Hüseyin ALAN
CAHİLİYYE KAVRAMININ FARKLI KULLANIMLARI
11.2 -TOPLULUK ANLAMINDA CAHİLİYE;
AD KAVMİ VE HUD (S):
Hud’un kavmi cahil bir kavimdi (Ahkaf 21-22-23). Cehaletlerinin sebebi; Allahtan korkmamak, kulluk etmemek, ahireti inkâr etmektir. Allah’ı inkar ettiler (Hud 60); ayetleri (Araf 72); mucizeleri (İbrahim 9) ve ahireti inkar (Müminun 33) ettiler. Onlar şeytana (Şuara 36) ve her zorba inatçıya uydular (Ankebut 38). Böylece kâfir (Müminun 33); asi (Hud 59) ve zalim oldular (Enfal 54). Aynı topluluk bu nedenle putperesttir (Mearic 7); suçlu günahkârdır (Hud 52) ve zorba (Şuara 30) bir kavimdir. Onlar bu nitelikleri sebebiyle Hud’u yalanladılar (Hac 42); cahillikle (Araf 62) ve yalancılıkla (Müminun 38) suçladılar.
Bu özellikleri ve nitelikleri taşıyan her topluluk, geleneksel ya da modern olsun fark etmez, cahiliyedir.
11.3-İSARİL OĞULLARI TOPLULUĞU:
Firavunu zulmünden kurtarılan İsrail oğulları yol üzerinde puta tapan bir kavim görünce Musa(s)’dan kendilerine de böyle bir ilah yapmasını istediler. Musa da onlara “siz gerçekten cahil bir kavimsiniz” dedi (Araf 135).
İlah, emirler ve ibadet ilişkisini Allah’dan gayrisine veren her toplum cahildir.
11.4-LUT(S)’IN KAVMİ:
Bütün insanlar sadece Allah’a ibadet etsinler, ona itaat etsinler diye yaratıldı. O nedenle sadece Allah ilah edilsin, sadece onun sözler dinlensin istendi (Zariyat 56). Allah’ın insanlara elçi olarak gönderdiği peygamberlere de bu nedenle uyulması, onlara destek olunması gerektiği bildirildi. Cahillerse bunu kabul etmeyip onlara isyan edenlerdir (Hud 82-83). Lut(s)’ın kavmi de itaat etmeyenlerdendi. Onlar bu özellikleri sebebiyle cahil bir topluluk olarak nitelendiler (Neml 55). Hatta o kavim bozguncu (Ankebut 30); haddi aşan (Şuara 166); suçlu (Hicr 5); müsrif (Araf 81); fasık, zorba ve kötü (Enbiya 74) olarak nitelendi. Onlar bu nitelikleri sebebiyle Lut’u yalanladılar (Hac 43); ona isyan ettiler (Hakka 10).
Bu nitelikleri üzerinde taşıyan her topluluk cahiliyedir. İlahi iradeye uymayanların davranışlarıysa zorbalıktır.
11.5- NUH(S)’IN KAVMİ:
Nuh’un kavmi (Ankebut 11), inkâr ettiler (Hud 43); isyan (Zariyat 46) ettiler. Müminleri horladılar (Şuara 111); haksızlık edip zorbalık yaptılar (Hud 27). Onlar putperest (Nuh 23); fasık (Zariyat 46); zorbalık ve kötülük eden (Enbiya 77) bir kavimdi. O sebeple haddi aşan (Yunus 74); kibirlenen (Nuh 22); zorbalık eden (İbrahim 15) kafir bir kavimdi (Hud 43).
Onlar, aralarında 950 sene kalan (Ankebut 14) Nuh’a iman etmediler. Öğütlerinden yüz çevirdiler (Yunus 72); batılı savundular (Mümin 5); insanları haktan saptırdılar (Nuh 23). Onu delilikle (Müminun 25); sapıklıkla (Araf 60) ve yalancılıkla (Hud 29) suçladılar. Onu alaya aldılar (Hud 38); hatta ona eziyet edip dövdüler (Taberi).
Bu sebepler nedeniyle Nuh’un kavmi de cahil bir topluluktu. Bu özellikleri taşıyan ve bu nitelikleriyle meşhur toplulukların tümü cahiliyyedir.
11.6- ZAN İLE İLGİLİ; UHUD SAVAŞINDA OLANLAR:
Uhud savaşının sonucu bozguna dönüşmüştü. Bunun üzerine Allah onlara keder üstüne keder ve gam sütüne gam vermişti (Ali İmran 153). Bunun ardından onlardan bir kısmını bir güven ve uyuklama kapladı (Ali İmran 154). Bir kısmı da canlarının kaygısına düştü (Ali İmran 154). Bu gurup, bu işten bize bir şey var mı diyenler, peygambere söyleyemediklerini içlerinde gizleyenler, bu işten bize bir fayda olsaydı burada öldürülmezdik diyenlerdi (Ali İmran 154). Allah, ikinci guruba, cahiliye zannı gibi haksız bir zanda bulunduklarını bildirdi. Bu zanna kapılanlar Muhammed hak peygamber olsaydı Allah böyle küffarı başımıza musallat etmezdi, diyordu. Peygamber davasının batıl olduğunu, Allahın ona yardım etmeyeceğinin zannediyorlardı. Bütün işlerin Allaha ait olduğunu (Ali İmran 154), Allah’ın dilediği şekilde hükmettiğini (Maide 5); dilediğini yarattığını (Hac 14); öldürülmesi takdir edilmiş olanların evlerinde olsa bile mutlaka ölümün gelip kendilerini bulacağını (Ali İmran 154), bilmiyorlardı. Böyle bir zanna ancak cahiller sahip olabilir.
Hakikati bilmeden konuşmak, vahye tabii olmamak, Allah hakkında zanda bulunmaktı. Bu olaylara yüzeysel ve anlık bakmak, hep zaferler beklemek ve cahillerden olmaktır.
11.7-CAHİLİYE HÜKMÜ:
Medine İslam dönemiydi. Yahudi kabilelerinden Benü Nadir ve Kureyza oğulları, aralarında kısas gerektiren bir olay nedeniyle ihtilafa düştüler. Onlarda kendi aralarında üstünlük taslayıp dururdu. Onların ölçülerine göre her Yahudi kavmi kendi arasında hüküm uygularken zengin ve kuvvetlilere ayrımcılık yaparlardı. Bu cahili bir ölçüydü. Bu olayda da birbirlerine karşı üstünlük taslamışlar, güçlü olan kavim lehine hüküm verilmesini istemişlerdi. Bu defa bu cahili ölçüye dayalı bir hüküm vermesi için Hz. Peygambere geldiler. Ayet, Peygambere, aralarında Allahın indirdikleriyle hükmet, onların keyiflerine uyma, seni şaşırtmasınlar (Maide 49) derken, onların cahiliye hükmünü istediklerini söylüyordu (Maide 50). Burada Allah’ın hükümleri karşısında cahiliye hükmü zikredilmektedir.
O halde Allahın hükmüne ters düşen her hüküm cahiliye hükmüdür. Cahiliye hükmündeyse zulüm, zorbalık ve delalet vardır.
11.8-CAHİLİYE HAMİYETİ.
Hamiyet; kibir, üstünlük gibi sebeplere dayanarak doğru olan bir işi yapmaktan kaçınmaktır. Taassup ve ar gibi bir şeyden çekinerek haksız yere gazap etmek de bunun gibidir. Hudeybiye’de Süheyl’in, “besmele” ve “Muhammed’ün Resülullah” kelimelerine itiraz etmesi buna örnektir. Fetih 26 da inkâr edenlerin cahiliye hamiyetiyle davrandıkları, müminlerin ise sekinetli oldukları bildirildi. O hal, takvaya bağlandı. Sekinet; vakar, sükûnet, gönül rahatlığıdır. Takva ise iman etmek ve ahde vefa göstermektir. Kibir sebebiyle Allah’ın resulünün emir ve yasaklarına karşı çıkmak, İlahi hakikate uymamaktır. Buysa cahiliye taassubu olarak hiddetin ve öfkenin bir göstergesidir. Hakkı kabul etmeye mani olan bir şeydir bu özellik.
11.9-CAHİLİYYE TEBERRÜCÜ:
Teberrüc; cahiliye döneminde kadının gerdanını, kulaklarını, boynunu ve küpelerini gösterecek şekilde başını örtmesidir. (İbn Kesir). Cahiliye kadını başörtüsünü baştan aşağıya salmaz, enseye bağlar, arkalarına bırakırdı. Yakaları önden açılır, gerdanı açıkta kalır, ziynetleri görünürdü (Elmalı). Allah, bunu eksik bulmuş, başörtüsünü yakalarının üzerine vursunlar, baş, saç, kulak, boyun, gerdan, göğüs kapansın buyurdu (elmalı).
Ahzap 33’ de peygamber hanımlarına evlerinizde oturun denir. Dışarı çıktığınızda ilk cahiliye kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak yürümeyin deniyor. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah ve Resulüne itaat edin buyrulur. Aksi halde cahiliye kadını gibi örtünmüş olacakları bildirildi. O halde Müslüman kadın, örtünmesi gerektiği gibi örtünmeli, örtünmeyi diğer ibadetlerden ayrı tutmamalıdır.
Görüldüğü üzere gerek kişisel cehalet olsun gerekse toplumsal biçim olarak cahilliye olsun bu nitelikleri taşıyanlar Kuran’da zemmedilmekte, kötülenmekte ve dışlanmaktadır. Kişisel bazda iman edip Allah’a teslim olduğu halde üzerinde cahiliye vasfı taşıyanların bundan kurtulması gerektiği bildirildiği gibi, putperestlik yapmaya, şirk koşmaya devam eden cahillerinse zannı terk edip hakka teslim olmaları istenmektedir. Toplumsal bazda cahiliye olarak nitelenen toplumlar ve sistemlerse, dönem ve zaman ayrımı yapılmaksızın onların neden cahiliye üzerinde oldukları bildirilmektedir. Bu durumda hakka teslim olanların ne yapmaları gerektiği, peygamberi örnekliklerle açıklanmakta, onları takip edenlerin onlar gibi yaparak cahiliyyeden ayrışmaları gerekmektedir.
Cahiliyye toplumu içinde yaşarken onlarla kurulan ilişkilerde şu ayetler ufuk açmaktadır: Muhammed(s)’a Enam 35’de, “sakın cahillerden olma”; Nuh(s)’a Hud 46’da, “sana cahillerden olmamanı öğütlerim”, Musa(s)’ın dilinden Enam 67’de, “cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” örnekliği önemlidir. O halde hak olanı reddetmek yahut karıştırmak; zorbalık etmek, haddi aşmak ve müşriklikten kaynaklanan cahilliktir (Araf 38, Hud 29-46, Neml 55). İnsanın sorumlu tutulmasına rağmen (Ahzab 72), cahillik ederek, zalimlik yaparak emanete karşı gelmesi manidardır. O halde itaat eden mümin bir kul, cahillerden yüz çevirmelidir (Araf 199). Ortak koşan, alay eden müşriklere ve kâfirlere (Zümer 64), ey cahiller; “Allah’dan başkasına ibadet etmeyi mi emrediyorsunuz” diyebilmelidir. Yusuf(s), zinaya zorlanmış (Müminun 12), ama o hapse girmeyi buna tercih etmişti (Yusuf 33). Çünkü zina etmek Allah’a isyan etmek ve günahkâr olmaktı. Cahili toplulukta işlenen her günahsa cahillikti. Buysa dünyayı ahirete tercih etmektir. Bu bağlamda bildiğiyle amel etmeyen âlim, insanların en cahilidir. O nedenle Furkan 63, Kasas 55’de Müslümanlara zorbalık eden, boş laflarla onları oyalayanlar, cahiller olarak nitelendi.
Müslümanlar buna karşı; ”Rahmanın kulları ki onlar yeryüzünde tevazuu halinde yürürler” Meryem 35; cahiller kendilerine laf attıklarında “selam” deyip geçerler, karşılık vermezler Furkan 63. Boş söz işittiklerinde onlardan yüz çevirerek; “bizim amelimiz bize, sizin ameliniz size, selamünaleyküm, biz cahilleri istemeyiz derler” Kasas 53-55. Bakara 67 de, Müslümanlarla alay edenlerin cahil oldukları bildirilir. O halde Müslüman’ın kimlerle dost olamayacağı, cahillerle neden malayani ilişkiler kuramayacağı belli olmuştur. Aksi halde Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinin cahillik etmeleri (Yusuf 89), Nuh’un iman etmeyen oğlu (Hud 45) için yardım istemesi, Muhammed(s)’ın kavminin ondan yüz çevirmeleri karşısında zorlandığı zaman “ey peygamber, sakın cahillerden olma” (Enam 35) uyarısıyla karşılaşırız. Ahzab 72’de insanın sıfatı olarak “cehûl” terimi “zalimlikle” birlikte kullanılır. Allah itaati, sorumluluğu; göklere, yere ve dağlara arz etti. Onlar bundan kaçındı. Fakat insan bu sorumluluğu yüklendi. Halifelik sorumluluğu budur. Bir sonraki ayetteyse yine insanın genel karakteri açıklanır; İnsanlardan çok zalim olanlar, ilahi emanete riayet etmeyen, hainlik eden, itaati terk eden kâfir ve münafıklardır. Buna karşılık itaatkâr müminler böyle değildir.
Genel manada bilgisizlik anlamı taşıyan cehalet, izafidir. Bir insanın her şeyi bilmesi muhal, gerekli de değildir. Burada bilinmesi gerekenin; insanın dini ve dünyası, işi ve mesleği ile ilgili asgari şeyleri bilmesi gibi, yararına ve zararın olan şeyleri de bilmesi, toplumunu ve çevresini tanıması gerekir. Bunları da bilmeyenler ancak cahil olarak nitelenebilir ve yerilir. Fakat başka insanların bildiğini bilmemek böyle değildir. Herkesin farklı bilgileri olabilir. Bu manada bilinmesi gerekenler bilinerek cehaletten kurtulunabilir. Fakat Kuran’da cehalet, bilmekten çok öte anlam yüküyle inkâr, şirk, nifak, isyan, kötü ahlak, zorbalık, haksızlık ve zanna uymak anlamına kullanılıyor. Zemmedilen, olumsuzlanan, kurtulunması gereken cehalet budur, Kuran’da. Bu da dışlanan ve “öteki”leştirilen bir ifadeyi kapsıyor zaten. Kuran’da cehalet bu doğru anlamıyla kullanılan temel kavramlardandır. O halde bu kavramın zıddı kavramlarla İslami anlam dünyası oluşturmalı, ameller salihe dönüştürülmelidir. Bu nedenle bir Müslüman cahillikten, cahillerden ve cahiliyyeden yüz çevirmelidir.
Çağımızda cahiliye terimi çokça karıştırılan kavramlardandır. Cahiliye itikadı içinde olanların yahut inandığı halde inancına şirk karıştırıp cahiliye tutumuna devam ettiği için isyan halinde bulunanların kendisini İslam dairesi içinde sanması, bu kavramın doğru anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Yukarda örnekleriyle açıklanan cahiliye, sadece eskilere ait bir gelenek, bir anlayış ve tutum olmayıp gerek ferdi gerekse toplumsal tarz olarak hala canlılığını sürdüren bir durum olarak karşımızdadır. Dünya hayatında Allah’ın zikrini tümüyle yahut parçalara ayrılmış kısmıyla kısmen iptal ederek modern kültürle bir hayat tarzı üreten ve yaşayanlar, Kuran’ın cahiller olarak nitelediği özelliklere denk düşmektedir.
Cehaletin hakkıyla tanımlanıp cahillikten ayrışma yoluna gidilmediği günümüz dindarlarının dünyasında fesadın neden yaygınlaştığını anlamak böylece mümkün olabilmektedir. Salat’ın, tesettürün, hükmetmenin, günahın, kibrin ve isyanın da bu nedenle batılla karıştırıldığını görmek ve onların birbirinden aynı nedenlerle ayrıştırıldığını anlamak da aynı şekilde mümkündür. Günümüzde bir Müslüman’ı tanımlarken; işitip itaat eden, sadece Allah’a ittika edip ona teslim olan dolayısıyla ahdine sadık ama iki yüzlü de olmayan; salat’ı ikame eden ama beşeri iradeye de tabii olmayan; Allah’ın hükmü yanında cahiliye hükmüne de razı olmayan vs biri olarak tanımlamak, yeterli bir açıklamayı ve tanımlamayı sağlamıyor. Çünkü bu özellikler birbirinden kopuk olduğu için asli fonksiyonlarını yitirmiş ve dolayısıyla ibadetler ve kulluk birbirini tamamlayan özellikte değildir. Bu nedenle Müslümanlarla cahilleri, Müslümanlıkla cahiliyyeyi birbirinden ayrıştırmak bu manada pek anlamlı gözükmüyor. Tarafların bu özellikler sebebiyle birbirinden ayrışması da yanı sebeple mümkün olamıyor.
Bir Müslüman’ı tanımlarken ona ait “farik” özellikleri zıddından tanımlamak bu nedenlerle çok daha anlamlı olabilir. Söz gelimi; Müslüman olmak laik veya seküler olmamaktır diyebilmek ne kadar tanımlayıcı ve belirleyici ise; keza faşist, muhafazakar, demokrat ve liberal olmamaktır demek de o kadar anlamlı ve belirleyicidir. Bunları söylerken, bunlarla uzlaşmanın, ortaklık etmenin yahut bunlardan birisinin işletmeciliğini veya destekçiliğini yapmanın da aynı anlama geldiğini söylemek gereklidir. Çünkü bu durum “onlarla dost” olmanın işareti olduğu kadar, “marufun emrinin” ve “münkerin nehyinin” iptal edildiğinin de işaretidir. Herhangi bir gerekçeden hareketle bütünsel yahut parçalı olarak aksi bir savunmaya geçmek, onlardan da razı olmak gibi somut olarak cahillerden olmayı çağrıştırmaktadır. Ortalamanın üstündeki dindarların “ortada İslami bir seçenek yoktur”, “ seçmemiz istenen rejim İslam’la kıyaslanmıyor ki” yahut çeşitli kazanımları(!) söz konusu ederek “olumlu yanlarıyla birine kıyasla diğeri desteklenebilir” tarzı savunmalar, tam da bu nedenle “ortada Müslüman yoktur” demenin karşılığına denk düşüyor. Bir yerde, sadece bir Müslüman bile varsa, orada, her zaman İslam’i bir seçenek vardır. Çünkü Müslüman olmanın varlık gerekçesi budur. Hak olan budur. Diğeriyse cahiliyeye razı gelmek, hakkı batılla örtmektir.
Kendini tanımlama ve angaje etmek bakımından “neden yana” olduğunu açıkça söyleyemeyenleri tanımlamak, bu gibi nedenlerle mümkün olmuyor! Bu durum sadece Müslümanlar açısından değil diğerleri açısından da önemlidir. Çünkü “farik” özellik şu ya da bu biçimde açıklığa kavuşturulmalı, zıddına karşı bir eleştiriyi ve karşı duruşu da beyan etmelidir. Bu sebeple, neden yana olduğu pek bilinmeyen bir Müslüman’ın “neye karşı” olduğunu “duyarak” veya “bilerek” tanımlamak, günümüz şartlarında çok daha anlamlı durmaktadır. Başka türlüsü Müslümanlığın değil cahilliğin tezahürü olmaktadır.
Nuh’un, Hud’un, İsrail oğullarının vs toplumsal tarzını cahillik olarak açıklayan ve o sebeple eleştirip olumsuzlayan kıssalar tamı tamına bizlere bu bakımdan yol göstermektedir. Onların içinde yaşayan peygamberlerin ne yaptıklarını ve nasıl yaptıklarını da o vesileyle açıklamaktadır. Bu durumda peygamberlerin hattını izleyenler için ortada karışık bir durum söz konusu değildir. Her şey ayan beyan ve gerekçeleriyle ortada olduğunu söylemek, karanlıklar içinde bocalayanlara aydınlığı göstermek gibidir. Hak olan şu ki; Allah biliyor, bizler bilmiyoruz. Külli şey’in alîm olan Allah’dır bizler değil. Zanni bilgilere dayanarak yahut Allah’ın iradesi yanında beşeri iradeye da tabii olarak işi eveleyip gevelemek, olsa olsa cahillerden olmaktır. Hakkı batılla örtmektir. Allah’ın zikrinde belirttiği örnek olay olarak Maide suresi 77-80. Ayetleri, ibret almak isteyen topluluklar için ne kadar anlamlıdır! O halde bir Müslüman’a yakışan cahillikten ve cahiliyyeden uzak durmak olmalıdır. Böylece zorbalıktan, isyandan, yalanlamaktan ve Allah’dan başkasına ibadet etmekten kurtulmuş olabilelim.