Beytullah Emrah ÖNCE

30 Nisan 2010

AK PARTİ’NİN KITA SAHANLIĞINA SIKIŞMAK

28 Şubat süreci sonrasında İslamcı siyasetin iddialarından büyük oranda vazgeçmesi ile yüz yüzeyiz. Bunda Kemalist hegemonyanın baskıcı ve yasakçı gücü karşısında sahici bir cevap verememenin yarattığı psikolojik travmanın da payı var şüphesiz.

Bu durum üzerine yapılacak bir akletme mesaisi için öncelikle İslamcı siyasetin yokluğundan doğan boşluğun AK Parti tarafından doldurulması gerçeği ile yüzleşmek lazım...

Malum, AK Parti önce 28 Şubat darbesine sonra da “dindar cumhurbaşkanının engellenmesi” için verilen 27 Nisan e-muhtırasına karşı oluşan halk tepkisinin temsilcisi olarak değerlendirildi. Halihazırda da bu ön kabul içeriği üzerinde pek durulmaksızın işlenmeye devam ediyor.

O halde AK Parti’nin, halkın ya da bazı cemaat ve sivil toplum örgütlerinin yüklediği değerlerden ve anlamdan bağımsız olarak tartışmaya açılması şart.

AK Parti’nin statükoyla hiçbir çatışma alanı bulunmadığını iddia edecek değiliz. Bu yaşanan gelişmeleri, değişmeleri ve dinamikleri yok saymak anlamına gelir. Egemenliğin eski seçkinlerinin, iktidarın yeni ortaklarından sırf dindarlıklarından ötürü hazzetmediklerini de her defasında gördük.

Statükonun aynı kalması için her şeyin değiştirilmeye başladığı bir süreçte bu iktidar çatışmasını doğru bir zemine oturtarak ele almak gerekiyor.

Bunu salt AK Parti karşıtlığına indirgeyerek yaparsak sağlıklı sonuçlar alamayız. Aynı şekilde tüm süreci retorikten fazlasını ifade edemeyen akidevi tartışmalarda boğmak da açıkçası bir cevap üretemeyebilir.

* * *

Belki bu noktada süreçle ilgili tartışmalara şu tespitten başlamak önümüzü açabilir: Mevcut çatışma nihai tahlilde sahnenin değil oyuncuların yer değiştirilmesine ilişkin yürüyor. Oysa ki Kemalist ideolojiyi sahnede yok sayarak yürütülen bir mücadele iktidarın el değiştirmesiyle sonuçlansa bile toplumsal sorunların kaynağını kurutamayacaktır.

Bu sebeple eski nizamın temsilcilerinin şirretliği karşısında yeni temsilcilerin(!) halk kahramanlığına soyunduğu bir vasatta, alternatif bir İslami muhalif söylemin bu oyunu deşifre edilmesine yapacağı katkı önem kazanıyor.

Çünkü “AK Parti statükoyla çatışıyor, yapılabileceklerini de mevcut reel politik zeminde yapıyor, daha fazlasını da gerçekleştirmesi zaten mümkün değil, üstelik bu süreç bizim de önümüzü açacaktır; dolayısıyla yerimizde kalalım ve statükoculara koz olmayalım” gibi mülahazalar açılım ve referandum sürecinde AKP’nin popülaritesini arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Sonucu ise AK Parti karşısında durmama kaygısının ağır basması ve siyasal mücadelenin tamamen AK Parti’ye terk edilmesi oluyor.

AK Parti’ye statüko karşısında değişimin liderliği gibi bir rol biçmekten kaynaklanan yetki devri maalesef İslami bir muhalefet üzerinde irade yitimine yol açıyor.

Statükonun karşısında hükümetin elini zayıflatmamak gibi endişelerden beslenen ikircikli tutumlar ve AK Parti ile mesafenin netleştirilememesi; İslami kamuoyunun pratiklerinin süreç içinde Hükümet politikalarına iliştirilmesiyle sonuçlanıyor.

Bunu AKP’nin seçim stratejisinin gerginlik yaratma taktiğinde ve kazandığı mevziyi muhafaza etmenin de bir gereği olarak kimsenin fikrini almaya dahi tenezzül etmeden önümüze koyduğu referandum sürecinde daha yakından gözlemliyoruz.

Gerilimin yoğunluğundan dolayı bugün hissedilmeyen bu sıkıntı, tablo netleşmeye başladığı noktada karşımıza ciddi bir hesap meselesi olarak çıkabilir. Halkın hafızası ya da günübirlik politik hesap gütmesi gibi tespitler üzerinden işin içinden sıyrılamayacağımızı bir not olarak düşelim. Nihayetinde toplumsal bir muhalefet talebinde bulunanlar, kendi açmazlarını başkalarının gerçekliği üzerinden izah ediyorsa burada bir sorun yok mudur?

Şimdi tüm bu tartışma ve ihtimalleri devre dışı bırakıp, siyasal pazarlık masasına tek başlarına oturabilecek takatleri olmayan İslamcı yapıların buna rağmen vermek istedikleri “biz de varız” görüntüsünün, süreç içinde doğrudan başrol oyuncularının bahşedecekleri pozisyonlara bağlı olması istemesek de kaçınılmaz gibi duruyor.

AK Parti’nin kıta sahanlığına sıkışmayan ve bağımsızlığını gerçekten netleştirebilmiş tevhidi siyasal muhalefet biçimlerinin ortaya koyulabilmesi sanırım şu kritik süreçte daha çok önem kazanıyor.

İddialarını ya da siyasal taleplerini hükümetin sırtına yükleyerek, faaliyet alanlarını ise eğitsel ve kültürel hedefler üzerinden revize eden yapıların doğurduğu boşluk bir risk faktörüdür. Bu faktörü devre dışı bırakabilmek için de yürüyen kavganın mahiyetini daha derin analiz ve eleştirilere tabi tutmak şart.

Ankara statükosuna karşı söylemsel itirazların karşılığında nasıl bir siyasal pratiğin geliştirileceği daha çok sorgulanmalı.

Siyasal, toplumsal ya da ekonomik çatışma noktalarının hangi alanlara kaydığını gözlemleyerek ona göre kendi pozisyonunu net olarak ortaya koyabilen bir İslami hareketi yaşamsallaştırmanın tüm risk ve sorumlulukları gündeme alınmalıdır.

Aksi takdirde AK Parti’nin kıta sahanlığından kurtularak alternatif bir İslami muhalefeti gerçekleştiremeyeceğimiz gibi hükümetin hesabına, üstelik sofrada payımıza beklediğimiz hak dahi düşmeden ortak olmak durumunda kalacağız. Sanılmasın ki bu hesap unutulur…