Mustafa ATAV

21 Kasım 2011

ASIL SİZ TESLİM OLUN!

Bilenler bilir..

Biz bu topraklarda kısaca; “Türkiye Dar’ul harptir, eda edilme şartları eksiktir ve bu sebeple Cuma namazının kılınması da caiz değildir!” tartışmalarına şahit olmuş bir nesiliz..

Bu derginin merhum sahibi de konuyu enikonu işlemiş, tartışmayı fıkhi verilerin fevkinde asıl olması gereken zemine çekmiş yani siyasi boyutunu haklı örneklerle işlemiş ve biz de aklımıza, kafamıza yattığı için büyük bir iştiyakla bu siyasi mülahazaları sahiplenmişizdir.

Tabiidir ki o konjonktürde Cuma namazını kılmama refleksini göstermenin akabinde gelişen tartışmalar ekseninde, gerekçelerini de dilimiz döndüğünce ve en yakınımızdakilerle paylaşmışızdır..

Ne yazık ki iş zamanla sulandırılmış, Sabah Kültür Yayınlarından 1977 tarihli “Laikliğin Yeşerttiği Fitne” kitabının muhtevasınca “Naylon Müctehit” ilan edilen ama bugünlerde özür dilercesine aynı kesimlerce en büyük “İslam Âlimi” olarak kabul edilenle birlikte bazı zevatın görüşlerine başvurulmuş ve onlar da siyasi basiretten yoksun bir şekilde” Cuma namazını terk etmek büyük bir günahtır, eda edilme şartları bugünden bakarak kılınmaması üzerine yorumlanamaz vs.” diyerek, bana göre bireysel ve toplumsal anlamda Müslümanlar nezdinde daha da ileri gidebilecek siyasi bilincin önünün kesilmesine vesile olmuşlardır..

Bu fetvaların, bir zamanların bozguncu siyasetçisinin, “Diyanetiniz var, camiler açık, namazlar kılınıyor, devletçe ve halkça bayramlar kutlanıyor, daha ne istiyorsunuz?” vs. demesindenne farkı var diye sorarsam her halde garip kaçmaz..

Dikkat edilir mi bilmem: Bazı alim, aydın nevinden insanların misyonu sanki İslami hassasiyetlerin pratik göstergeleri açısından örnek aldığımız Cuma namazı gibi; siyaseti kendi çıkarları için istismar edenlerin konjonktüre göre ve maalesef gerçek maksadı göz ardı edecek şekilde ”insan hak ve özgürlükleri” adı altında biteviye tartışmaya açılan başörtüsü gibi, bizatihi kulluk vazifelerinden olan nüsukların gerçekleşmesi için zemin oluşturmaya çalışan Müslümanların mücadelelerini, bu minvalde şekillenmiş anlam dünyalarını çökertmek için belirlenmiş gibidir.. 

Müslümanlar olarak ne olur görelim artık! Sistem ve müdafileri İslam dini merkezli tepkiler karşısında dara düştüğünde bu insanlar müşfik baba rolüne soyunmuş birer emniyet sübabı gibidirler, adeta çekvalf vazifesi görmeyi, olası yangın ve patlamaların önünde emre amade birer bariyer olmayı üstlerine vazife edinmişlerdir..

Müslüman aklı, bireysel nüsukların mutlaklığına koşullandırırlarken, siyasi mülahazalardan şiddetle kaçınmalarını, fitne çıkarmamalarını; ülke bütünlüğünü bozmamak ve dış güçlere yem olmamak için de kaosa sebep olmamalarını salık verip durmaktadırlar.

Zaten  Ehl-i sünnet telakkisindeki “Fasık da olsa imama itaat farzdır” ve “Devletin bekası için halkların, bireyin feda edilmesi kaçınılmazdır” gibi kabuller onlar için üretilmişlerdir.

Garip olan şu ki başlangıçta en azından fikri anlamda büyük bir iştiyakla gayr-i meşru kabul edilen sisteme tepki sürecine dahil olan ve bu sürecin önünde engel olmaktan başka bir işlevi olmayan bu tür hocalara tavır almayı inancının gereği olarak gören insanımız yani bizler sonunda yelkenleri suya indirmiş ve mücadele için çıktığımız ringde erkenden havlu atarak  yenilgiyi kabul etmişizdir.. 

Ve şimdilerde görüldüğü üzre, kendimizle yüzleşmekten korkup İtiraf edemesek de kolluk kuvvetlerinin baskısı altında, ne kadar kişinin seyredeceği, kaç oyuncunun, kaç rol kesicinin hangi hakem ve yardımcıları nezaretinde ve hangi sınırlar dahilinde, keza hangi toplarla oynayacağı kurucu irade tarafından önceden belirlenen sahada biteviye top koşturmayı marifet addetmişizdir.

Yani dün karşı çıktığımız ve ayak oyunları bağlamında müteyakkız olduğumuz sistemin alternatif niyetine önümüze koyduğu enstrümanları, “buna değdi, şuna değmedi” mantığıyla güya elimine ederek ama aslında İslam’a rağmen belirlenmiş notalara basıp çağdaşlığın göstergesi kabul edilen senfoni orkestrasına taş çıkartacak şekilde çalmaya koyulduğumuz ve bu sayede kendi değerlerimizin üzerine kendi zaaflarımızı yağdırarak yok yere tükettiğimiz de ayan beyan ortadadır.

Sırası gelmişken yine eskiye atıf yapmakta fayda var: Müslüman kesimin yani tarikat ve cemaatlerin sağ siyasi partilerin oy deposu olduğu bilindik bir söylem ve kabulken ve bu basiretsiz tavırlar olabildiğince eleştiriliyorken, hemen yakın bir zaman diliminde o deponun birer unsuru olmayı cevaz veren fetvaların havalarda uçuşması düşündürücü değil midir?

Ve o fetvalar bizi, özünde seküler zihniyet olan yani profan algılarla şekillenmiş laik demokratik söylemlere “Teslim ol”maya çağırmaktan başka bir anlam mı ihtiva ediyor?

Daha da açarsak, sistem içi mücadelenin enstrümanları olarak elimize tutuşturulanları, İslami mücadelenin vazgeçilmez unsurlardan biri olarak görüp, beraberinde neredeyse herkesin uyması gereken fetvalar üretmek; Müslümanları üç beş görece özgürlükler uğruna kendi özlerinden koparmaya, seküler algıya, kurucu iradesi İslam’a rağmen olan kanun ve nizamlara boyun eğmeye, ”teslim ol” maya, mahkûm etmeye razı etmekten başka bir şey midir?

Hepimiz iyi biliyoruz ki: “Teslim ol”maktan kasıt, kullara, kulların karın gurultularına, zanlarına, baskılarına, yalancı dünya saadeti kandırmacalarına, bütün bunları temsilen putlara, sahte ilahlara, onlara yaslanmış kanun ve nizamlara; İslam'ı elde var bir diyerek istismar eden, bir takım zavallı aydınlar, figüran hocalar eşliğinde, işlerine geldiği gibi Dini güne dair yeniden yorumlattıran siyasi parti ve temsilcilerine değil; bilakis her şeyiyle yani imanıyla, imanının yönlendirdiği ameliyle, hatasıyla, sevabıyla ve hatta tüm günahlarıyla tevbe istikametinde sadece ve sadece, bil-a kaydı şart, olmazsa olmaz Allah’a yönelmeyi, O’na teslim olmayı gerektiren, önce Hz. Muhammed’in sonra da onun örnekliğini bugüne taşıma gayretinde olanların tüm insanlığa, insanlığın kurtuluşu için her fırsatta dile getirdikleri, Allah’a ve hükümlerine uymaya davetten başka bir şey değildir..

Ve şu aldatmacalara, illüzyonistlerin, göz bağcılığın mamulü olan efsunlu sözlere kanmaktan ve onlardan etkilenmekten de uzak duralım artık..

Neymiş?

Bu coğrafyada yaşıyor, devletin kurumlarında çalışıyor, makam mansıp sahibi olup maaş alıyor, emekli oluyormuşuz!

Çocuklarımızı devletin okullarında okutuyor, diplomalarıyla devletin kurumlarına yönlendiriyor, o kurumlarda da iş görüyormuşuz!

Neymiş

Beğenmediğimiz kanunlar istikametinde mahkemelere başvuruyor, neyse sıkıntımız hâkimlerden adaletin tesisini talep ediyormuşuz!Neymiş

Üzerimizde TC kimliğini taşıyor, parasını kullanıyor, bankalarıyla alışveriş yapıyormuşuz!

Evlenmelerimiz, boşanmalarımız devletin kanunları istikametinde şekilleniyor, mehir, miras meselelerini meri kanunlar gereğince hallediyormuşuz!

Neymiş?

Beğenmediğimiz iktidarın mensuplarından kendimiz, yakınımız, eşimiz, dostumuz, arkadaşımız için iş/ aş, makam/mansıp talep ediyormuşuz!Yani kaçacak hiçbir yerimiz yokmuş, göbeğimizle devlete bağlıymışız ve bütün bu sebeplerden dolayı da rejim karşıtlığı, sistem aleyhtarlığı gibi güya söz ve tavırlarla artistlik yapmanın bir anlamı yokmuş!

Hal böyle olunca mevcut siyasi partilerin bize yakın olanıyla ortak iş yapmalı, menfaatimize uygun olarak çıkaracakları kanunlar için, İslam'ı rahat bir ortamda tebliğ etme, ibadetlerimizi daha özgür ortamlarda yerine getirme imkânı veren, ırk, dil, din ayrımcılığının, hukuksuzluğun ve bu doğrultuda uygulanan baskı ve işkencelerin, öteki kılınmanın bir nebze olsun önüne geçme ihtimali olan açılımlar için ürettikleri siyaset desteklenmeli, aleyhte bir söylem geliştirilmemeliymiş!..

Üzülerek söyleyeyim ki bütün bunlar Müslümanları köşeye sıkıştırma taktiklerinin sözel karşılıklarıdır, içinde tehdit ve şantaj unsurları barındırmaktadırlar ve yine üzgünüm ki bazı Müslümanlar bu vesveselere kulak vermeyi özgürlüklerinin gereği olarak görmektedirler, daha da ilginci diğer Müslümanları işleyişe teslim olmaya zorlamaktadırlar..

Son söz olarak, vakti zamanında güvenlik güçlerinin iktidara, güce, kanun ve yasalara, aslında zora, işkenceye, baskı ve zulme “Teslim ol!” çağrısı karşısında sol eylemcilerin destansı kişiliklerinin dedikleri gibi; aslında bizim için usvetül hasene olan Hz. Muhammed’in tağuti güç ve algı sahiplerine çağrıda bulunduğu gibi, ben de bizi sistem içi oyunlara dahil etmeye çalışan, asıl kurucu irade yerinde durduğu, diğer bütün kanun ve maddeler o irade ekseninde yorumlandığı halde, üç beş görece rehavet uğruna ve ne yazık ki anlam dünyamızı kirletme pahasına fetva ve ictihatlarla bizi oyuna dahil etmeye çalışanlara; yani egemen güce ve zihniyete “Teslim ol” diyenlere, “Asıl siz teslim olun!”  derim..

Günahımızla, sevabımızla Allah’ın kullarıyız biz; ne günahlarımızı affetmeye ne de iyiliklerimiz karşısında sonsuz mükâfatlar vermeye güçleri, imkanları ve de yetkileri olmayan aciz kullara boyun eğmek gibi, teslim olmak gibi bir lüks sahibi değiliz biz..

Bakalım şöyle bir, zalimlerle, güç sahipleriyle, Karun ve Firavunlarla  dolu mezarlıklar..

Ve onların şimdiki namzetleri bilsinler ki ateş olsalar cirimleri kadar yer yakarlar ve akıllarından çıkarmasınlar hiç, ataları gibi en büyük eşitleyici ölüme yani Allah’a  teslim olmak zorundadırlar..Haddi aşanlar için cehennem ne güne duruyor? 

(Not: Bu yazı İktibas Dergisi'nde yayınlanmıştır.)