Hüseyin ALAN

24 Kasım 2011

MEKKE'DE KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİ VE AİLE

Cahiliyyenin hüküm sürdüğü Mekke şehrinde kadın ve aile yapısı hakkında çokça bilgi ve belge yok. Şiirlerde geçen anlatımlar ancak belge niteliğinde görülüyor. Bu konu geniş bir alan olduğu halde, doğru yanlış anlatımlar birbirine karışmış durumda olduğu için bilinmesi gerekenleri bulmak da zorlaşıyor. Rivayetlerde çok genellemeler var, bazı anlatımlar gerçeklerle bağdaşmıyor. Bu nedenle doğru uygulamayı yakalamak oldukça zordur. Buna rağmen söylenmesi gereken şey, toplumda kadın hepten kötü durumda olmadığıdır.

Cahiliye Araplarında, sosyal hayatın o döneminde ailenin reisi ve idarecisi genelde erkektir ve kadın bu konuda erkeğe uyuyor. Erkeğin sorumluluğu çok fazla gözüküyor. Söz gelimi savaş, savunma, kan bedeli, sosyal sorumluluk, diyet borçlanması gibi görevler erkeğin omuzlarında ve ona aittir. Nikâhta mihir bedelini erkek ödüyor (Bakara 237). Genelde sorumluluk erkeğin (Ali İmran 14) olduğu için boşama hakkı da erkeğe (Nisa 34) ait. Tekvir suresi 8-9 da bahsedilenler kabilecilik, kazanç, savaş konularında erkeklerin üstün tutulduğuna işaret ediyor.

Kadının yiyeceği, giyeceği ve korunması da örfüne ve statüsüne uygun olarak erkek tarafından karşılanıyor. Kadınların sosyal, kültürel ve ticari hayattaki durumu örfüne ve statüsüne uygun şekildedir, bu durum sorumluluklarına da denktir (Bakara 228). Çocuk konusunda sorumluluk kadına aittir (Bakara 233). Kadının üstünlüğü, ailesinden gelen statüyle bağlı olarak ve kendi malından harcamasıyla ilintilidir.

Cahiliye hayatında kadınlar sosyal hayat da farklı birkaç statüye sahiptir. Hür ve asil olanlar var; onlar toplumda söz sahibiler ve her hakka sahiptirler. Bunlar sosyal statü ve ekonomik olarak da güçlüler. Bu bakımdan hür ve asil olan kadınlar değerli ve toplumda itibar görüyorlar. Ayrıca; asaletin bir göstergesi olarak, köleler ve diğer sınıflarla karıştırılmamak için bunlar örtünüyorlar. Ahzap 59 daki örtü ayeti de, tersinden bir ayırımdan bahsediyor. Cahiliyyede asil kadın; şahitlik eder, ticaret yapar, anlaşma yapar, eşini boşayabilir. Bunların yanında kavimlerini barış için toplayabilir, dilerse harp ateşini alevlendirebilirdi. Mutayyebûn ve ahlâf kadınları burada örnek olarak hatırlanabilir.

Hicaz şehirlerinde eşraf kızları ve kadınları toplumda saygın bir yere sahiptir. Bazıları erkekten de muteber durumdalar. Medine’de Selma (Abdülmüttalib’in annesi) hatun, Ummu Umare bintü Kab, Ummu Hakim bintü el Haris; Kureyş’den Hatice bintü Huveylid (annemiz), Hind Bin Utbe (Muaviye’nin annesi), Amre Bintü el Harisiye ve Arapların meşhur şairlerinden Hansa, bunlardandır. Bu statüye sahip kadınlar muhtemelen geneli teşkil etmiyorlar. Dolayısıyla kuran bunlardan pek bahsetmiyor.  

Kuran’da mümin kadınlardan ve müşrik kadınlardan bahseden ayetler var. Saygın, bağımsız karar alabilen ve öne çıkmış kadınlar bunlardır. Söz gelimi Ebu Leheb’in karısı, güçlü kadın tipini sembolize ediyor. Kavim geleneklerine rağmen eşini kardeşinin oğluna düşman etmesi, iki oğlunun nişanlarını attırması, kocasını ve çocuklarını etkileyen bir kadın örneğidir ve o guruptaki kadının statüsüne işarettir. O tipe karşılık onlardan iman edip sabredenler ve hicret ettikleri için övülen kadınlar vardır. Şahsiyeti, kişiliği ve bağımsız karar verme özelliğiyle bilinenlerdir bunlar. Medine’ye hicret eden (eşsiz) pek çok kadının yanında, (eşi nedeniyle) aciz kalıp hicret edemeyenlerde var. Buna rağmen onların peygambere olan bağlılıkları da devam etmiştir.

Kuranda daha çok bahsedilen kadınlar; genelde hür oldukları halde birçok haklarından mahrum edilenlerdir. Bunlar asil ya da zengin olmayan kadınlar olmalı yahut kendi sosyal gurubunun en altında olanları temsi ediyorlar. Anlaşıldığı kadar çoklu evlilikte ilk eşten sonrakiler de olabilir bunlar. Dolayısıyla bunlar ikinci kategoriden muamele görüyorlar. Bu tip kadınlardan kocası ölüp de dul kalanı, üvey oğullarından birisi erken davranıp üzerine elbisesini atmayı başarırsa, kadın onun oluyordu. Yahut kadın daha önce davranıp kabilesine iltihak edip kurtulabilirse serbest kalıyordu. Bu kadın tipinin yeni sahibi olabilen üvey evlat dilerse mihirsiz olarak onunla evlenirdi. Dilerse onu başkalarıyla evlendirebilir ama mihrini kendi alırdı. Bundan da kadına bir şey vermezdi.   Dilerse de erkeğin öz babasından bu kadına miras kalanı kadının elinden almak için onu evlenmekten men ederdi.

Bu durumda bu statüye sahip olan kadınların miras hakkı olduğu anlaşılıyor. Bu da yukarda yaptığımız hür sınıfın alt gurubu değerlendirmesini teyit eder. Kuran “ey inananlar, kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir” (Nisa 19) buyurarak yukarıdaki uygulamayı toptan iptal etmiştir.

Bu statüye sahip olan kadınlardan bahseden ayetler, onların haklarına yapılan tecavüzden ve onların horlanmalarından bahsetmektedir. Zorla mirasçılık (Nisa 19-20), yetim çocuklar ve kadınların miras haklarına tecavüz (Nisa 127-128), zıhar uygulamasındaki haksızlık (Mücadele 1-2), boşanmada iddet süresi ve şahitlik şartı (Talak 1-7) gibi konular aldatılan, aşağılanan ve zulme uğrayan kadınlardan bahseder. Onların bu durumları gelen hükümlerle düzeltilir.

Cahiliyye Arap toplumunda, yukarıda sayılan iki statü dışında kalan kadınlar vardır. Bunlar da sosyal statü olarak cariye gurubu olmalıdır. Gerek köleliği devam ediyor olsun gerekse evliliğinde erkek çocuk doğurarak mevla statüsüne geçmiş olsun, en alt gurup bunlardır. Bu kadınlardan özellikle köle olanlara hak hukuk tanınmaz, eşya gibi telakki edilir, miras alınır, hediye olarak verilirdi. Cahiliye Arabı bir sebeple cariye konumuna düşen kadını her istediği işte kullanırdı. Deve ile onun arasında hukuki olarak bir fark yoktu. Sahibi ikisini de alıp satabiliyor. Sahipleri için fuhuş yaparak para kazanmaya zorlanan cariyeler de olurdu. Kuran bu durumu da “iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın” (Nur 33) ayetiyle yasakladı. 

Kuran çağrısında özel durumlar ve fıtri sorumluluklar hariç olmak üzere genel olarak kadın ve erkek ayırımı yoktur. Mümin kadın ve erkek arasındaki ilişki ise velayet ilişkisine tabiidir. Onlar arasındaki ilişkiler de ölçülüdür. Kız çocuklarının diri diri gömülmesi, Kureyş kabilesinde uygulama olarak ya yok ya da nadir olarak uygulanmıştır. Bu konuda Hz. Ömer’le ilgili rivayetlerse, şaz gözüküyor. Arap şiirindeyse bu gelenek, bu uygulama yer almıyor, aldığı yerlerde de utanç vesilesi sayılıyor ve kınanıyor. İslam geldiğinde bu âdeti hem yermiş hem de kaldırmıştır. İslam’ın bir uygulamayı iptal ederken, birçok konuda da olduğu gibi sadece Kureyş’i değil çağdaş tüm Arapları ve diğerlerini de genelde insan olarak muhatap aldığı için bu âdeti eleştirdiğini çıkartabiliriz.  

Kadınlar kız doğurduklarında ayıplanıyor, oysa kendileri Allah’a kızlar isnad ediyorlardı (Nahl 57-59, Saffat 149). Arap kavimlerinde bir kadın erkek çocuğu doğurursa o evde sevinç çığlıkları atılıyor, şenlik yapılıyor. Kız çocuğu doğuran kadınsa utanıyor, suç işlemiş gibi oluyor. (Nahl 58, Zuhruf 17) Kız babasınınsa yüzü asılıyor. Kadının adet zamanı geldiğinde (daha çok Medine’de gözüküyor çünkü bu durum Yahudilere ait bir uygulamaydı) erkek onunla bir arada oturmaz, onunla birlikte yiyip içmezdi. Bazen bu gibi durumda geçici olarak kadını evden uzaklaştıranlar da vardı. Kadın bir sebeple boşandığında, ona eziyet olsun diye bir başkasıyla evlenmesine engel olanlar da vardı. (Günümüzde hala geçerliliğini koruyan bir adet). Kocanın ölümünden sonra kadın, bir yıl matem tutar ve iddet beklerdi. İslam bu süreyi üç ay ile sınırladı. (Bakara 234) Yaygın olan evlilik, sınırsız sayıda kadınla evlenme türüdür. Bu da düşman karşısında sayıca çok olmak ve üstünlük sağlamak içindi. Hâkim olan evlilik türü erkeğin kendi kabilesinden bir kadınla evlenmesidir. Amcakızları evlenme konusunda revaçtadır. Bu kabile dışı evliliğe engel de değildir. Kabilenin kızı başka bir kabileye gelin gittiğinde o kabilenin üyesi sayılıyordu.

Nikâh, erkekle kadın arasında hukuki veya ahlaki bir bağı kurmuyor. Şayet kadın bir çocuk doğurursa aileye dâhil ediliyor. Evlilik yolu ile ortaya çıkan akrabalığın da pek önemi yok (erkek soyu önemli), kadın gelin gittiği boyun üyesi sayılıyor çünkü. Bu nedenle de olsa gerek; ölen babanın çocukları üvey anneleri ile evlenebiliyor. Çocuk doğurmadan ölen kadının kocası taziye edilmiyor. Çocuksuz kadın diyet vermeye mahkûm olursa bu diyeti kocası değil, kadının mensup olduğu aile ödüyor. Bazı yiyecekler kadınlara yasak edilirdi. Kuran bunu da iptal etmiştir. “Onlar bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklere ait olup eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak dediler” (Enam 139)

Normal evlilikte bir kız, velisine danışmadan hareket etmez, bu işi kendi başına da yapmazdı. Evlenen kadının ailesi ile birlikte belirlenen mihir bedeli velisine verilirdi. Elde edilen esirlerle, trampa usulü mihirsiz değişim gibi başka evlilikler de var. İslam iki kız kardeşle birlikte evliliği (Nisa 23) yasaklarken, üvey anneyle evliliği fuhuş sayarak (Nisa 22) yasakladı. Sınırsız evlilikleri de şarta bağlayarak dörtle (Nisa 3) sınırladı. Nikâh ve evlilikler yuva kurmakla, nesil yetiştirmekle ilişkilendirildi, ahlaki ve hukuki güvenceye kavuşturuldu. Meşru olmayan evlilikler de yasaklandı (Rum 21) ama bu türden evlilikler de aslında yaygın değildi.

Toplumda cariye ile ilişki kurmak yaygındı. Fuhuş ve dost tutmak (aşk), hukuki temele dayalı bir evlilik kurulmadan, bir anlaşma yapılmadan ve iffeti koruma amacı gütmeden yapılan ve kurulan cinsel ilişkidir. Onlarda da erkeklerin metres, kadınların dost tutması geçerli ve yaygın adetlerdendi. Kuran’da dostluk kavramı kullanıldığına göre, geçici bir ilişki değil bunlar. Yani tarafların karşılıklı bozmasına kadar süren ilişkilerdir. Evlenmemiş kadın ve erkek arasında olduğu gibi, cariyeler ve ehli kitap kadınları arasında yaygın olarak süren bir uygulama gibi gözüküyor bu durum. Fuhuş tabiri bu ve bu gibi durumlar için kullanılıyor. Fuhuş, detay olarak dost edinmenin dışında olmalıdır. Ayetlerde ayrı bahsedilmesi buna işaret olarak görülebilir. Zina Kuran’da toptan yasak edilir. (hukuki ve ahlaki bir anlaşma ve kayıt olmaksızın, ayırım da yapılmaksızın İsra 32.)

Zina iftirası orada yaygın olmalı ki ayetler kesin kurallar koyuyor bu konuda. (Nisa 15-16, Nur 2,33, Furkan 68) Ayetler aynı zamanda fuhşa zorlamayı yasaklar ve zinadan sakınmayı öğütler. Kuran zani kadınla evliliği yasaklar. (İsra 32). Zina genel olarak normal karşılanıyor ama hür kadınlar arasında bu iş yapılmıyor. Mekke fethinde Hind, biat ederken biat maddeleri arasında “zina etmeyeceğimize” dair şart gelince, yüksek sesle “hür kadınlar zina mı edermiş” diye bağırmış, Hz Peygamber tebessüm ederken orada bulunan Hz. Ömer’de kahkaha atmıştı.

Kadının kendini erkeklere göstermesi o toplumda da önemliydi. Normal de hür kadınlar değil ama diğerleri süslü püslü giyinirler, halhal takarak dikkat çekerler, göğüsleri açık ve arka sırtlarının bir kısmını gösterir elbise giyerlerdi. Nur süresi 30-31, bu durumu anlatır. İnsanlar yakın akrabalardan ayrı evlerde oturuyorlardı (Nur 61). Evlat edinme âdeti yaygındı. Onlar evlatlıklara kendi evladı gibi muamele ediyorlar. Evlatlık yapacakları birini (kölelerden) tören yaparak ilan ediyorlar. Hukuk olarak evlatlıkların öz evlat olmadığı bildirilerek bu uygulama iptal edilir (Ahzap 4-5, 36-40, Nisa 23). İleri gelen ailelerde çocuk emzirtme âdeti var, bunu daha çok bedevilere vererek yapıyorlar. Bu uygulama serbest bırakılır (Bakara 233). Bebeklerin sütten kesilmesi onlarda uzun sürerdi, iki yılla sınırlandı. (Bakara 233, Lokman 14, Ahkaf 15).

Kıtlık ve yoklukta fakirlik korkusu ile erkek ve kız çocuklarının öldürüldüğünden ve kız çocuklarının diri diri gömüldüğünden bahsedilir (Enam 151, Nahl 58-59, İsra 31, Mümtehine 12, Tekvir 8-9). Rüşt yaşı evlilik çağıdır, cinsel güce haiz olmaktır (Nisa 6). Cariye ve köleler, izin almadan evlere, yatak odalarına girebiliyorlar. Erkek köleler de izin almıyorlardı. Bu adet yasaklanırken aynı zamanda adap ve edep öğretimi de yapılıyor (Nur 27, 58, 59). Kadınların perde arkasından konuşma uyarısı da onların bu konudaki lakaytlıklarına, muhtemel olabilecek kötü durumlara karşı bir erken uyarı ve bazı adap dersleridir.

Anne babaya şefkat, saygı ayetleri onların bu konudaki yanlış tutumlarına ve aileyi ihmal ettiklerine delalet ediyor. Onlar yaşlanınca yalnız bırakıldığına, sözlerinin dinlenmediğine, hatırlarının gözetilmediğine ve onlara hürmet edilmediğine dair işarettir bunlar. O nedenle şirke zorlama hariç onlara itaat emredilir.(Mücadele 22. Ayrıca bk, Lokman 14-15, Ankebut 8, Tevbe 22-24).

Genelde ve her çağda şehir toplumlarında sık görülen kötü bir uygulama tarzıdır bu. Yetimlere iyi davranılmadığı ve onların haklarının gözetilmediğine dair uyarılar var. Kaldı ki o yetimler kendi yetimleridir. (Fecr 17-20. Ayrıca bk, Bakara 177, 216, 220, Nisa 2, 3, 6, 9, 36, İnsan 8, Duha 9-10.)

Cahiliye döneminde kadına saygı badiyede daha fazla gözüküyor. Şehirlerdeki cariyeler ve alt guruptakiler daha kötü durumdalar. Araplarda var olan uygulama türleri, o çağlarda kadınlarla ilgili diğer toplumlardaki uygulamalardan farklı bir uygulama göstermiyor. Arap kadını da o dönemde benzer durumlardan ve çağdaşı hemcinslerinden çok farklı statüde değildir.