Hikmet ERTÜRK
YUSUF (A.S.) KISSASI VE DÂVET METODU
İnsanlara Kur’an'ın mesajını ulaştırmak, iyilik yapmaları hususunda onlara telkinde bulunmak ve kötülüklerden sakınmalarını öğütlemek, İslam inancının bize yüklediği temel sorumluluktur. Ancak geçmişte olduğu gibi günümüzde de Müslümanlar bu görevlerini zaman zaman unutabiliyorlar. Kur’an, insanın genel olarak hüsran içinde olduğundan söz ederken "…birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler/öğütleyenler bunun dışındadır" (Asr, 3) der. Acaba biz, Müslümanlar olarak bugün böyle bir algıya sahip miyiz? Akrabalarımız, komşularımız, iş arkadaşlarımız, toplumumuz şöyle dursun, Kur'an'ın mesajını ilkin eşlerimize ve çocuklarımıza sağlıklı bir biçimde ulaştırmayı hiç amaç edindik mi? Bu konuda ne kadar başarılı olabildik? Bunun yanı sıra yaşadığımız toplumda, bin bir türlü zorluk içerisinde öğrendiğimiz ilahi kelamın, çarpıtılan değil, gerçek anlamı üzerinde ne derece ısrarcı olduk? Hiç şüphesiz, bir kimseyi Allah’ın dinine davet etmek oldukça zor bir içeriğe sahiptir. Zira dile getirdiğiniz hakikat karşısında muhataplarınız, genel olarak başlangıçta sizi bütünüyle tasdik etmezler. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, İslam’ın zuhur ettiği ilk dönemlere nazaran insanı saptıran ayartıcıların (maddi-manevi) bugün ziyadesiyle fazlalaşmış olmasıdır.
Fakat değişmeyen bir şey var ki, o da insanın kendisi, içsel donanımı, hisleri ve dünya hayatında düşkün olduğu unsurlardır. Dolayısıyla insanı bu özellikleriyle tanıyabilirsek, bir başka ifadeyle onu doğru bir biçimde okuyabilirsek davetimizin başarıya ulaşma ihtimali yüksek olacaktır. İnsan kendi bünyesinde barındırdığı/nefsinde sakladığı unsurları, başlangıçta objektif bir bakışla doğru tespit edemeyeceği için öncelikle tahmine dayalı ön tespitler yapar. Adı üstünde bu bir tahmindir, hal böyle iken muhataplarımızın karşısına yanlış tespitlerle çıkmamız durumunda davetin başarıya ulaşması mümkün olmayacaktır. Oysa Kur'an’ın insan tanımlamaları eksiksizdir, zira bu tanımlamaların sahibi, insanı yaratan, onun içinde sakladığı sırları, olaylar karşısındaki olumsuz hal ve hareketlerinin gerçek sebeplerini bilen Allah’tır. Allah insana dair bir şey söylemişse bu mutlak bir biçimde doğrudur ve bu doğrular üzerinde yol olan davetçi hataya düşmekten uzak olacaktır.
Bu noktada Kur'an'da yer alan ve İslami davette faydalı olacağını düşündüğümüz bir sahneye göz atalım.
Yusuf Suresinde Hz. Yusuf’un hapishane arkadaşları gördükleri rüya ile ilgili Hz. Yusuf’a soru soruyorlar:
"İki genç onunla birlikte hapse girmişlerdi. Bunlardan biri "Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm" dedi. Öbürü de dedi ki; "Rüyamda başımın üzerinde bir somun ekmek taşıdığımı gördüm, onu kuşlar yiyorlardı. Rüyalarımızın ne anlama geldiğini bize anlat. Çünkü biz senin iyiliksever bir adam olduğunu görüyoruz. " (Yusuf, 36)
Aşağıdaki ayetlerde görüleceği üzere Hz. Yusuf’un bu soruya cevap veriş şekli çok farklıdır. O, iki gencin kendisine sorduğu soruya hemen cevap vermek yerine öncelikle şu ifadeleri kullanmaktadır:
"Yusuf dedi ki: "Payınıza ayrılan yemek, henüz önünüze gelmeden önce onun ne olduğunu size bildirebilirim. Bu önsezi bana Allah'ın öğrettiği ilimdendir. Ben Allah'a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini terk ettim. Onun yerine atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine bağlandım. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz. Bu inanç Allah'ın, gerek bize ve gerekse tüm insanlara yönelik bir lütfudur. Fakat insanların çoğu Allah'a şükretmezler. Ey hapishane arkadaşlarım, çok sayıda ilaha inanmak mı, yoksa ezici iradeli tek bir Allah'a inanmak mı daha iyidir? Allah'ı bir yana bırakarak taptığınız düzmece ilahlar, ya sizin ya da atalarınızın taktığı birtakım boş, içeriksiz isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlara hiçbir güç vermemiştir. Egemenlik sadece Allah'ın tekelindedir. O, yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (Yusuf, 37-40)
Hz. Yusuf, rüya tabiri yeteneğinin ve önsezilerinin kendisi ile ilgili olmadığını, bu yeteneğin kendisine Allah tarafından verildiğini, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan bir milletin dinini terk ederek Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakub’un dinine bağlandığını, Allah’a ortak koşulmaması gerektiğini ve bu inanç biçiminin Allah’ın kendilerine sunduğu bir lütuf olduğunu, buna karşın insanların şükretmediklerini ifade ediyor ve ardından kendisini can kulağıyla dinleyen hapishane arkadaşlarına şu soruyu yöneltiyor:
"Ey hapishane arkadaşlarım, çok sayıda ilaha inanmak mı, yoksa ezici iradeli tek bir Allah'a inanmak mı daha iyidir?" (Yusuf, 39)
Sonraki ayette ise sorduğu soruyu kendisi cevaplıyor:
"Allah'ı bir yana bırakarak taptığınız düzmece ilahlar, ya sizin ya da atalarınızın taktığı birtakım boş, içeriksiz isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlara hiçbir güç vermemiştir. Egemenlik sadece Allah'ın tekelindedir. O, yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (Yusuf-40)
Hz. Yusuf’un buraya kadar anlattıklarına dikkat ediniz. Onlara en açık ve sade bir biçimde Tevhid'i anlatıyor. Genel itibariyle yaptıklarının şirk olduğunu, Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde yaşam biçimlerinin/dinlerinin batıl olduğunu, egemenliğin sadece Allah’ın tekelinde olduğunu, O'ndan başka hiç kimseden korkmamaları ve yalnızca Allah’a kulluk etmeleri gerektiğini, dosdoğru dinin bu olduğunu ve insanların genel olarak bu gerçeği bilmediklerini ifade ediyor. Ve ardından anlatmış oldukları rüyaların açıklamasını yapıyor:
"Ey hapishane arkadaşlarım, rüyalarınızın yorumuna gelince; biriniz eskisi gibi efendisine içki sunacak, öbürünüz ise idam edilecek ve başını kuşlar kemirecek. Benden yorumlamamı istediğiniz rüyalara ilişkin hüküm bu şekilde kesinleşti." (Yusuf, 41)
Kur'an'ın, Hz. Yusuf'un dilinden Tevhid'i anlatış biçimi tek kelimeyle muhteşem. Rüyalarının tabirini öğrenmek isteyen hapishane arkadaşları Hz. Yusuf’u dikkatle dinliyorlar. Bu durumda alacakları cevaba dair duydukları merak, onu daha kolay anlamalarına sebep olacaktır. Bu, günümüzde de geçerliliğini koruyan psikolojik bir durumdur. Geçimlik derdine düşmüş, onca yoğun iş arasında koşuşturan günümüz insanına, dikkatlerin tamamen dünya işlerine çevrildiği bir ortamda söz dinletebilmek oldukça güçtür. Bu nedenledir ki davetçi, muhataplarının merak ettikleri ve öğrenmeye ihtiyaç duydukları meselelere ilişkin sorularıyla karşılaştığında, bu sorulara Tevhid'e ilişkin bağlantılar ve açılımlar yaparak cevap vermesi, mesajın daha rahat algılanmasını sağlayacaktır. Kimi zaman sorulan sorular bizler için çok basit, anlamsız hatta saçma olabilir, ancak bu soruları bize yönelten muhataplarımız karşımızda sabırlı davranmak, meseleleri Tevhid'le ilişkilendirerek gereken cevapları vermek, İslam’ı sade bir şeklide anlatma şansını yakalamamıza ve davetin başarıya ulaşmasına yol açacaktır. Bu, Kur'an'ın öngördüğü davet metodunun değişmez bir parçasıdır.
İçinde bulunduğumuz durum her ne olursa olsun, ne tür zorluklarla karşı karşıya olursak olalım toplumu Allah’ın dinine davet etmekten geri durmamız söz konusu değildir. Bu davet başta da belirttiğimiz gibi ilkin kendi ailemizden ve yakın çevremizden başlamalıdır. Bu bağlamda davet için oluşan uygun fırsatları iyi değerlendirmek durumundayız. Bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla, inatla insanları şirkten arınmış bir İslam’a davet etmek boynumuzun borcudur.
Sünnetullah gereği bu yolda çok farklı tavırlarla karşılaşmak kaçınılmazdır. Ancak olumsuz tepkiler moralimizi bozmamalı. Yaşadığımız toplumda Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin çağdaşları ve küfür yolunun yolcuları her daim var olacaktır. Söz konusu zihniyet, sizin tüm samimiyetinize rağmen ne sizin çağrınıza inanacak/hakikati tasdik edecek, ne de salla edecek/namaz kılacaktır. Aksine hakikati yalanlayacak, çağrınıza sırt çevirecek, çalım satarak kendi arkadaşlarının ve ailesinin yanına dönerek mensub olduğu sınıfın saflarında yer alacaktır. Lakin üzüleceğimiz, moralimizi bozacağımız herhangi bir durum söz konusu değildir, zira bütün bunlar ilahi yasanın kaçınılmaz tecellisidir:
"Ne tasdik etti, ne de salla etti/namaz kıldı; aksine hakikati yalanladı ve ondan uzaklaştı. Sonra çalım satarak arkadaşlarının/ailesinin/mensub olduğu sınıfının yanına döndü." (Kıyamet, 31-33)
Yüce Allah İnşallah bizleri vahyi hayatına rehber edinen ve mesajı diğer insanlara taşımayı kendilerine görev bilenlerden eyler. Bu vesile ile İlahi davete muhatap olan kardeşlerimize de diyoruz ki ; [Siz ey imana erişenler! Her ne zaman sizi, size hayat verecek bir işe çağırırsa, Allah'ın ve (dolayısıyla) Elçi'nin bu çağrısına icabet edin;…(Enfal-24)]
Selam ve dua ile…