiçbir zaman ulaşamıyoruz. Çünkü üzerinde yürüdüğümüz yolu başkaları kendi amaçları uğruna inşa etmiş. Bizler yaşamımız boyunca hiç sorgulamadan hep bu başkalarına ait olan yolda yürüyoruz. Onlar gibi konuşuyor onlar gibi bir hayat yaşıyoruz. Fakat kendimizi onlardan görmüyoruz. O yüzden sahip olduğumuz basit/sığ düşüncelerden/anlayışlardan yüz çevirmeli sonuçları bizi incitse bile buna katlanarak kendi yolumuzda yürümeyi tercih etmeliyiz.
Üstelik her şeyin sürekli değiştiği bir dünyada yaşıyoruz. Tabi bu değişen şartlar içinde sürekli yeni yollar inşa edilmektedir. Çoğu zaman böylesi şeyler ile ne amaçlandığının farkında olamıyoruz. Sanki çevremizde hiçbir şey olmuyormuş gibi kendi dar gündemimizdeki kimi tekrarları sürekli yapıp duruyoruz. Ve bu tekrarlar hep aynı tonda devam ediyor. Unuttuğumuz şeyleri hatırlamakta fayda var. Fakat ilginç olan şey bildiğimiz şeyleri de sürekli tekrar edip duruyoruz. Ve sürekli bir daha okumalar yapıyoruz. Okunan bilgilerin hayatımızda olan şeyleri olumlu yönde etkilemesi gerekirken hiçbir şey değişmiyor. Ve okuyarak biriktirdiğimiz bilgiler paylaşılmıyor. Paylaşılsa bile kim ne şekilde arzu ediyorsa o kadarı o kişiye söyleniyor. Çünkü hep herkes ile ilişkilerimizin iyi olmasını istiyoruz. Doğru bilgiler ile çevremizdeki arkadaşlarımızın rahatsız olmasını göze alamıyoruz. Bu hiçte İslami bir davranış değildir. Kur’an’dan öğrendiğimiz bilgiler Allah’ın emirleridir ve bizler bu bilgileri saklayamayız. En yakınımızdakiler bile olsa bu bilgilerin o kişilere aktarılıp iman iddialarının samimi olup olmadıkları ölçülmelidir. Böylelikle yol arkadaşlarımızı da daha iyi tanımış oluruz.
İşte böylelikle bir şeyleri başarmak istiyorsak, “zafer hazırlık gerektirir.” Fakat öyle görülüyor ki Müslümanlar hazırlık yapmayı bırakın daha ne yapacaklarına dahi karar verebilmiş görünmüyorlar. Ortada takip edebilecekleri, öğrenip biriktirdikleri bilgileri harcayabilecekleri hiçbir yol çalışması yok. Sadece aralarında konuşa geldikleri sohbetleri mevcut. Şunu hemen belirtelim ki “kaybettiğiniz zaman bahanelerin hiçbir önemi yoktur.”
Eğer haklıysanız “doğru olanı yapıyorsanız hiç korkmazsınız.” Fakat bizler haklı olduğumuz birçok konuda ürkek adımlar atmaya devam ediyoruz. Bu hali ile haklı olduğumuz bir kavgada bile yer alamıyoruz. Ve hiçbir şeyi harekete geçiremiyoruz. Hala kimsesizlerin çığlığı kimsesizlerin kimsesi durumunda değiliz. Zalimlerin onlar üzerindeki hâkimiyeti devam ediyor. Aslında “onların kalbindeki korku bizlerin/mazlumların yüreğindeki ümittir.” Bu konuda bıkmadan, yıkılmadan, ümidimizi koruyarak yol almaya devam etmeliyiz. Yapılan zulümler karşısında dik durmalı bu zulmü yapanları fak edebilmeliyiz. Çünkü “sıradan insanların onlara karşı durması bir yana onları hissetmiyorlar onların farkında bile değiller.” Fark edebilmek belli bir yetkinlik gerektiriyor. O yüzden bilgi düzeyimizi farklı okumalara yer açarak olabildiğince geliştirmeliyiz. Hepimiz farklı yıldızlar altında doğmuş olabiliriz. Farklı farklı kişiliklere de sahip olabiliriz fakat beslendiğimiz kaynak hep doğru olan sözlerdir. Doğru olanı savunmak bizleri birbirlerimize yaklaştırmalı, korkularımızın esaretinden bizleri kurtarabilmeli. Eğer bir mücadeleden söz edeceksek bir şeylerimizi kaybetmeyi göze alabilmeliyiz. Çok konforlu bir hayatın özlemini duyanlar, bu uğurda ömürlerini bolca harcayanlar hak üzere bir yola yoğunlaşamazlar. “Midesi dolu bir arslan vahşi köpeği asla yenemez.” Bu sözü unutmayalım. O yüzden vahye muhatap olan bizler ya da böylesi bir yolu seçecek olanlar bu davaya midelerini doldurmak için gelmemelidirler. Çünkü çıkacakları bu yol açlığın ve de susuzluğun terk edilmelerin ya da yarı yolda bırakılmaların olduğu bir yoldur. Ancak her şeye rağmen yürüyebilenlerimiz varsa onlar ile arkadaşlıklar kurabiliriz. Hep birlikte muhalif bir anlayış üretebiliriz eleştiri üretebiliriz bilinç üretebiliriz. Kendimiz dışında ezilenlerin de umudu olabilir, onların hakları için de mücadele etmeyi göze alabiliriz.
Tabi bu toplumda başkaları şöyle dursun kendilerine yapılan haksızlıklara bile hiçbir şekilde karşılık vermeyen kişiler de var. Böylesi attığınız tokada bile karşılık vermeyen kişilerden sakınmalısınız. Çünkü bu uyuşuk insanlar bütün mücadele alanlarını tıkıyorlar. Yapılan hiçbir haksızlığa karşılık vermiyorlar. Her şeyi öteki dünyaya erteliyorlar.
Çünkü kendileri olamıyorlar ki kendi belirledikleri bir mücadele alanları olsun.
Sadece her şey taklit ediliyor.
Öyle anlaşılıyor ki bu halimiz ile “Bilgi üretemiyoruz, bilinç üretemiyoruz, eleştiri üretmiyoruz, muhalefet üretmiyoruz, tarih ve kültür üretmiyoruz. Tartışma üretmiyor, sadece üretilmiş tartışmalara sonradan müdahil oluyoruz. Başkaları tarafından istatistik konusu olarak görülüyoruz, bu katlanılamayacak bir durumdur. Sorgulamıyoruz. Geleneği de sorgulamalı ve hasımlarımızı tespit edebilmeliyiz. Geçmişi reddi ifade etmiyoruz, taklidi reddediyoruz; çünkü taklit, bilinç gerektirmez. Taklidî gelenekçilik zihinsel kadavralıktır.
Bu halimiz ile bilinci sömürgeleştirme çabalarına maruz kalıyoruz ama farkında değiliz.
2010’da İspanya’da bir kilisede Hz. İsa posteri kırbaçlanırken 2.5 yaşında bir çocuk postere yönelip ‘kendini savunsana, kendini korusana’ diye bağırıyor. 2.5 yaşında bu çocuk. Gazze için, tüm dünyadaki Müslümanlara yapılan fiili müdahaleler için sadece ‘ağlayalım, dua edelim’ diyen zihniyetin bilinç yaşı işte bu çocuğun bilinç yaşından geridedir.
Yine 2010’da Mc Donalds Bolivya’da on adet şube açıyor. Halk toplu protesto düzenliyor ve kimse bu şubelerden alışveriş etmiyor. Firma 10 ay sonra tüm şubelerini kapatıyor ve tasını tarağını toplayıp gidiyor. İşte toplumsal farkındalık da budur.”[1]
Bu halimiz ile öyle ya da böyle çeşitli etkenler ile uyuşturulmuş oluyoruz. Farkındalık oluşturamıyoruz. Bu haksızlıkları herhalde sadece babasının omuzlarında kırbaçlanan bir makete bile neden kendini savunmuyorsun diyebilen 2,5 yaşındaki bir çocuk görebiliyor. Çünkü algıları hala açık ve fıtratının ona söylediği doğru şeyleri söyleyebiliyor. Babaları, amcaları, teyze ve halaları, büyükanne ve büyük babaları, komşuları ama herkes iki büklüm bu haksızlığı bu zulmü izliyorlar.
Ve izliyoruz…
Ve hep birlikte hepimiz odanın içindeki koskoca fili göremiyoruz.
Yapa geldiğimiz tek şey Kur’an metinlerini sürekli bir şekilde okumak. Fakat bu şekilde Kur’an okumalarının artık Müslümanlara bir şey kazandırmayacağı görülüyor. Bunlar sadece metin okumalarıdır. O yüzden artık bizler ne yapılmalı sorularını kendimize, kardeşlerimize sormalıyız. Sürekli okuyup durduğumuz bu kutsal metinler bizlerden ne istiyor. Bizler bu bilgileri artık yaşanır kılarak biriktirmekten vaz geçecek miyiz?
Fakat bunun için düşüncelerimizin yol alıyor olması lazım. Hayatımıza bulaştırdığımız, hayatımıza sızdırılmış şeyler normal şeyler değil. Bir şeyleri düzeltmeye kalktığımızda bizlerin yapmak istedikleri şeylere bir anlam veremeyen büyük bir çoğunluk hala mevcut. Hayatımızda farkına bile varamadığımız oluşa gelmiş birçok yanlışlarımız hatalarımız mevcut ve bizler bu hatalarımızın farkında bile değiliz. İnşallah bizler oluşa gelen hatalarımızın, eksikliklerimizin farkına varabiliriz. Bir işe koyulmadan önce içinde bulunduğumuz durumun da farkında olmamız gerekiyor. Bombaların ve bankaların dağlardan ve ırmaklardan fazla olduğunu unutmayalım. Bahçıvanların generallerden, menekşelerin mermilerden daha az olduğunun farkına varalım. İnsanların yaşamlarında vahye değil yönetmeliklere daha çok değer verdiğini yönetmelik koktuklarını görelim.
Selam ve dua ile…
[1] Atasoy Müftüoğlu, Röportaj