Hüseyin ALAN
AMERİKA İZLENİMLERİ
Amerika, gerçekte nasıl bir devlettir? İçerden bakınca nasıl görünmektedir? Toplumsal yapı ve devlet modeli olarak nasıl bir ülkedir? Bunu anlamak ve tahlil etmek üzerine hasbihalde bulunmak istiyorum. Burada anlatacaklarımın, Kalifornia eyaleti ölçeğindeki gözlemlerime dayalı olduğunu ifade etmekle beraber, genel geçer fotoğrafı verdiğini düşünüyorum.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Amerika’yı anlamak, 'Protestan seküler' ideolojiyi ve seküler ilkeler üzerine oturmuş toplumsal bir modeli ve devlet tecrübesini anlamakla mümkündür. Türkiye’de, liberal düşünceyi savunan gruplar hariç sekülerizmin tam olarak bilindiğini söylemek, yanıltıcı sonuçlar doğuracaktır. Yüzyıllık “Katolik laikliği” tecrübesiyle tanışmış, Avrupa “ulus” devlet ve “laik ulus toplum” modelini tecrübe etmiş Türk toplumu için bu tespit önemlidir. Bundan sonra anlatacaklarımın anlaşılması için önemlidir. Bu nedenle Amerika’nın ateist, laik bir ulus devlet olmadığını, din düşmanı ve karşıtı bir anlayışı taşımadığını, onun yerine seküler, dindar ve modern bir imparatorluk tecrübesi ürettiğini söylemek gereklidir. İki devlet-toplum modeli arasındaki farkın önemli olduğunu belirterek bu bahsi geçip değerlendirmemize başlayabiliriz.
Amerika, protestan dini yoruma uygun toplumsal bir model üretmiş, seküler hukuk ve siyaseti üst otorite kabul edip toplumsal yapıyı bu ilkeler üzerine inşa etmiş bir imparatorluk. Dolayısıyla din, kendi içinde her çesit mezhebi farklılıkla devletin yanında, hizmetinde, toplumsal hayatın içinde. Din, orada bir meşruiyet aracı da değil. Buna ihtiyaçları da yok. Din hayatın içinde ayrıca örgütlü, etkin, yaygın ama kendi sınırlarını da iyi biliyor. Bu tarz dini algı ve pratik kendi normunu üretmiş, toplumsal ahlaka ve yaşam biçimine dönüşmüş, saygın bir pozisyona sahip. O haliyle din, siyaset kurumunun dışında ayrıca örgütlenmiş, kendi hiyerarşisini kurmuş, özellikle eğitim faaliyetleriyle önemli gelir elde eden, toplumsal hayatta etkin ve yaygın faaliyetleriyle kurumsal ve profesyonel bir yapı ve sivil bir güç pozisyonunda. Bu nedenle ateist, laik ve ulusçu Avrupa’ya hiç benzemeyen dindar bir toplum ve devlet tipi var orada. Dolayısıyla Avrupa örnekliğini taklit etmiş üçüncü dünya ülkelerine has toplumsal, siyasal ve sosyal problemlerin hiç birisi yok veya çözülmüş, aşılmış durumda. Kur'an ayetlerinin salt ahlaka yönelik tavsiyeleri, bütünden kopuk dini emirler, İncil ayetleri olarak çokça yaygın, günlük pratikte dillere dolanmış vaziyette. Söz gelimi “fe eyne tezhebûn” ayetinin İngilizcesi, hemen her büyük caddede bilbordlarda yazılı olarak dikkat çekiyor. Bizlerin her sözde kullanmaya dikkat ettiğimiz “Allah’ın selamı, yardımı, koruması” yahut “Allah’ı hatırla” gibi sloganlar da öyle.
Bir Amerikalının, özellikle ileri gelen elitleri ve yöneticilerinin (beyazlar ve beyazlaşmış olanlar) aklının nasıl çalıştığını anlamak için Hillary Clinton'un ağzından çıkan şu ifadeler önemlidir; “Tanrı, bu zengin toprakları bize bağışladı. Biz, çok çalışarak tanrıya şükran borcumuzu ödemeliyiz. Zenginliğimiz ve gücümüz buna bağlıdır. Bizim değerlerimiz kutsaldır, tüm dünyanın lideri olarak bizim sorumluklarımız var ve tanrı bize bu konuda misyon yükledi. Kendi değerlerimizi yayarak, dünyaya bu değerleri transfer ederek görevimizi yapmalıyız. Dünya, bizim liderliğimize saygı duyuyor. Dünya barışı ve istikrarı için öne çıkmalı, bize düşeni yapmalıyız…” Burada dikkat çeken şey, Amerikan değerleridir. Bu değerler nelerdir? Bunları anlayabilirsek şayet, Amerika devletini de, yaptıklarını da, meşruiyet gerekçelerini de birlikte daha iyi anlamış oluruz.
Kabaca söylemek gerekirse, Amerika, liberalizmin tam olarak uygulandığı bir ülkedir. O halde liberalizmin olmazsa olmazları, iman ilkeleri nelerdir, orada iki yüzyıldır uygulanan pratik hangi değerler üzerine oturmaktadır, iddia edilen şekliyle bakabiliriz.
1-BİREYSEL ÖZGÜRLÜK: Özgürlüğün üç aşaması vardır; A-LİBERTY: İşgale uğramış bir ülkenin, bağımsızlık savaşı vererek özgürlüğüne kavuşması. B-FREEDOM FREE: her tür kurumsal yapı ve otorite baskısından kurtulup özgür olmak. Toplumsal yarar, kamu çıkarı, dini amaç, ulusal çıkar gibi yönlendirmelerin ve hedeflerin birey üzerinde etkili olmaması. C-EMANSİPASYON. Özgürlükte son aşama. Tamamen free olmak, kafana göre takılmak… Amerika’da, federal ya da eyalet çapında özgürlükleri koruyan Amerika yasalarına saygılı olmak, bir Amerikalı ülküsünü sahiplenip değerlerine uyum sağlamak, toplumsal huzuru ve güveni bozmamak, başkalarının özgürlük sınırlarına tecavüz etmemek, şiddet ve baskıya yönelmemek şartıyla (kırmızı çizgiler), özgürlüğün ikinci ve üçüncü aşamasını dilediğinizce yaşayabilirsiniz. O nedenle ülkede renk, dil, kültür, cinsel tercih, din ve mezhep ayrımı diye bir şey yok. Özelde din karşıtlığı, din düşmanlığı da yok. İstediğiniz dili özgürce konuşabilir, istediğiniz eğitimi görebilir, cinsel tercihinize göre yaşam kurabilir, mezhebi inancınızı ve kültürünüzü yaşayabilir; ister bireysel isterse kurumsal faaliyette bulunup kendinizi ifade edebilir, neslinizi koruyabilir, mahalle ya da şehir olarak ayrışabilirsiniz. Verginizi vermek kaydıyla devletle kurduğunuz ilişkileri sınırlandırabilir, kendi iç hukuksal kurallarınızı uygulayabilir, yılda bir kez imtihana girmek kaydıyla istediğiniz eğitimi verebilir hatta askerlik bile yapmayabilirsiniz. Başkalarının özgürlük sınırlarına tecavüz etmemek kaydıyla, dilediğinizce yaşayabilir, dilediğiniz işte çalışabilir, kafanıza göre özgürce takılabilirsiniz.
Amerika, "üçüncü dünya"dan bir sebeple kaçıp gelmiş, green kartlı ya da vatandaş olmuş yüz elli milyon civarı; öldürme, yaralama, kamusal düzene muhalefet gibi suçlara bulaşmamış ama ülkede kaçak olarak yaşamasına izin verilmiş otuz beş milyon civarı farklı renk, dil ve dine sahip insanların da yaşadığı bir ülke. Bunlar, kendi ülkesinde rejim baskısından, siyasi muhalefetten; açlık ve yoksulluktan; çeşitli suçlardan dolayı ülkesinde kaçak durumuna düşenlerden; fikri-siyasi-teknik gelişimini sürdürmek isteyenlerden; zengin olmak isteyen tüccarlardan; maceracılardan ve bir zamanlar Amerika’nın operasyon yaptığı ve kendisiyle işbirliğinde bulunanlarından vs oluşuyor. Her sebeple oraya gelenler, geldikleri ülke şartlarına göre Amerika “cennetine” ulaşmış, özgürlüğüne kavuşmuş oluyor. İmparatorluk tarzı devlet olmanın sonuçlarıdır bunlar. İmparatorluk tarzı devleti tanıyanlar için burada garipsenecek bir durum da yok. Dolayısıyla her gelen, bir şekilde Amerika’ya katkı sağlamaktadır. Gerek ucuz işçilik, gerek beyin göçü nedeniyle teknolojik ve bilimsel katkı olarak, gerekse ekonomiye sermaye katkısıyla destek olarak vs. Burada yapılacak her faaliyet genelde mali güçle alakalandırılmış. Kamuoyunu etkilemek, yerel kanunları değiştirmek, faaliyetlerinizde etkili olmak vs lobicilik veya ikna gücünüzle bağlantılı kılınmış. Savaşa gidecek askerler örneğinde olduğu gibi devlet bile çoğu işlerinde mali cazibeyle işlerini yürütmektedir. Yahudilerin etkinliği bu sebeple anlaşılabilirdir.
2-ÖZEL MÜLKİYET: Tıpkı bireyin kendi bedeni üzerinde mülkiyet ve dilediğince kullanım hakkı olduğu gibi, özel mülkiyet hakkı da kutsal. Özel mülkiyetin dokunulmazlığı var ve her tecavüz ağır yaptırımlara tabii. Birey, “vergisini verdiği” mülkünde mutlak tasarruf hakkına sahip. Kendi kazandığı mülkünde dilediğince tasarruf yapabilir, kimseye hesap da vermez. Birey, kendi vücudu üzerinde tasarruf sahibi olarak nasıl; cinsel tercihte bulunmak, çocuk “yapmak”, kürtaj olmak gibi kararları sadece kendisi verme “hakkına” sahipse, kendi kazandığı mülkünde de benzer şekilde serbesttir. Devlet, bireyin bu haklarını korumakla yükümlü, bunlara karşı yapılacak bir tecavüze karşı da o derece titiz ve caydırıcı.
3-ÖZEL SERMAYE-SERBEST TİCARET. Devlet ya da kamusal otorite, ekonomik alanda olduğu gibi eğitim, sağlık ve sosyal güvence alanında da hemen hemen hiç yok. Her konu ve alan, mümkün olan en geniş sınırlarıyla özel sektörün elinde, sermayeye bırakılmış durumda. Bu alanlarda eyaletlerin yürütmek zorunda kaldığı hizmetler ya sınırlı ya da düşük kalitede veriliyor. Savunma, adalet, asayiş, denetim ve yönetim gibi bir devletin varlık gerekçesi olan alanlar ve görevler bile, tipik özel sektör ve piyasa mantığıyla yürütülüyor. Hoca Nasrettin’in meşhur deyimiyle, orada, parayı veren düdüğü çalıyor… Ekonomi tüketime ve hazza dayalı işliyor. Ekonomik değerler, insan dahil her alanda egemen ve belirleyici olmuş. Tüketimi cazip kılmak için her tür finans desteği uygun şartlarda veriliyor. Bilindiği gibi dünyanın her alanda ve üründe ve de tek başına en çok tüketen ülkesi ora. Bir taraftan da Amerikan piyasası, hem derin hem de yüksek hacimli olduğu için, Avrupa dahil zengin ülkelerin sermayesi, orada. Sermaye, bu hacimli tüketim piyasasında türev pazarlarda olduğu kadar arge çalışmalarında, üretimde ve teknolojik gelişmelerde de çalışıyor, ekonomik getiriye duyarlı ve yüksek kar oranlarıyla cazip bir yer… Evlilik, aile, çocuk, komşuluk, yaşlılık gibi ahlaki durumlar, piyasa değerleriyle uyumlu hale gelmiş. Her ilişki pazarda değeri olan ve mali karşılığa tekabül eder ölçülere tabii. Bu gibi ahlaki değerleri, nüfusun yüzde yirmi beşine tekabül eden Katoliklerde olduğu gibi dini ölçülerle kutsallaştıranlar da, geri kalan Protestan ve diğerlerinde olduğu gibi sıradanlaştıranlar da var.
4-REKABET. Tekelleşmeyi önlemek için tedbirler alınmış. Bir şirkette bir kişinin sahip olacağı hisse, bir şirketin veya ürettiği bir ürününün piyasada sahip olacağı pay, yüzde otuz yedi ile sınırlandırılmış. Basın kralı Yahudi Mordak’da, windovs sahibi Amerikalı Bill Gates’de aynı kurallara tabii. Fazlasına izin vermiyorlar. Sınırı aşanlar ya parçalanıyor ya da yüksek oranlarda cezalandırılıyor. Piyasa rekabeti, bir taraftan kendi içinde acımasız rekabetle yaşamak için mücadeleye ve kendini sürekli yenilemeye ve geliştirmeye dayalı, diğer taraftan dünya ölçeğinde hizmet ve ürün kalitesini yükseltmeyi ve uygun fiyatta üretmeyi teşvik etmeye dayalı olarak işliyor.
5-EŞİTLİK-ADALET. Irk, cins, inanç ve cinsel tercih bakımından haklar negatif anlayış ve pozitif koruyuculuk altında muhkemleştirilmiş. Tarihsel geçmişleriyle suçlanmaları, bir bakıma atalarıyla yargılanmaları demek olur. Devlet, farklılıkların kendisini koruması için tedbirler almış, bu tercihlere karşı olabilir tecavüzü, baskıyı, eleştiriyi caydırıcı şekilde cezalandırarak oruyor… Yasalar önünde de eşitlik sağlanmış. Suç işleyenlerin statüsü veya kimliği fark etmeden herkese eşit muamele uygulanıyor. Hilton otellerinin mirasçısı Paris Hilton’un bizim basına da yansıyan, işlediği basit bir trafik suçu nedeniyle geceyi nezarette geçirdiği ve yüklüce mali ceza aldığı hatırlardadır.… Yerel mahkemeler juri sistemiyle çalışıyor. Jurinin kararı, yargıcı bağlıyor. Yargıç, jurinin suçlu bulduğu sanığa sadece kanuni cezayı veriyor, suçsuz bulduğunu ise berat ettiriyor. Juri sistemi, suçlunun, kanun maddesini ihlal etmesiyle belirlenen cezayı almasından çok, kamuoyunun vicdanının rahatlamasının ön plana alındığı bir sistem üretmiş. Delilleriyle ispat edilmiş ve kanunen suçlu görülen bir suçlunun cezalandırılması normalde çalışmıyor, onun yerine, jurinin gözettiği kamu vicdanını rahatlatan bir karara göre sonuç belirleniyor. Burada kamu vicdanı, Amerikan toplumsal değerleriyle ölçülen bir norma dayalı. Bu nedenle, teorik olarak istisnalar hariç, genelde kim olursa olsun suçlu bulunan herkes benzer muameleye tabi tutuluyor.
6-KADIN-ÇOCUK HAKLARI. Bu haklar, biz gibi ülkelerin pek alışık olmadığı bir şekilde tanımlanmış ve korunmuş. Orada toplum ve aile yapısında gelişen bozulmalar eşliğinde, titizlikle korunması gereken şartları kendiliğinden üretmiş. Toplumsal yapı içinde zayıf halkalar gibi görünen bu kesim, devletin en hassas olduğu konu haline gelmiş. Bu hakların ihlalinde yüklü tazminatlar ödemek durumunda kalınıyor. Nikahsız yaşamın sonuçları, erken yaşta doğurulan çocukların geleceği koruma altına alındığı gibi, şiddet, hakaret, tecavüz affa uğramadan ağır şekilde cezalandırılıyor. Bir taraftan da çocuk evlat edinme çok yaygınlaşmış. Kadınlar, sosyal hayatta özgür ve erkeklerle her konuda ve alanda eşit haklarla yaşıyor. İkisi arasında hiçbir ayırım yok. Ev kadını yahut çalışmayan kadın tabiri zihinlerde yer etmiyor. Cinsiyet ayırımı yok. 18 yaş ergenliği, 21 yaş her tür serbestliği getiriyor. Katolikler hariç diğerleri için erken yaşta ama yaşıtlarıyla olmak kaydıyla her tür fantezi serbest. Fuhuş yasak, bu fiilde kadın değil, parayı veren erkek suçlu sayılıyor.
7-DİNDARLIK. Seküler ideolojik anlayış şartıyla hemen herkes dindar bu ülkede. Her dinin temsilcileri ve kurumları serbestçe faaliyet gösteriyor. Diğerleri de tipik Hıristiyan teolojisini taklit etmiş durumda. Hıristiyanlık, her mezhebiyle teolojik kabul sonrası hukuksuz, şeriatsız, siyasetsiz bir din. Dünyevi hayatın, toplumsal ve siyasi kuralların, mali işlerin ve dış politikanın tanziminde iradesi, iddiası da yok, tecrübesi de yok. Erken dönemlerden bu yana toplumsal ve hukuki bir varlık olarak dini bir toplumsallık önerisi, dini referanslı siyasi iktidar iradesi ve devleti de olmayan bir din zaten. Dolayısıyla, teolojik bir kabulden sonra sadece ahlaki öğütler veren, nefis tezkiyesini öne çıkarıp bireysel bir yaşamı ve kurtuluşu öngören; dualar ve bayram kutlamaları, ilahi okuyup azizlere ve ikonalara saygı duymakla sınırlı bir ibadet anlayışına sahip bir din. Özetle, itikatla siyaseti, itikatla ekonomiyi, itikatla hukuku, itikatla sosyal örgütlenmeyi ayrıştıran yani dünyevi hayata dair bir varlık iddiası yok edilmiş ve tahrif edilmiş bir dini algı, bilindiği gibi. Bu nedenle devlet işlerine karışmaz. Devletle din işlerinin karışmasına da tabiatı müsait değil…
Ruhban sınıfı, yani din adamları din işleriyle, manevi-ruhani-metafizik alan ve işlerler uğraşır; seküler sınıf da siyasi işlerle, dünyevi-maddi-fiziki-bedeni alan ve işlerle uğraşır. Bizim bildiğimizin aksine yahut laiklikte olduğu gibi seküler adam, dinsiz adam, dini reddeden, dine karşı olan bir adam değildir. O dünyevi bir adamdır ama o da dine inanır. O da dindardır. Onun farkı, sadece din işleriyle uğraşmaması, dini sınıfa ait olmamasıdır. Bu manada din adamı da, seküler adam da Allah’ın emretme yetkisini sınırlamış, yeryüzü ilahlığını iptal etmiş.
8-DEMOKRASİ. Amerika toplumu demokrat bir toplum. Kuruluş yıllarında bir kez anlaştığı anayasa maddeleri hariç, hem federal hem de eyalet düzeyinde çıkan tüm kanunlar, çoğunluğun verdiği karara göre düzenlenmektedir. Çok az istisna hariç her düzeyde yönetici, idareci seçimi de çoğunluk kararıyla ve seçimle belirlenmektedir. Her kim de seçilirse seçilsin, uyacağı ve uygulayacağı kurallar, dinden bağımsız, din ile ilintisiz olduğunu bilmektedir. Sistem bu konuda sağlam temellere oturmuş durumdadır. Dolayısıyla her hangi bir konuda çoğunluk kararı ve mali tablolar geçerlidir. Bu durum, azınlık haklarının korunmadığı, azınlıkların baskı altında tutulduğu anlamına gelmiyor. Azınlık da çoğunluk da aynı dini teolojik anlayışa sahip, aynı dünyevi hayatı ve dünyevi iktidarı, sistemi savunuyor, aynı kanunlarla yönetilmeyi istiyor. Bu konuda bir itiraz yok. Orada azınlık tabiri bizdeki gibi değil yahut ulus devlet formatındaki gibi anlaşılmıyor. Etnik, dilsel, cinsel ya da dinsel bir azınlık tanımı yok çünkü. Genel olarak “insan hak ve özgürlükleri” temelinde herkes eşit. Herkesin hakkı kutsal. Burada bir ayrımcılık da ayrıcalık da yok. Söz gelimi camilerde ezan okunmuyor ama kiliselerde de çan çalmıyor. Çünkü hepsi seküler, hepsi Hıristiyanlık veya benzeri dini algıya sahip. Din işleriyle devlet işlerini birbirine karıştırmıyor. Böyle bir algıları da yok, böyle bir iddiaları da yok. Dini inançları da buna uygun zaten…
Yukardan beri özetlemeye çalıştığımız Amerikan devleti ve toplumunun genel karektersitiği, tam da demokrasi rejimine uygun, demokrat ahlakın egemen, geçerli ve uyumlu olduğu bir durumu göstermektedir. Demokrasi, toplumsal bazda kendi tabiatıyla uyumlu ilke ve kurallar uygulandığı, toplumsal yapının yukarıdaki ilkelerle işlediği zaman ancak geçerli olan bir siyasal rejimdir. Seküler dini algı ve toplumsal yapı olmazsa, demokrasi olmaz ya da uyumsuzluk çıkar. O taktirde sosyal ve siyasi krizler çıkar. Ülkemiz insanı bu durumu tecrübe etmiş bir toplumsallıkta yaşamaktadır. Bu bakımdan demokrasi, şimdiki bizim tarz toplumsallık üzerine birkaç numara fazla gelir. Çünkü demokrasi, o tür toplumsal yapının üzerine oturan, o tür toplumsal yapıyla uyumlu bir rejimdir. Nitekim Amerika toplumsal tarihi süreci, demokrasiyi otomatik olarak üreten bir sürecin ürünüdür. O nedenle demokrasi, salt seçim tekniğinden, yöneticilerin yönetilenler tarafından seçildiği bir rejim asla değildir…
Bu anlatılanların ışığında, hem ortalama bir Amerikalının, hem de elit tabakadan bir Amerikalının kafasının nasıl çalıştığını anlattığımı umuyorum. Şayet bunu becerebildimse, şu önemli sorunun cevabı kendiliğinden çıkmış olmaktadır: Peki, o zaman Amerika İslam’a neden karşıdır? Dünyanın her yanında Müslümanları “terörist”, “radikal”, “fundamantalist”, “demokrasi ve özgürlükler düşmanı”, “kadın haklarına karşı olan”, vs diye itham eder? Neden İslam algısını değiştirmek için onca projeler geliştirir, onca paralar harcar ve Müslümanları laiklik ve demokrasiyle barıştırmak ister?.. Çok basit; onların din algısı sekülerlikle kaim. Bunda da samimiler. Onların din olarak bildiği Hıristiyanlık, onları kendi bakımlarından haklı çıkarıyor. Dolayısıyla dünyanın bir yerinde İslam devleti ve toplumu diyen bir Müslüman, onlar nezdinde bu bakımdan “kötü” adam. Demokrasi düşmanı. İnsan hak ve özgürlüklerine karşı olan biri. Çünkü onlar, İslam’ı da Hıristiyanlık gibi zannediyor ya da öyle anlamak istiyor…
Son olarak şu hususun altını çizmek isterim; AKP iktidar süreciyle İslam dinini seküler algıyla yorumlayanlarımız, Katolik laikliğe karşı oldukları için olmalı, seküler laiklik ve adalet devleti gibi İslam’ın doğasına zıt anlayışla atağa geçtiler. Adalet, eşitlik ve özgürlük gibi seküler içerikli dini algı ve pratiği savunmak bu nedenle hem yaygınlaştı hem de etkinleştirildi. Tevhid ve İslam devleti tartışmaları da bu nedenle unutturulmak isteniyor. Tevhidi algıyı Kur'ani içerikten ve bütünlükten kopartarak yeni yorumlarla İslam’ı da Hıristiyanlaştırma çabası, Kemalist sistemin geriletilmesiyle meşruiyet kazanıyor. Bu tip argümanlarla yeni bir İslam teolojisi üretmeye çabalayanların bu nedenle önleri açıldı, bir şekilde küresel sisteme akredite oluverdiler. Klasik cemaatlerimizden yeni versiyonlarına, eskisi yenisi partili siyasetçilerden onların politik destekçisi meşhur sivil toplum kuruluşlarına kadar; özgürlük-adalet ve eşitlik savunusu yapan yazar çizerlerden ilahiyatçısına kadar; Kur'an hükümlerini insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde yorumlayarak yeniden bir din inşasına girişenlerine kadar hemen hepsi bir ağızdan; Kur'an diyen, sünnet diyen, Allah’tan gelenlere itaat edilmeli diyen, İslam toplumu ve devleti diyen, İslam üstün ve haktır diyen, dolayısıyla İslam’ı parçalamadan bütünüyle sosyal hayatta yaşamak ve duyurmak isteyenleri; dosdoğru algıyla itikatla siyaseti bütünleştirmek isteyenleri, siyasetin de, sosyal hayatında itikattan ve tevhidden bağımsız olmadığını haykıranları susturmak istemeleri, size de garip gelmiyor mu? Berikilerin sesi güçlendirilirken bunların sesinin kısılması, yok sayılmalarının anlaşılır tarafı görülmüyor mu? Akredite olanların ve imkanlara gark olanların hangi sebeple meşhur edilmeye başlandıklarının bedeli, İslam’ı da Hıristiyanlık gibi sunmalarından olmalı.
O halde, geçmişte Kitap Ehlinin ruhban sınıfının yaptıklarıyla bu dönemlerde bu gibilerin yaptıkları örtüşmüyor mu? Öyleyse, İslami kriter ve ölçüler yerine seküler kriter ve ölçüyle cahiliye toplumsal hayatında bocalayıp duranlara söylenecek bir sözümüz kaldı. Tek derdiniz Kemalist vesayetten kurtulmak idiyse, gidin Amerika’ya! Boşuna uğraşıp zaman kaybetmeyin bu sistemle! Hem gittiğinizde siz de göreceksiniz, sizin talep etiğiniz özgürlüklerin, adalet ve eşitlik taleplerinizin, laik adalet ve devlet yönetiminin gerçeği orada var. Dolayısıyla çok daha rahat bir ortam, çok daha güvenlikli bir vasat ve imkanlar orada mevcut. Bu tip dini telakki sahipleri için de bir 'özgürlükler ülkesi' orası! Üstelik tekçi, ateist ve ulusalcı Avrupa’ya da hiç benzemiyor. Bizden hatırlatması.