Beytullah Emrah ÖNCE

12 Mayıs 2011

AK PARTİ’NİN SİYASİ KANALI TIKANIYOR

Genel seçimler yaklaşırken meydanlarda neyin konuşulduğuna bakınca AK Parti’nin çılgın projeleri, kanalları, yeni şehirleri, duble yolları, barajları anlattığını görüyoruz.

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın tabiriyle “Atatürk’ün hayallerini gerçekleştirmek için en çok çalışan parti” olan AK Parti’ye karşı muhalefet partileri yoksulluğu ve işsizliği gündeme almış durumda.

Ekonomik büyüme ve kalkınma odaklı bu programın asgari ücret, taşeronlaşma, sendikasızlaştırma gibi insanları sömüren ve yoksullaştıran kapitalist anlayışın üzerine oturtulduğu acı bir gerçek.

Hükümet ve muhalefetin ortak hınç objesi de BDP. Kürt siyasi hareketine vurmak puan getirir diye düşünülse de bu politikanın bizi nasıl bir ateşe sürüklediğinin göz ardı edilmesi büyük risk.

Devletin yedek planı olarak kaçıncı kez devreye soktuğu “açılım” planlarıyla, sorunu çözmüş gibi yapıp da özü itibariyle çözümsüz bırakanların, ülkeyi yönetme iddiasıyla meydana çıkması ise gerçekten hayret verici.

Bu arada seçimlerin Türkiye’yi yeni bir anayasanın yapım sürecine götüreceği unutulmuş gibi... Oysa 12 Eylül referandumunun sonuçları açıklanınca Başbakan Erdoğan “Büyük kapı açılmıştır, inşallah ardına kadar açılacaktır.” demiş, “Aşkla, inançla, heyecanla bu yolda koşmaya devam edeceğiz.” diye de ilave etmişti.

Şimdi ise aşkla, şevkle koştuğu duble yollardan ibaret! Seçim reklâmlarına bakınca tünellerden heyecanla geçildiği, uçaklara heyecanla binildiği de anlaşılıyor. Lakin tüm bu yolların hangisinden yeni bir toplumsal mutabakat metni ortaya çıkar, işte orası muamma!

* * *

Başbakan Erdoğan aynı konuşmada “Türkiye’nin tıkanan yollarını açmak için artık daha çok imkâna sahibiz.” deyince, bu konuşma kamuoyunda yeni bir anayasanın yapılarak, başta askeri vesayet olmak üzere temel meselelerin çözümüne katkı sağlanacağı şeklinde yorumlanmıştı. Meğer “tıkanan yollarla” Erdoğan Kanalistanbul Projesi’nden bahsediyormuş, görmüş olduk.

Getirip götürecekleri ayrıca tartışılır ama bence siyaseten işaret ettiği husus çok daha önemli:

Başbakan Erdoğan, kanal projesiyle vizyonunu “Türkiye Büyükşehir Belediyesi” başkanlığıyla tanımlıyor gibi.

Halkın siyasi iradesini, devletin bürokratik egemenliğine ciro etme pahasına; siyasi misyonunu ise bayındırlık işleriyle sınırlıyor.

Yeni bir durum değil aslında… Asıl şaşırtıcı olan Türkiye’yi uzay boşluğunda bir ülke gibi görüp, dünyanın genel gidişatını hesaba katmadan ve devletin kendi içindeki değişimi yok sayarak, ısrarla her şeyi AK Parti’yle izah etmekti…

Gerçek ise hep ortadaydı: AK Parti temel çelişkilerin ortaya çıkıp net kararlar alınması gereken durumlarda bürokratik devlet siyasetini aşmadı, tıpkı küresel egemenlerin siyasetinin dışına taşmadığı gibi…

Oysa Türkiye’de toplumun sorunları ve talepleri de devletin resmi politikalarıyla ters düşülen noktalarda yoğunlaşıyor. Siyasetten de öncelikle bu sorunların çözümü konusunda irade göstermesini istiyor.

Ana hatlarıyla nedir bu beklentiler?

Kürt halkının eşit hak ve özgürlükler istemi…Başörtülü kadınların şartsız-sınırsız özgürlük talebi… Alevilerin cemevlerinin tanınması ve zorunlu din kültürü derslerinin kaldırılması beklentisi… Farklı inanç ve kültür gruplarının ayrımcılığa son verilerek, haklarının tanınması ümidi…

Meclis dışı kalan partilerin seçim barajının indirilmesi çağrısı…Emekçilerin insanca çalışma şartları ve asgari ücret yerine adil bir ücret isteği… Kamu hizmetlerinin taşeronlaşmasına karşı kadro ve sosyal güvence talebi…Eğitimcilerin daha özgürlükçü bir eğitim sistemi beklentisi…İfade ve örgütlenme konusundaki engellerin kaldırılması…

Bunlar arasında özellikle Kürt sorununda anadil ve yeni vatandaşlık tanımı ve başörtüsünde kamu hizmeti gibi talepler kırılma noktaları olarak vurgulanabilir.

Liste uzayıp gidebilir. Ama burada zikredilen temel siyasal ve toplumsal sorunlar karşısında çözüm üretmekten kaçınan bir parti, Hükümet olsa da siyaseten hükmedemez.

Bu sorunların çözüm kanallarını açamayan AK Parti de İstanbul’a kanal açsa dahi seçmen kitlesinin desteğini bürokratik egemenliğin hanesine yazmaktan kendisini kurtaramaz.