Beytullah Emrah ÖNCE

14 Temmuz 2010

REFERANDUMDA ACELECİ, KÜRT SORUNUNDA AĞIR DAVRANMAK

Devlet ve Hükümet, her ne kadar son MGK toplantısından sonra merkez ve muhafazakâr medyada adı konmamış bir sansür süreci başlatsa da, Kürt sorununun her tarafından kanamaya devam ettiğini hepimiz görüyor, biliyoruz…

Tabi bunda, AK Parti istediği kadar inkâr etsin, başlayamadan biten açılımın payını da unutmamak gerek. “İyi Kürt, kötü PKK” ikilemi yaratarak sorunu çözme kolaycılığı bir kez daha tutmamış, birkaç bireysel hakkın verilerek kısa yoldan sonuç alınamayacağı tez zamanda anlaşılmıştır.

Kaç yıldır seyircisi kaldığımız tiyatro oyunu daha başlayamadan sahneden kaldırılmış, kural doğrulanmıştır: “Bir sahnede silah varsa, o silah mutlaka patlar.”

Şimdi silahların bu kadar yoğun patladığı bir süreçte sahne yeniden tanzim edilirken alınacak rol, bir sonraki perdede ciddi önem arz ediyor… Kürt siyasal hareketi, bu oyunda tuzağa düşmeyeceğini deklare ederek, riskli ama kendi mücadelesi açısından ciddi bir tavır aldı. Bu tavrı anayasa değişikliğinde de devam ettirerek kurulan cendereye sıkışmak istemediğini ortaya koydu.

Önümüzdeki süreç diğer muhalif gruplar ya da hareketler için de kritik geçeceğe benziyor, özellikle İslamcı yapılar için…

* * *

Süreçle ilgili bir değerlendirme yapmadan önce şu hususa bir kez daha dikkat çekelim: Türkiye’de İslami bir tsiyasal muhalefet boşluğu son yıllarda etkisini daha derinden hissettirmeye başladı. Birçok toplumsal sorunda olduğu gibi, Kürt sorununda da oluşan bu boşluk, İslamcılığı barış, adalet ve özgürlük mücadelesinde sahici bir alternatif olmaktan uzaklaştırıyor.

AK Parti süreci bunu biraz daha problemli bir noktaya taşıdı. Parti ve hükümet kadroları hâlâ geldikleri çizgi ve bugüne kadar popülist, pragmatist ve yer yer dini argümanların da bulunduğu bir söylem kullanması sebebiyle hâlâ “bizim çocuklar” muamelesine tabi tutuluyor. Statükoyla uzlaştığı zemin sorgulanmadığı gibi aksine Kemalist statükonun karşısında muhalif bir konumda değerlendiriliyor. Dolayısıyla da alternatif bir İslami muhalefet sergilemekte çekingen kalınıyor.

Sivil İslami yapıların, doğrudan irtibatlı olsun ya da olmasın; Hükümet politikalarından bağımsız bir siyasal mücadeleyi kuramaması önümüzde ciddi bir sorun olarak beklemeye devam ediyor.

Böyle bir durum, yani irade sahibi İslamcı bir siyasal mücadele hattının ortaya çıkarılması için risk ve inisiyatif alınamaması; referandum sürecinde ve Kürt sorununda vereceğimiz imtihanı daha önemli kılıyor.

* * *

Şu ana kadar İslami camia, genel itibariyle referandum konusunda aceleci ama Kürt sorununda geç kalmış bir görüntü çizdi. İlkinde sergilenen organize refleks, ikincisinde hayli gecikti. Referandum seline yanlış yerden kapılırken, “ateşin köklerine akma” gereğini yerine layıkıyla getiremedi.* Oysa medya manşetleri dikkatimizi referandum sürecine odaklasa da, dipten gelen dalgayı görerek pozisyon almak lazımdı…

Referandum sürecine böylesine açıktan verilen bir desteğin İslamcılığı orta ve uzun vadede nereye oturtacağı yeniden değerlendirilmeli. Böyle bir hamlenin, bundan sonraki adımların hükümetin kurduğu siyasal alan içinde okunacağı meselesi de tartışmaya açılmalı.

Ayrıca “Kemalist statükoya karşı referandum sürecinde AK Parti’nin elini güçlendirme gerekliliği ya da hiç değilse zayıflatmama” tezi de yeniden sorgulanmalıdır. Bu değişiklik paketiyle sadece Hükümet’in kendi kazanımlarını koruma çıkarcılığına razı kalarak irade sergilemekten sakınan bir sivil toplum, yarın kritik konularda söz hakkını ciddi nispette yitirebilecektir.

Kürt sorununda ise üçüncü yolculuğun giderek sona yaklaştığı ve iplerin kopmaya başladığı bir aşamada, geleceğe dönük siyasal okumaları eksik bırakarak günü birlik atılacak adımlarla bir yere varamayacağımız anlaşılmalıdır.

Ve yine bu konuda referandum sürecini Kürt sorunundan tamamen bağımsızmış gibi düşünerek atacağımız adımlar, mevcut pozisyonumuzu bozmamakla sonuçlanacağı gibi, geride kalıcı bir iz de bırakmayacaktır.

Başörtüsü yasağında olduğu gibi, Kürt sorununda da kesinlikle protest tavırdan birkaç adım öteye geçmek zorundayız. Arkası gelmeyen çağrılar, arkasında ısrarla durulmayan iddialar ve somutlaştırılamayan pratikler ya da kendi ideolojisini kuramayan politikleşmeler kimseye fayda sağlamıyor.

O halde öncelikle bölgedeki İslami yapılar başta olmak üzere, Türkiye’deki İslami camianın bu konuda yaklaşımını ve taleplerini somut biçimde ortaya dökme ve bunun üzerinden süreklilik arz edecek bir inisiyatif kurma vaktinin hızla geçtiğini görmemiz gerekiyor.

İslami bir siyasal muhalefetin ortaya konamayışı son yıllarda sıkıntı ve utanç verici bir boşluğa dönüşürken, şayet başörtüsü yasağı, Kürt sorunu, emek sorunu gibi en temel sorunlarda dahi alternatif bir söylem/eylem bütünlüğünü acilen ortaya koyamazsak, AK Parti döneminde yaşanan “eksen kayması”, zemin kayması sürecini de büsbütün hızlandıracaktır.

Geç kalınan her gün, boşluk genişlerken; sorunlar da derinleşiyor, griftleşiyor…

Çıkmaz sokağa yaklaşıyoruz…

Yine de ümitsizliğe düşmemek lazım.

Çıkmazın da bir güzelliği vardır.

Belki yeni başlangıçlara vesile olur.


* Bu noktada Bengin Boti’nin yazısı gerçekten dikkate değer bir çıkıştır.

(http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=16856)