Beytullah Emrah ÖNCE

02 Nisan 2010

DEĞİŞİM SÜRECİNDE MÜCADELE VE YENİ SÖYLEMLER, YÖNTEMLER

Türkiye ciddi bir değişim geçiriyor. Kemalist hegemonya 2000’li yılların küresel şartlarında klasik baskı politikaları ve kurumlarıyla aynı kalarak ayakta kalamayacağını iç ve dış dinamiklerin örtüştüğü bir konjonktör de kerhen kabul etmek zorunda kaldı. Fakat yıllarca sıkı sıkıya bağlı kalınan yöntemlerin terki tabi ki kolay olmayacak.

Sistem içi değişimler de devrimler gibi sancılı olabilir. Şimdi bu sancılı dönemin farklı katmanlardaki ilerleyişini, bazen uzlaşıp bazen de çatışmasını gözlemliyoruz. Bunların hangi paradigmayla ve hangi istikamette yaşandığı elbette tartışılır, nihayete ermiş bir süreç de yok üstelik…

İşte böylesi girift bir süreçte Türkiye’deki İslami yapıların ne şekilde inisiyatif alacağı; hayata, toplumsal, ekonomik, kültürel ve özellikle siyasal sorunlar karşısında nasıl konumlanacağı ve dini sabiteleri yok saymayan esnek bir hareket kabiliyeti sergileyip sergileyemeyeceği ehemmiyet arz ediyor.

Sorun şu ki, bu önemi gerçekçi kılacak zeminin ve toplumsal bir örgütlü muhalefetin varlığı tartışmaya açık. ilkeler ya da yöntemler üzerine yapılan hareket fıkhı tartışmaları istenilen zemine tam olarak oturamıyor. Belki de bunun için bazı önkabüllerimizi, iddialarımızı ya da söylemlerimizi gözden geçirmek gerekiyordur. Yazının devamda bu konularda bazı şahsi soru işaretlerini paylaşmak istiyorum.

SABİT DİN, DİNAMİK HAREKET

İlk insan resulden bugüne her türlü haksızlığa ve ahlaksızlığa karşı tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesinin kesintisiz bir izleğe sahip olduğunu görüyoruz. Burada dikkate değer bir diğer husus da bunun tek tip bir stratejiye ve bu strateji etrafında örülen tek tarz bir mücadele yöntemine sıkıştırılmadığıdır. Kur’an kıssalarında bu mücadelenin “sabit din, dinamik hareket” mantığıyla gerçekleştiği ifade edilebilir.

Her resul, toplumuna öncü olarak gelmiş, tevhidi bir düzeni ikame etme amacıyla yürüttüğü mücadele, iktidar yapısının çelişkilerinin somutlaştığı sorunlar üzerine farklı tarzlarda gitmişlerdir. Dolayısıyla kıssaların moral takviyesinden çok öte, bir tarih ve tevhidi bir siyaset perspektifi kazandırmak, amaca giden yolda farklı pratiklerin sergilenebileceğini göstermek gibi bir maksadı olduğu da düşünülebilir.

Bu bağlamda İslam’ın davet, ıslah ve iktidar mücadelesi bağlamında bağlayıcı bir model, yöntem ya da metot belirlediği iddiası yahut Hz. Peygamber’in (sav) uyguladığı metodun aynen bugün de uygulanabileceği ve hatta kati bir zorunluluk olarak uygulanması gerektiği iddiası tartışmaya açıktır. İslami mücadelede zamanın ruhuna, zemine, toplumsal şartlara ve ihtiyaçlara, önceliklere göre farklı metodlar, hareket tarzları ve pratik araçlar tercih edilebilir.

Kıssalar ya da siyer, tabi ki mücadele hususunda önemli örneklikler içerir; fakat bu örneklik ders almak içindir, ezber yapmak için değil. Mesela son resulün izlediği siyaset ve pratikten tabi ki birçok çıkarımda bulunabiliriz, fakat buradan tarihin ve tevhidi mücadelenin sıfır noktası olarak Mekke’yi alarak, yeniden Hz. Muhammed ile birlikte mücadele eden ilk kuşağın/neslin inşası gibi tarihi donuklaştırma riski çok yüksek ve belirli şablonlara sıkıştıran sonuçlar çıkarmak bizi yanıltabilir. Seyyid Kutup okumaları esnasında bu hususun üzerinde daha fazla kafa yormamız gerekiyor.

İslami mücadele tarih boyunca birçok tecrübeyi yaşamış, farklı aşamalardan eşzamanlı ya da art arta geçmiş; bugüne kadar gelmiştir. Bu noktada öze dönüşün, Mekke’ye dönüş anlamına gelmeyebileceğini, ya da Mekke’deki gibi siyasal bir mücadele ortaya çıkarılacaksa bunun her şeyiyle bugüne taşımayı öngören ve tek bir model varmış gibi yapılan önerilerle gerçekleşmeyebileceğini anlamak gerekiyor.

Ortamın şartlarını, sürecin dinamiklerini ve tarihin akışını ve tabi ki kendi konumumuzu gözeten ama pratik sorunlara karşı pratik çözümler de üretebilecek esnekliğini kaybetmemiş mücadele pratiklerine ihtiyaç duyduğumuz aşikâr... Aksi takdirde bugün olduğu gibi giderek daralan söylemsel bir alana sıkışır kalabiliyoruz. Oysa ki İslam, tevhidi bir siyasal mücadele bağlamında maslahatı gözeterek yeni stratejilere, farklı metotlara başvurabilme hususunda insanlara birçok seçeneğin önünü açık bırakıyor. Tevhidi bir hareketin İslami bir değişim amacını gerçekleştirebilmesi için kati bir model teklif etmiyor.

Bu noktada muhalefetini, gerek topluma gerekse sisteme karşı kimliğini, taleplerini ve iddialarını açıkça beyan eden ve temel rezervlerini koruyan İslami hareketlerin süreç içinde birçok imkânı ve aracı değerlendirmeye alması gerekebilir. Bu pratik araçlara dergi, dernek, platform, sendika, parti vs. gibi sistem içi sayılabilecek birçok alternatif dâhil edilebilir.

Burada şu husus dikkatten kaçmasın: Sistemin dışında olma iddiası bir hareketin illa ki bağımsız ve muhalif bir alternatif kalacağı anlamına gelmeyebilir. Başka bir açından, kimliğini açık ve net bir şekilde izah etmiş olan bir hareket de, tamamen angaje olmamak kaydıyla, sistem içinde bazı pratikleri denemekle ya da kendisine alan açmakla illa ki düzenin adamı haline gelmez.

Şayet nasıl bir alternatif teklif ettiğiniz, hangi amaçları gerçekleştireceğiniz hakkında halka kendinizi doğru ve tutarlı şekilde ifade edebiliyorsanız, kendi önünüze psikolojik bariyerler örmenin de bir gereği kalmıyor demektir.

MUHALEFET İÇİNDE İKTİDAR

Bugün değişim sürecindeki Türkiye’de asıl ihtiyaç duyulanın İslami bir muhalefet olduğuna inanıyorum. İçinde bulunduğumuz şartlar, bir iktidar alternatifi olma noktasında yeterli değilse de, bu İslam’ın güzelliklerinin teneffüs edilebileceği adil ve özgür bir gelecek için alternatif bir muhalefeti imkânsız kılmamalı.

İktidar için alternatif olamamışsak, muhalefet içinde nasıl bir iktidar alanı kurabileceğimizi düşünebiliriz. Tabi ki nasıl İslami bir muhalif hareket inşa edeceğimiz tartışmaya ve pratiğe muhtaç bir konu... Yıllardır idealize edilen fakat pratikteki kısır döngülerden çıkış sağlamayan yaklaşımlar yerine, toplumun ihtiyaç duyduğu yeni bir dil kurmaktan, farklı tarzlar denemekten çekinmeyelim. Kaybetme ya da dağılma korkusuyla safları sıklaştıralım derken, kendi kendimizi de sıkıştırmanın bir anlamı yok.

Nihayetinde bir imtihan dünyası ve hepimiz insanlığımızdan ötürü farklı hatalarla malul olabiliriz. İfsadın sistematik bir şekilde her alanı kuşatmak için çabaladığı bir süreçte kendimizi ya da nesli dört dörtlük örnek modeller olarak inşa edemeyeceğimiz de ortada. O halde insanların ıslah edildikçe güzel ahlaka kavuşması neticesinde zamanla daha iyiye gidilebileceği şeklinde geleceğe dönük programlardan önce atılacak adımlar olmalı.

Adım atarken hatalarımız da olabilir, günahlarımız da. Yanlışa da düşebiliriz. Son zamanlarda kişileri mükemmelleştirmeyi merkeze alan modellerin ağırlık kazanması bu insani gerçeği atlayarak, hareket stratejini de kişilere bağımlı hale getirmek gibi riskler taşıyor.

Tevhidi mücadelenin esas amacı, insanları yalnızca Allah’a kul olmaları hususunda tercihini özgürce gerçekleştirebileceği adil bir sistem oluşturmak ise, amaca giden yolda farklı adımlar atmakta çok fazla tereddütler yaşayarak pek bir mesafe kat edemeyiz.