Hikmet ERTÜRK
DOĞRU DİN BİRDİR, DEĞİŞMEZ!
Rabbimiz, Rum suresi 32. ayetinde inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun kendi sahip olduğu ilkelerle övündüğü bir topluluktan bahsediyor. Bu kimselere benzemememiz için bizi ikaz ediyor.
İnançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu ilkelerle övündüğü kimselerden olma!
Tabiî ki ayetin hitap ettiği kesim müşrikler yani Allah’a ortak koşanlar. İşte Kur’an yukarıdaki ayette bahsi geçen Müşriklerin niteliklerini anlatırken; "Dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular" şeklinde nitelendiriyor. Üstelik onlar bu sahip oldukları kötü niteliklerle de övünüyorlar. Burada çok kötü bir manzara ile karşı karşıyayız. Müşriklerden ayrışmamız gereken bu noktada müşriklerle aynı şeyleri yapıyor olduğumuzu her halde fark etmişsinizdir. Hâlbuki ‘’Doğru din birdir, değişmez ve kollara ayrılmaz; bağlılarını tek Allah’tan başkasına götürmez.’’ (S.Kutup) Acaba bu pratik hayatımızda da böyle mi ? Yani hangi topluluk içerisinde bulunursak bulunalım inanmış olduğumuz dini anlayış bizleri kollara ayırmadan tek olan Allah’a bağlılığa götürüyor mu? Oysa öyle bir tablo ile karşı karşıyayız ki, Allah’ın birçok emri yaşantımız içerisinde yer bulmuyor. Sahte değer yargıları ve arzular içersinde zaman gelip geçiyor. Herhangi bir grupta bulunan kardeşlerimiz diğer grupta bulunan kardeşlerinin acılarını ve sevinçlerini paylaşmıyor. Birbirlerine karşı iftira ve karalama kampanyasının tarafları konumundalar. 'Bizden olmama' düşüncesi içerisinde bu durumu kişiselleştiriyoruz. Hatta iş öyle bir noktaya geliyor ki, bir başka kardeşimize karşı artık sevgi besleyemiyoruz. 'Bizden olmama', 'İslam'dan olmama' tarzına dönüşüyor. Üstelik bu halimize karşın bağlı bulunduğumuz topluluk içerisinde bulunan kardeşlerimizden hiç itiraz gelmiyor. Hâlbuki bu şekilde tıpkı müşriklerin, Yahudilerin ve Hıristiyanların inanç ve ümmet birliğini parçalayıp çeşitli akımlara böldüğü gibi bizler de kendi dinimizi parçalara bölmüş oluyoruz.
"Dinlerinin öngördüğü inanç ve ümmet birliğini parçalayarak çeşitli akımlara bölünenler ile, senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara ilerde yaptıklarının akıbetini bildirecektir. (En’am–159)
Bu noktada korkunç bir uyarı ile karşı karşıyayız. Rabbimiz yukarıdaki sözlerinde; Ümmet ve inanç birliğini parçalayarak çeşitli akımlara bölünenler ile Peygamberimizin (S) herhangi bir ilişkisinin olamayacağını söylüyor. Aslında bu iki ayetin mesajı çok açık. Rabbimiz bizlere diyor ki; İnançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu ilkelerle övündüğü kimselerden olma ! Çünkü ; "Dinlerinin öngördüğü inanç ve ümmet birliğini parçalayarak çeşitli akımlara bölünenler ile, senin hiçbir ilişkin yoktur. ( Rum–32,En’am–159)
Yani Peygamberimizin (S) gruplarla / fırkalarla hiçbir ilişkisi yoktur. Dolayısıyla onun yolunu takip eden bizlerin böylesi kişiler ve oluşumlarla bir bağı olmamalıdır. Eğer bu durum ümmet birliğine / bir arada olmamıza zarar veriyorsa -ki, veriyor- bu durumun içerisinde yer almamalı, kardeşlerimize yapacağımız uyarı ve ikazlarla tek ümmet olma yolunda çaba sarf etmeliyiz. Zira biz, dinimizi parçalara ayırarak, her birinin kendi topluluğunda olanla övünüp durduğu kimseler / müşrikler gibi olamayız. Birbirimize üstünlüğümüz Allah’ın emir ve yasaklarını yaşıyor olmamızdaki net duruşumuzla alakalıdır. Allah yolundaki tek üstünlük takva ile olan üstünlüktür. O halde birbirimize bakışımızı olumlu ya da olumsuz etkileyen halimiz kâfir, müşrik, Müslüman, mümin, ihsan seviyesinde olma ya da olmama durumumuzla ilgili olmalıdır. Rabbimizin bizler için uygun gördüğü isimler dışında bir ismi asla kabul etmemeliyiz. Bu bağlamda "Hangi cemaattensin ?’’ sorusu dünyadaki en saçma tanışma biçimidir.
Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve "Ben Müslümanlardanım " diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? (Fussilet–33)
Bu, Rabbimizin bizler için uygun gördüğü en güzel isimdir. Dolayısıyla şu anda toplumumuzda var olan cemaatleşme şekli İslam'da olmayan bir şeydir. Yani bid'attir ve İslam'ın içerisine sonradan sokulmuştur. Allah’a rağmen bu tarz cemaatler kurup birbirimizle çatışmaya giremeyiz. Bu şekliyle aramıza setler çekmek haramdır. Üstelik de hidayeti bulmuş ve gerçekleri de biliyorken.
Sakın kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra parçalanıp çatışmaya düşenler gibi olmayınız. Böyleleri için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran–105)
Bakın, Rabbimiz asırlar öncesinden bizleri ne güzel uyarıyor. "Sakın kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra parçalanıp çatışmaya düşenler gibi olmayınız." Bu uyarılar bizler için. "Sakın ha sakın" kabilinden üstüne basa basa uyarılıyoruz. Bu öyle bir zillet içerisinde olma durumudur ki, çoğu zaman bizler ne yaptığımızın idraki içerisinde olamıyoruz. Bazen bizden farklı düşünen kardeşlerimizin başına gelen kötü olaylara yönelik olarak müşriklerin / düşmanlarımızın ağzıyla yorumlar yapabiliyoruz. Tüm bu uyarılara rağmen yine de sözü dinlemek istemiyorsak Allah’ın azabı ile karşı karşıya kalacağız demektir.
Allah (cc) dünyadaki tüm zenginliklerin harcanmasıyla bile biraraya getirilemeyecek kimseleri İslam'ın nuruyla bir araya getirip onların kardeşler olmalarını sağlamıştır. O halde bizim yine Allah’ın sözlerini kullanarak, kardeşler olmuş bu kimseleri farklı gruplara bölmemizin hiçbir mantıklı yanı yoktur.
"Ve (Allah) onların kalplerini uzlaştırdı. Sen yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile onların kalplerini uzlaştıramazdın ama Allah aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, Hüküm ve hikmet sahibidir. Ey peygamber! Sana ve seni izleyen mü'minlere Allah yeter." (Enfal / 63–64)
Üstelik bu şekilde davranmaya devam edersek yeryüzünde çıkan fitnenin de sorumluları haline geleceğiz. Üstüne üstlük cezası çok dehşetli olacak böyle bir suçu yüklenmiş olarak Rabbimizin karşısına çıkmak durumunda kalabiliriz. Bu fitnenin sebebi ise Allah ve Resulüne duyarlılık ve bağlılık göstermememiz ve birbirimizle çekişmeye girmemizdir. Üstelik hakkı inkâra şartlanmış olanlar birbirleriyle müttefik iken ve bizler de bunu görüyorken birbirimizle müttefik olamayışımız fitnenin kaynağı/sebebi olarak gösterilmiştir.
Ve Allah'la O'nun Elçisi'ne duyarlık ve bağlılık gösterin ve sakın birbirinizle çekişmeye girmeyin, yoksa yılgınlığa düşersiniz; cesaretiniz sönüverir. Ve zor durumlarda sabır gösterin: çünkü Allah, gerçekten, zorluğa göğüs gerenlerle beraberdir. (Enfal–46)
Bundan başka daha vahim bir olay ise; Bütün bunlarla birlikte, [unutmayın ki] hakkı inkâra şartlanmış olanlar birbirleriyle müttefiktirler; siz de (birbirinizle) öyle olmadıkça yeryüzünde fitne ve büyük bir karışıklık baş gösterecektir. (Enfal–73 )
Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki, bizler Allah’ın emirlerine karşı duyarsız kalamayız. Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda gösterilen tepkiler o kişilerin Allah katında olumlu yönde değerlendirilmesine vesiledir. Rabbimiz kişilerin yapıp ettiklerine göre onlara isimler vermiştir. Allah’a teslim olan bizler Müslümanız. Ve Müslümanlar olarak kalmak istiyorsak münafıkların ya da müşriklerin yaptığı gibi duyarsız davranışlar sergilememeliyiz. İslam'da yeri olmadığı halde kardeşlerimizle aramıza 'cemaat' adı altında birtakım setler çekemeyiz. Allah’a vermiş olduğumuz bir söz var ve Rabbimizin kardeşlerimizle sürdürmemizi istediği ilişkiler var. Hüsrana uğramak istemiyorsak ve içinde bulunduğumuz topluluk bu tarz ilişkilere engel teşkil ediyorsa o topluluk içerisinde yer almamalıyız.
Onlar ki, Allah'a vermiş oldukları sözü kesin bir ahit haline getirdikten sonra bozarlar, Allah'ın sürdürülmesini emretmiş olduğu ilişkileri keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. İşte onlar hüsrana uğrayanlardır. (Bakara–27)
Görüldüğü gibi kardeşlerimizle ilişkilerimizi kesmek bize bırakılmış bir karar değil. Eğer ısrarla ilişkilerimizi kesmek istiyorsak üzerimizdeki İslam elbisesini çıkarmak zorunda kalabiliriz. Çünkü ayette sözü edilen davranışları sergileyenler münafıklardır. Yapmamız gereken şey, bu ayeti işitmişken geçmişte böyle bir şeyin içerisinde yer almışsak bu kardeşlerimizi bulup helalleşmek ve yeniden Allah’ın izin verdiği süreye kadar kardeşlik ilişkilerimizi sürdürmek olmalıdır. Eğer zorunlu bir ayrılık yaşanacaksa bu yine Allah’ın hükmü çerçevesinde vuku bulmalıdır.
O halde; Allah’ın ipine hepimiz sımsıkı sarılalım. Dağılıp ayrılmayalım ve Allah’ın bizler üzerindeki nimetlerini hatırlayalım. Hani bizler düşmanlar idik O kalplerimizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve bizler O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladık. Yine tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan bizi kurtardı. Umulur ki hidayete ereriz diye Allah bizlere ayetlerini böyle açıklıyor. ( Ali-i İmran,103 )
Bizleri kardeşlerimizden uzaklaştıran ve tek bir ümmet haline gelmemize engel teşkil eden tefrikadan uzak duralım. Şuna emin olun ki, eğer Hz. Ömer günümüzde yaşasaydı şu an ümmeti parçalara ayıran bütün oluşumları haram olarak görür ve bunları yasaklardı. Ancak bugün Hz. Ömer yok; bu sorumluluğu üslenecek olan bizler varız. Ve Vahdet'i sağlayabilmemizin tek çaresi buna sebep olan her kim var ise onları büyüklenmeleri ve hırslarıyla yüz yüze bırakıp kendilerini terk etmektir. Ayetleri hepimiz okuyup duruyoruz, fakat bu tek başına hiçbir anlam ifade etmiyor. Zira önemli olan uygulamadır ve Allah'ın ayetlerinin uygulama alanı ilkin kendi çevremizdir. Tek ve büyük bir ümmet olmak gibi yerine getirmemiz gereken önemli bir sorumluluğumuz var. Artık Rabbimizin mesajlarına gerçekten inananlar gibi hayranlık ve saygıyla sorumluluğumuzu yerine getirelim. Siz kardeşlerime yakışan da budur.
BİZİM mesajlarımıza [gerçekten] inananlar, ancak, kendilerine tebliğ edildiği zaman önünde derin bir hayranlık ve saygıyla eğilenlerdir; [onlar,] Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile yüceltenler ve asla büyüklük taslamayanlardır;(Secde–15)
Selam ve dua ile…