Beytullah Emrah ÖNCE
REFERANDUMA GEÇMEDEN AK PARTİ’Yİ TARTIŞMAYA AÇSAK…
AK Parti’nin gündeme getirdiği anayasa değişikliği paketi, Anayasa Mahkemesi’nin kısmi törpülemesinden sonra 12 Eylül 2010’da referanduma gidiyor. Anlamlı bir diyalog ve müzakere sürecinden geçmeden ortaya koyulan ve aralarında içerik bağlamında birbiriyle doğrudan irtibatı bulunmayan birçok madde tek seferde oylanacak.
Anayasa değişikliği paketi etrafında kopartılan fırtınanın hukuki değil siyasi olması, paketin içeriğinin tartışılmasını arka plana itiyor. Bu saatten sonra AK Parti’nin pek fazla itiraz edilmeyecek değişikliklerle, tartışmaya son derece açık maddeleri aynı torbaya atarak yaptığı şark kurnazlığını eleştirmek, referandum kesinleştiği ve bir değişiklik yapılması imkânsız olduğu için pek fazla bir şey ifade etmeyecektir.
* * *
AK Parti halen birçok kesim tarafından askeri bürokrasi karşısında muhalif ya da karşıt bir pozisyondaymış gibi değerlendiriliyor. Bu sebeple Hükümet’in söz konusu anayasa değişikliğiyle statükonun surlarında ciddi bir gedik açacağı varsayılıyor. Mesele de “ya statükodan yanasın ya da statükoya karşısın” şeklinde dar bir alana sıkıştırılarak, konunun özü bir nevi tartışılmazlık zırhı kazanıyor.
Şu uyarıyı şimdiden yapmak gerekiyor belki de: Referandum süreci sonrasında istediği elde edecek bir AK Parti’nin mevcut statükoyla yakaladığı uzlaşı zeminini bozmama adına yapacağı ya da yapmayacakları net olarak görüldüğünde yaşanabilecek hayal kırıklıklarını hesaba katmadan anayasa değişikliklerine bel bağlamak ciddi bir risktir. Ve sözünü bugün AK Parti'nin açtığı paranteze sıkıştırarak konuşmak zorunda kalanlar için zorlu bir muhasebe anlamı taşır.
Tam bu noktada AK Parti'nin artık statükonun merkezinde sağını solunu iteleyerek kendisine açtığı yeri konuşmak; referandum tartışmalarını asıl eksenine kaydırmamıza da yardım edecektir.
* * *
AK Parti, şu an geldiği nokta itibariyle Kemalist hegemonyayla bir denge noktası yakalamış gibi duruyor.
Kırmızı çizgileri esastan konuşmaya yönelik herhangi bir siyaset gütmeyerek ve tüm egemenlik tartışmasını “iyi yönetmek”ten ibaretmiş gibi sunarak toplumsal talepleri karşılamadığı gibi tabandan yükselen değişim taleplerini de kendi partisel çıkarlarına yaradığı oranda manipüle ediyor.
Hükümet, sistemin tıkanan noktalarını açmak için yeniden girilen restorasyon sürecine kendi tarzını katıyor olsa da, sürece esastan girmediği için statükoyla yakalanan mutabakat bozulmuyor. Elbette bu tespit, Kemalist statükocuların AK Parti’den haz duyduğu ya da Hükümet’in mevcut durumu arzuladığı anlamına gelmez. Fakat iktidarın paylaşımı noktasında oluşan güç dengelerini her iki taraf da göz ardı edemiyor. Dolayısıyla birbirinin bileğini bükme noktasında sonuç alamayan iktidarın eski ve yeni seçkinleri, ortak çıkarı el sıkışmakta buluyor.
AK Parti, resmi ideolojiyi tartışmaya açarak Kemalist statükonun gayri meşruluğuna işaret etmek yerine; sadece bürokrasi kademelerinde değişikliklere giderek kendi yönetsel çıkarlarına uygun bir alan kuruyor. Böylece “değişim” sadece yönetim mekanizmasındaki bazı koltuklarda oturan kişilerin değiştirilmesinden ibaret kalıyor.
Yıllardır şikâyet edilen bürokratik oligarşiye hakîm olan zihniyeti yerinde bırakıp, oligarşik yapının içine kendi bürokratlarını dâhil etmek ve bu şekilde kendisine iktidar alanı açmak kısa süreli kazanımları beraberinde getirebilir fakat bugün yaşadığımız siyasal sorunlara doğru çözümler getirmeyeceği gibi, statükonun da meşrulaşmasına hizmet edecektir.
O halde diyebiliriz ki; iktidar nimetlerinden faydalanma etrafında gelişen bu yeni süreci farklı boyutlarıyla tartışmaya açmadan, Türkiye’de hegemonik yapının yeniden nasıl biçimlendiğini görmeden ve iktidar seçkinleri arasında zoraki de olsa sağlanan mutabakatı analiz etmeden referandum tartışmaları etrafında kopan gürültü; yalnızca hakikatin işitilmesini perdeleyecektir.