Hüseyin ALAN
SON GELİŞMELER ÜZERİNE
Derler ki hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Görüntü aldatıcıdır, arkasında olan gerçekleri örter. Propaganda ile de insanların çoğu görüntüye ikna olurlar. O halde dikkatli olanlar, faris olanlar, meselelere biraz kafa yoranlar görüntüye değil, görüntüyle gizlenmeye çalışılan gerçeklere dikkat ederler.
Şüphesiz her olay, konu bir tek sebeple açıklanamaz. Bu yaklaşım doğru da olmaz zaten. Bu nedenle bir olayı doğru anlamanın ve açıklamanın yolu, o olayı etkileyen nedenleri ayrı ayrı ele almak, her birisinin katkısını görmek ama nedenler arasından asıl belirleyici olanı öne çıkartıp onunla bağlantıyı kurmak gerekir. Bağlantı böyle kurulduğunda gösterilene değil gösterilmeyene ulaşmak mümkün olabilir.
2013 Mayıs ayının sonlarında başlayıp Haziran ayı başlarında hala devam eden Taksimdeki park ve kaldırım düzenlemesi nedeniyle büyüyen ve bazı büyük kentlere de sıçrayan olaylar, gerçekte göründüğü gibi midir? Bu olayda görünenin arkasında yatan asıl gerçekler nelerdir? Bu vesileyle Türkiye’de var olduğu halde kendini doğrudan göstermeyen ama bu gibi vesilelerle dikkat çeken bir önemli toplumsal meselelerden bahsedilebilir mi?
İlk elde akla gelen nedenlere göz attığımızda, AKP iktidarı eliyle değişen dış politika değişikliği dikkat çekiyor. Cumhuriyet kurulduktan bu yana süregelen bürokrasideki ve toplumdaki vatanın ve ulusun kadim parçalanma kaygısı, dinamik ve atak dış politika nedeniyle yeniden nüksetti. Özellikle Suriye politikasında gereğinden fazla öne çıkıldığı düşüncsi, söylenenlerin aksine sürecin uzaması, giderek Türkiye’ye zarar vereceği algısı kamuoyunda hassas noktalara dokunmaya başladı. Türkiye’ye ait bir savaş uçağının düşürülmesi, sınıra yakın yerlerde sıcak çatışmaların küçük etkileri ve en son Reyhanlı olayı örneklenebilir. Uluslararası toplumdan ve NATO’dan umulan desteğin gelmemesi Hükümeti güttüğü politikadan dolayı yıprattı. Bu izahlar, dış etken olarak görülebilir.
İç politikada PKK ile başlatılan barış sürecinde kamuoyunun yeteri kadar bilgilendirilmemesi, muhalefetin süreçte dışlanarak hükümetin sadece DTP ile bu işi yürütmesi, alttan alta gelişen güçlü bir propagandayla “şehitlerin kanlarının” hesabının sorulması bir yana başka tavizler verildiği imajının güçlenmesi, Erdoğan’ın başkanlık sevdasına kapıldığı için hiç kimseyi dikkate almadığı vs dikkate değer gelişmelerdir.
İstanbul’da başladığı halde orada kalmayıp bir anda diğer büyük şehirlere sıçrayan olaylar, gerçekte alttan alta biriktiği halde kamuoyunun ikna edilemediği için giderek büyüyen olaylar zincirini akla getirmektedir. Bu iletişim çağında, ülkenin tümünü ilgilendiren konularda yeteri kadar şeffaf olunmazsa, gerçekler yerine propagandalar ve fısıltı gazeteleri etkili olur.
Uzun dönemdir iktidarda olan partinin değişmez yüzleri, yazılı basında ve ekranlarda sürekli belli adamların görünmesi, birileri ve belirli bir kesim için iyiye yorulabilir ama diğer insanları sıkmaya başlamış da olabilir. Ulusal gelirlerin ve kültürün yeniden dağıtımında adaletli olunamadığı ve belirli bir sınıfın hep kayırıldığı gibi inançların yaygınlaşması da, aynı kesimde küskünlük ve dışlanmışlık hissinin beslemiş olabilir. Kentsel dönüşüm projelerinde oluşacak devasa rantın yine belirli sınıfa aktarılacağı endişesi de, bu çerçevede önemsenmelidir.
Henüz toplumsal tepkiye dönüşmese de büyük sermayenin güç temerküzü sonucu işini kaybetmeye başlayan orta sınıfta derinden bir birikimi görebilmek önemlidir. Ergenekon davasında, yeteri kadar güven verilememiş, sivil bürokrasi, basın ve iş dünyasındaki uzantılara tatmin edici boyutta dokunulamamış, sadece askeri bürokrasiye tüm suçun yüklenmesi gibi bir sonuç çıkmıştır. Dolayısıyla vicdanlarda soru işaretleri çoğalmış, bu da adaletsizlik hissini beslenmiştir. Bu ulusun askere bakışı ve derinlerden gelen saygısını hesaba kattığımızda, bu davada dışarıda kalanlarca kullanılan en iyi propaganda malzemesi olduğu görülebilir. Parti cemaat ittifakının da geniş kesimlerde rahatsızlık uyandırdığını düşünebiliriz.
İçki yasağı savunulurken kullanılan dil, belli kesimleri incitmiş olmalı. Başbakanın eski politikacıları da andıran, hemen çoğu konuda muktedirlere ait “ben bilirimci” ve “buyurgan” dili de rahatsızlık veriyor olmalıdır… Bu ve benzeri nedenleri alt alta topladığımızda, derinden bir dalga oluştuğu tahmin edilebilir. Bu hükümetin sağladığı, hemen tüm kesimlerin de günlük hayatında yararlandığı için fark ettiği ulaşım, eğitim ve sağlık alanlarındaki başarıları, genelde ekonomik alanda herkesin cebine pratik olarak yansımayan gelir dengesizliği ve kamu kaynaklarından elde ettiği rantlarla çevresindeki herkesin rahatsızlık duyacağı görüntülerden kaçınmayanların tavırlarıyla örtülmekte ve değerlendirme dışında tutulmakta olabilir.
Küçük sorunlar birikmeye başladığı zaman büyük sorunlara yol açarlar. Sorunların birikimi, dengeli bir şekilde çözülmez, çözüleceğine dair bir umut da verilmezse, akla gelmeyecek basit nedenlerden dolayı toplumsal patlamalar yaşanabilir. Unutulmaması gereken şey, bu ülkenin Batılı bir ülke olmadığıdır. Bu ülkede siyasi partili faaliyetlerde uzun geçmişe sahip olan muhafazakarlar, demokrasi denen şeye gerçekten inanıyor olabilirler. Çünkü bu ülkede bu sınıfın buna ihtiyacı da vardır. Onların siyaset yapmasının başka yolu olmadığı için. Bunun için kendi içlerinde gençlik örgütlenmesi gibi bir şeye sahip olmayı düşünmezler, buna gerek de duymazlar. Ama devletlerde, devlet işlerinde iktidar işleri sanıldığı kadar masum yürümez.
Bütün devletler, işler ciddiye bindiğinde, kırmızı çizgiler aşıldığında kendine göre tedbir alırlar ve bu tedbirler demokrasiyle falan da izah edilmez. Büyük krizler, buhranlar ve savaş dönemleri bu işler için gerekçe oluşturur. O halde iktidar savaşlarında kriz üretmek normal sayılabilir kimileri tarafından. Demokrasiler bu nedenle de sadece kamuoyunu ikna etmek, vatandaşların siyasi haklarını kullandığını ve istedikleri yöneticiyi seçtiklerini zannetmeleri için kurgulanmış iyi bir oyundur. En ileri demokrasi ülkeleri olduğu söylenen Amerika ve Batılı ülkelere bakıldığında da, bu işlerin böyle yürüdüğü görülebilir ama bizde olduğu gibi batıcı, acıtıcı şekilde değil de daha profesyonelce yürütülür. TV’lere yansıdığı kadar bile bu konuda bir bilgi sahibi olmak mümkündür…
İstanbul olaylarını etkileyebilir sebepleri sıraladıktan sonra, asıl belirleyici olan neden nedir sorusuna cevap arayalım. Dış politika belirleyicidir ama bu aşamada asıl etken değildir. Amerika ve Avrupa’nın teamülleri aşarak hemen Türkiye’nin dikkatini çekmesi, olayla ilgili açıklama getirmesi, gerekçe olarak da polisin şiddet kullanımında ölçülü davranmamasını göstermesi, iktidara yönelik bir kulak çekme operasyonu olarak okunabilir. Şayet böyleyse ilerisi için dikkate değer bir şey bu. Kim bilir belki de gelecek yıl yapılacak seçimlerde biriktirilen bir kozdur. Yoksa Erdoğan hükümeti miadını dolduruyor mu?
İstanbul’da başlayıp diğer büyük şehirleri de hemen etkileyen olaylar, evet, yukarda da zikredildiği gibi içerde biriken şişkinliğin boşalmasına vesile olmuştur. Bunun sürüp sürmeyeceği, bu günlerde başlayıp başka vesilelerle ve daha büyük çapta devam edip etmeyeceği, “Arap Baharı” gibi bir patlamaya ve değişiklik talebine yol açıp açmayacağını göreceğiz. Ne olursa olsun olayı hafife almamak gerektiğini söylemeliyiz.
Olayların bir anda büyümesini ve yayılmasını dikkate alarak, olayları destekleyenlerin bileşenlerini de göz önünde tutarak söylenebilir ki, bu olaylar rastgele olmuş değildir. Türkiye’nin sanıldığı gibi dışarıdan yönlendirilebilecek, içerdeki uzantıların beklentilerine cevap mahiyetinde ittifaklarıyla yapılacak operasyonları engelleyecek veya etkisiz hale getirecek kapasitede olmadığı gösteriliyor olabilir. Reyhanlı olayını da birlikte düşündüğümüzde bu güçlü bir argüman olabilir.
Böyle düşünüldüğünde, durumu açıklığa kavuşturmak için şunlar söylenebilir: Bürokrasinin ve sermayenin içinde AKP iktidarı ve güttüğü iç-dış politikalarından beklentileri karşılanmayanların, uygun fırsatlarda iç ve dış odaklarla iş birliği arayışına girmesi doğaldır. Devletlerde oyunlar böyle oynanır biraz da. İttifaklar böyle kurulur. Bu işler “vatan hainliği” gibi tek yanlı da okunmaz. Üzerine operasyon yapılacak devletin gücüyle alakalıdır bu işler. Şu halde AKP’nin zayıf karnı vardır, biliniyordur ve eğer bu olayda gücünden kaybedeceği görülürse, yahut karşı tarafın talepleri karşılanmazsa, olayların dahası ve arkası gelecektir. Zaten bu tür operasyonlar da karşının gücünü denemek için yapılır.
Bu olaylarda en kötü senaryo, öteden beri söylenmekte olan, Milli Görüş çizgisinin ve ulusalcı kanadın dile getirdiği “Büyük İsrail” projesinin devreye girmesidir. Yahut, parçalanma sırasının Türkiye’ye de geleceğidir. Bunu olabilir kabul edersek, daha çaplı, daha zararlı olayların başlayacağı söylenebilir.
Her halükarda bu olaylar iyiye işaret olmadığı gibi sadece ön planda gözüken İP ve bileşenlerinin başarısı gibi de okunmamalı. Geçmişte yapılan “Cumhuriyet Mitingleri”yle de kıyaslanmamalı. Çünkü farklı bir bileşen ve farklı bir olaydan bahsediyoruz.