Mustafa ATAV

19 Nisan 2012

BİR ÇILGIN TÜRK!

Bu isimden bahsetmek açıkça söyleyelim cesaret ister ve aynı  zamanda onun yıllardır yazdığı şiir ve kitaplarında ve hatta söyleşilerinde vermeye çalıştığı düşüncelere vakıf olmayı elzem kılar. Bunu baştan söylememin nedeni İ.Özel’in kendine dair oluşturduğu anlam dünyasını tenkit etmeye kalkışacaklara karşı ördüğü duvar, kullandığı tahfif edici dildir. Bu durumun izahı olabilecek bir tanıyı şair Celal Fedai kendisiyle yapılan bir söyleşide şu şekilde ifade etmiş; ” İsmet Özel, söylediklerini nicedir kendi ‘ben’ini sublime (yücelterek) ederek söylüyor “(Mühür dergisi).Yazdığı bir şiirle de İ.Özel’in kendince geldiği yeri eleştirel bir söylemle tarif etmeye çalışmış.  

Öyle anlaşılıyor ki İ.Özel’in “Faciayı yazmasaydım yaza yazık olurdu” şiirine karşılık olarak yazılmış bir şiir bu.  
 
Deli Dumrul Şairi Faciayı İşaret Ediyor!  
 
“Yaz ayları dedin şiir dedin facia dedin orman yangınları dedin 
Gençliğimde dedin it kuklası yaptım oynadım oynattım dedin  
Bilmediğimiz bir şeyi her zamanki kibrinle söyledin 
Sen böyle gerine gerine ‘ben ben’ dedikçe gülerler:  
‘Sen neymişsin be abi aa aa’ derlerdi de  
Bendeki seni düşünüp üzülen yine ben olurdum”  

Ve devamla 

“Şimdi ben nicedir istemem ki senin yaşına böyle geleyim 
Suretâ superpoze, afili, paranoyalarla delik deşik ama kuyruk dik 
Kendi özge başının değil de bön başlara görünmenin belâsıyla dopdolu” 
 
İ.Özel’i tanıyanlar onun bu şiirle söylenmek isteneni kaale almayacağını/almadığını da tahmin edebilirler, tersi bir durum olsa bile şairliğinin tepesi atmış bir şekilde ve yine sublimasyon taktiğiyle yerden yere vuracağını da bilirler. Aslında kendi söylemini yüceltme sadece İ.Özel’le sınırlı değil, bunu bilelim ve sırası gelmişken de söyleyelim… Bu durumu mevcut yazarların birçoğunda görmek erbabınca kaçınılmaz bir durumdur. Eğer sublime etmek bir zaafsa -ki öyle- sadece Özel örneğine yaslanarak ona haksızlık etmeyelim, demek istediğimiz bu. Üzerinde durulması gerekense Özel’in küçümsenemeyecek sayıda olan okuyucularında ve dernek üyelerinde de bu tanıyı haklı gösterecek davranış biçimlerinin gelişmesidir.  
 
Özel’in İMDER’ e üye olanlar ve kitaplarını okuyanlar sadedinde dile getirdiği şu ifadeler herhalde yüceltmenin bir başka versiyonu olarak ele alınabilir: ”Okuyucularım (zımnen derneğe üye olanlar) çevrelerinde muhakkak iyi insanlar olarak bilinirler” ve “Türkiye’de sosyalist ve İslami görüşler dolayısıyla yapılan elemede herkes eleğin altına düştü”.  
 
Bu açıklamalar açıkta kalanları, kalmayı tercih edenleri tahfif eden ve bir o kadar da töhmet altına sokacak sözlerdir aslında ama Özel’in bu durumdan habersiz olabileceğini düşünmek birazcık Özel tanıyanların işi olmasa gerek. Neden böyle yaptığının karşılığını “Fedai” şairimiz vermiş zaten.  
 
İMDER’ in internet sitesinde yayımlanan panel/seminer notlarında dernek üyelerinin kendi anlam dünyalarını yücelterek vermelerine dair örnekleri görmek mümkündür.  
 
Hazır söz buraya gelmişken ve yukarıda kullanılan sublime kavramından mülhem kendi çapında okuyan ve araştıran biri olarak yazar, düşün adamı vb.lerinin eleştirilebilmesi için önkoşullar belirlendiğini ve aslında bu koşullara bakıldığında zımnen eleştirinin istenilmediği ve eleştiriden pek hoşnut olunmadığı gerçeğini gördüğümüzü ifade edelim.  
 
Aslında birileri bir şeyler söylemiş ve yazmışsa ve bunları insanlarla paylaşmışsa lehte ve aleyhte eleştiri olacağı gerçeğini baştan kabul etmiş demektir. İnsanlardan yazı/düşünce bağlamında üretilenleri sadece almalarını ve ezberci ve hatta önkabülcü mantıkla alıp tüketmelerini istemek bencillikten başka bir şey olmasa gerek. Okuyan birinin okuduklarına, dinleyen birinin dinlediklerine, gözleyen birinin gördüklerine dair kendinde bir anlam dünyası oluşması kadar doğal bir şey yoktur. Bunun aksini düşünmek mümkün ve engellenebilir bir şey de değildir zaten. Okumalar sırsında sahip olunan bilgi, kültür ve içinde bulunulan halet-i ruhiyenin okuduklarından mülhem olarak oluşan veya oluşacak anlam dünyasına katkısı yadsınamaz. Bu da muhatap kişi-ler için söylersek, ölçülebilecek bir şey olmasa gerek. Hal böyleyken okuyan, araştıran kişilerin elde ettiği verileri ve kaynak sahiplerini hâlihazırda kendilerinde var olan bilgiye göre de eleştirmeleri doğaldır. Burada eleştiri iyi niyetli olursa anlamlıdır, bunu peşinen söyleyelim. Maksat üzüm yemek olmalı sonuçta… 
 
Meseleyi biraz daha açalım…

Yıllardır İ.Özel’i “Ne söylüyor?” diye takip edenlerden biriyim. Aynı zamanda yazı ve şiir tekniğini ve yine oralarda vermeye çalıştığı düşünceleri eleştiren, kritik eden yazıları da okumaya çalıştım. Bunları söylerken, aman aman, en azından şiir konusunda çok yetkin ve etkin biri olduğumu ima etmeye çalışmıyorum… Kastım, baştan beri ifade etmeye çalıştığım gibi eksiğiyle fazlasıyla, mademki arza bir şeyler sunulmuş ve mademki ben de merak edip kulak vermişim, bir şeyler deme hakkımın olduğunu ifade etmektir.  
 
İ.özel kitaplarının çoğunu okuduğunu iddia eden biriyiz ama herhalde çok dikkatsiz olmalıyız ki ilk Özel okumalarımızda Türklük vurgusu gözümüze çarpmamıştı. Bu durumu önyargısız okuma olarak değerlendirebiliriz, iyi niyetliyiz çünkü! Bizden daha gözü açık olanlar Özel’in daha yolun başında iken şimdi tartışılan düşüncelerini ve kavramsallaştırma çabalarını kurguladığını iddia etmektedirler. Ki haklı oldukları da yine İ.Özel’in kendi söylemlerinde saklı.  
 
Malum kavramı şimdilik bir tarafa koyarsak, “Özel” okumalarımızda gördüğümüz üzre, onun tarihi yorumlamada ve bilhassa İslami hassasiyetlerini ortaya koyma, önplanda tutma bağlamında başarılı olduğunu söylemek zaid olacaktır. Elan içinde bulunduğumuz zemini sorgularken en marjinalimizden daha keskin yorumlarda bulunduğu da bir vakıadır.  
 
Birkaç örnekle meseleyi bu istikamette geliştirelim:  
“Dünyada yaşayan Müslümanların önemli bir kısmı kendi dinleri hakkında şuura sahip değiller. Aslında kendi dinlerine sahip de çıkmıyorlar. Daha da ileri gideyim, saygı da göstermiyorlar kendi dinlerine.” şeklindeki sözler Özel’e aittir ki dünya Müslümanlarının aymazlığını ortaya koyan bu ifadelere o söylüyor diye itiraz etmenin de herhalde bir anlamı yoktur.  
 
“Ben bir medeniyet düşmanıyım. Medeniyetin insanlara hayır temin etmediğini düşünüyorum. Avrupa Birliği’ne girmezse önceden Türkiye’yi yiyenler yemeye devam edecek, Avrupa Birliği’ne girerse yeni yiyenler çıkacak. Böyle bir dert varmış gibi görünüyor.” diye devam eden cümleleriyle de aslında batı medeniyetine yani İslam geleneğine rağmen gelişen toplumsal muhayyileye karşı bir tavrı ortaya koymaktadır. AB konusunda neredeyse kendi anlam örgüleri içinde duyarlı olmaya çalışan bütün Müslümanlarla aynı düşünmektedir. Bunu söylerken bizi içeriden kemirmeye çalışanların, bizden gibi görünüp de aslında sadece cebini, kendi iktidarını düşünenlerin varlığına da işaret etmektedir.  
 
Batılı anlayışların Ortadoğu’da ve genelde dünyada gelişen İslami direnci baskılama niyetiyle geliştirdikleri siyasal İslam tabirinden de rahatsızdır. Türkiye gibi din telakkisi ılımlaştırılmış toplumları siyasal İslam oyununa karşı da uyarmaktadır. “Türkiye’de siyasal İslam, sıhhatli bir siyasi gelişmenin engellenmesi için tezgâhlanmış bir şeydir. Bu başörtüsü meselesi siyasal İslam’ın kendine halk içinde bir dayanak bulması için başvurduğu bir araçtır.” derken, görüldüğü gibi meselenin farkında olan bir zihinsel sorgulamanın içendedir. Son AKP hükümetinin başörtüsü bağlamında izlediği politika Özel’i haklı durumuna getirmekten başka bir işe yaramamıştır. Bu ara siyasal İslam tabirinin tartışılabilir bir şey olduğunu da söyleyelim.  
 
Nitekim bir söyleşide; ”Ulusalcılıkla AKP'lilik aynı çamur. Demokrat Parti iktidardayken cami kürsüsünden birisi, CHP ve Demokrat Parti için "aynı dışkı ortasından kağnı tekerleği geçmiş" demişti. Türkiye'de bugün laik, anti-laik, AKP ve diğerleri gibi bir ayrım yapılıyorsa, bu aynı mekânda oynayanlar arasındaki ayrımdır.” diyerek siyasi manevra ve konuma dikkat çekmiştir ve buna da İslami camiada temel anlamda itiraz edecek birileri herhalde yoktur. Bu ara ona giydirilmeye çalışılan “ulusalcılık” gömleğinin kendisine ait olmadığını söylercesine AKP ve ulusalcılığı aynı çamur olarak nitelemesi dikkate alınacak bir husustur.  
 
Özel’in sağlıklı düşünmeye çalışan her Müslüman gibi Türkiye’nin ve dolayısıyla Müslümanların geleceğine dair endişeleri de vardır. Öyle ki; ”Şu günlerde milliyetçiliğin yükseldiği söyleniyor. Sizce de öyle mi?” sorusuna; ”Hayır. Türkiye’de ne milliyetçilik yükseliyor ne de millilik. Türkiye’de yükselen şey Hıristiyanlaşmadır. Türkiye’de, süratle, etnik ayrımcılık paralelinde Hıristiyanlaşma yükseliyor. Göreceksiniz bu, yaşarsak, beş sene sonra çok daha bariz bir şekle girecek. İstanbul’un Hıristiyan vasfı, bütün diğer vasıflarının önüne çıkarılacak. Şimdiden ilan ettiler: Kültür başkenti. Ne demek kültür başkenti?” mealinde cevabını verirken endişesini somutlaştırarak izhar etmektedir ki bana göre aslında Hıristiyanlığı önplana çıkarıp hedef şaşırtmak ve kendi söyleminin altyapısını oluşturmaya çalışmaktadır.  
 
İsmet Özel’in öncelikli olarak, kalkış noktası, hareket merkezi, dar’ul İslam olarak gördüğü Türkiye topraklarında yaşayan Müslümanlara kendi zaviyesinden diyecekleri var. Yıllardır bu demelerini formüle etmenin derdiyle yaşamış bu belli. Ama artık üstüne abanarak, bile isteye ve tercih ederek kullanmayı seçtiği “Türklük” gibi bazı kavramlar, özgün İslam düşüncesine ve bilhassa tevhidi söyleme göre ne doğrudan ve ne de “dolaylı olarak kabul edilebilir türden değillerdir. Ümmetçiliğin rağmına gelişmiş her kavram merduddur bu algıya göre...  
 
Bu uzun girişten sonra İ.Özel’in formüle etmeye çalıştığı düşüncelerine karşı önyargılı davranmamıza sebep olan Türk/Türkçülük kavramını onun sözlerinden örneklendirerek değerlendirmeye çalışalım.  
 
Türk-çü-lük… 
 
İhsas ettirmeye çalıştığımız üzre, İslam düşünce geleneğinde kavmiyetçilik, milliyetçilik, ırkçılık, Turancılık, asabiyetçilik vb. kabul edilebilir şeyler olarak görülmemiştir. Bu günlerde kullanılması moda haline gelen “yerelcilik, Anadoluculuk, ulusalcılık, vatancılık” kavramlarını da ilave edebiliriz. Hal böyle olunca İ.Özel’in yakın geçmişten bu yana, şimdilerde de artık abartılı olarak kullanmaya başladığı “Türk/Türklük/Türkçülük, Müslüman Türk” vurgusu, özellikle bir ırkın üstünlüğünü çağrıştırıyor gerekçesiyle meseleye vakıf kesimler tarafından tepki toplamaktadır. Aslında Özel, kalem gücüyle ne kastettiğini iyi de anlatabilen biri ki ona rağmen ve en azından şimdilik İMDER’e üye olanların dışında düşünceleri hüsn-ü kabul görmüş değil... Şimdilik deme durumundayım çünkü İMDER şubelerinin sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu da Türkiye’de üzerine Türklük söylemi inşa edilmiş yeni bir İslam algısının kurumsal bazda şekillendiğine dair bir işaret sayılabilir.  
 
Özel, aşağıda örneklerini vereceğim ifadelerinden de anlaşılacağı gibi aslında ırkçılığa, kavmiyetçiliğe karşı bir dil kullanır. İstiklal Marşı Derneğinin neden kurulduğuna ilişkin basın açıklamasında bunu açıkça deklare eder: 
 
“Hani, milliyetin İslâm idi… Kavmiyet ne!  
Sarılıp sımsıkı dursaydın ya milliyetine.  
"Arnavut" ne demek? Var mı şeriatta yeri?  
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri.”  
 
M.A. Ersoy’un bu dizelerini tefsir sadedinde şunları söyler: 
“Biz Türk olmayı en önemli vakıa olarak zikrederken kavmimizi ileri sürmüyoruz. ‘Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri’ biz bunu Mehmet Akif gibi kabul ediyoruz. Kavmini ileri süren herkes kâfir sayılmalıdır İslam dünyasında. Ben Müslüman'ım ama Arnavut'um. Bakın Arnavut'um diyorsan kâfir olacaksın diyor. Bugünkü terminolojiye getirmek istemiyorum işi. Çünkü bugünkü terminoloji çok daha vahim, etnik terminoloji açısından. Yani eğer İslâm'la kavmini ileri sürmek uyuşmuyorsa, bugünkü şey, her neyse, o çok kötü bir şey. Biz Türklüğün bir etnisite olmadığını, Türklüğün bir kültür savunması olmadığını, Türklüğün bir tarihi rol olduğunu ve sadece bu olduğunu söylüyoruz.”  
 
İ.Özel’in bu sözleri dernek üyeleri tarafından panel/seminer çalışmalarında da sık sık başka versiyonlarıyla dile getirilmiştir. Okuyanlar fark ederler, söylemim abartılı bulunabilir belki ama ben yine de geri durmayayım, dernek merkezli seminer/panel çalışmalarında kullanılan dil/anlam kraldan daha kralcı bir tavrın karşılığı gibidir ki gibisi fazladır demek durumundayım.  
 
Özel, anlaşılacağı üzre “Türk” kavramını ırki ve kavmi çağrışımlar yapacak bir şekilde kullanmadığını kendi kabulleri çerçevesince ve kendi lisan-ı beyanıyla ortaya koymaya çalışmaktadır. Bunu teyiden de müteaddit defalar zikrettiği gibi Türk kavramına tarihi bir rol yüklediğini de vurgulamaktadır. Seyredenler bilirler, Ceviz Kabuğu programında;  
“Türklük tarihsel bir roldür. Dünyaya İslamiyet’in kılıcı olmaları yüzünden ortaya çıkmış bir millete Türk denir.”şeklinde ifade ederek anılan kavramı kendince ırki ve kavmi kirlilikten temizlemeye çalışmıştır. Burada İ.Özel, İslamiyeti asli unsur olarak görmekten geri duramamaktadır. İslam olmazsa Türklük yoktur ama her Türk İslam/müslümandır diyerek “Türk” merkezli yeni bir ıstılah oluşturma gayreti içindedir. Aksini iddia etmek herhalde vakıayı görmemektir. Bunu doğrulama sadedinde yine ceviz kabuğu programında sarf ettiği şu sözlere atıf yapabiliriz; “Allah Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı. Diğer milletler varlıklarını ya yükünü taşıdıkları kavmiyete veyahut Kapitalizme borçludur. Dünyada sadece Türkler millî vasıflarını Müslüman olmalarına, İslam’ın kılıcı olmalarına borçludurlar. Bu yüzden de Allah diğer milletlerden üstün yaratmıştır Türkleri…”  
 
Bu ifadede ki “üstünlük” vurgusu da tabiatıyla birçok insanı rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlığın farkında olan İ.Özel, üstünlüğün mecazi anlamda “yük almak, sorumluluk almak” şeklinde olduğunu sair beyanlarında izah etmiştir ve bunu her fırsatta da tekrarlamaktadır.  
 
“Kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman’a Türk denir” ve” Türklük, küfre karşı tarihî bir rol üstlenmektir” diye sıraladığı tanım içeren cümlelerde de Özel, sorumluluğun ne olduğunun da adeta altını çizmiştir.  
 
İMDER ‘den bahsettiğimize göre o isim altında yapılan çalışmalara dikkat çekip, İMDER faaliyetleri çerçevesinde geliştirilen “Dinin Derecesi, Milliyetin Derekesi” başlıklı bir panelde söylenenlere kulak verelim. “Milliyet içinden çıkılması güç, anlaşılması zor bir mesele haline geldi. Turancılık, kafatasçılık, Türk-İslâm sentezi, ulusalcılık gibi akımların kime ve neye hizmet ettiği, derekelerinden gelen kokulardan hemen anlaşılıyor.”  
 
Zikredilen cümleler karşısında Özel’i ve dernek mensuplarını hala Türkçüğün, ırkçılığın propagandasını yaptıklarını iddia edip onları milliyetçi, ulusalcı, kavmiyetçi, Turancı, asabiyetçi ve dahi Türkçü görme arzusu taşıyorsak, İ.Özel’den ve haliyle dernek üyelerinden çekeceğimiz var demektir; çünkü aksini iddia edenler yüzünü batıya çevirmiş, batı hegemonyasına,sömürüsüne razı, hain tiplerdir.,.

Devamla, Özel, kendi yorumladığı şekilde Türk kavramına karşı çıkanlara;  

“BEN TÜRK DEDİYSEM EĞER 

Türkler dediğimde göndermelerim 
Süprüntüleri şırfıntıları hamamoğullarını 
Kapsadı kapsayacak 
Sanıyorsan yanılırsın 
Türklük şiir 
Türkün eni Türkün boyu 
Müslümanlığı kadar 
Baksan bulacak mısın 
 
Nef'i diye bir semt 
Ama Bayram Paşa var.” dizeleriyle hakaretamiz bir şekilde cevap vermiştir. 
 
Bu şiiri okuyanların ne düşündüklerini tahmin etmek zor değildir, eğer karşı tarafta iseler(!)… 
 
Özel, yukarılarda da vurguladığımız gibi işin farkındadır, Türk kavramını kullanması halinde kendisinin İslam düşüncesi ve fıkhı karşısında nasıl tanımlanacağını da bilmektedir. Onun için tedbirini almıştır ve şu cümleleri Müslümanlığına laf getirenlerin alnını karışlarcasına ağzından döküverir: “Müslümanların ilkiyim ben. Eğer İslamiyet’in vazgeçilmezliği konusunda kendinize bir yer biçmişseniz Müslümanların ilki sizsiniz. Bir tane Müslümanların ilki olması şart değil. Herkes Müslümanların ilki olabilir. Şu manada ki İslamiyet insanoğlunun aslî vasfını kazandırır insana, diyorsanız o zaman Müslümanların ilki sizsiniz.”  
 
Yine İMDER’de düzenlenen bir panelde bir panelistin kurduğu şu cümleler İ.Özel merkezli düşünceleri neredeyse özetleyen bir keyfiyet taşır: “Türk milleti İstiklâl Harbi’ni verenlerin cümlesinin ortak adıdır; çünkü bunların cümlesi kâfirle çatışmayı göze almışlardır. Kavmiyetçilik ya da milliyetçilik dediğimiz şey tamamen cahiliye âdeti ve küfürle eşdeğer bir sapkınlıktır. Geçen akşam -konuşacağımız bu konular üzerinde düşünüp kafa yorarken- ilk kavmiyetçinin / milliyetçinin Şeytan olduğu aklıma geldi.”  
 
İktibas ettiğimiz bu sözler İ.özel’in Türklük vurgusunun ne’liği noktasında ispat sadedinde kullanabileceğimiz son örneklerdir.  
 
Satır aralarına serpiştirdiğimiz İ.Özel ve dernek üyelerine ait alıntılar meselenin tavzihi konusunda kanaatimizce yeterli olacak evsaftadırlar… Bütün bunlardan sonra İstiklal Marşı çerçevesinde dile getirilenlerden de biraz bahsedelim..  
 
İstiklal marşı metni, Özel tarafından adeta Müslümanlara yeni bir “amentü” olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Dernek isminin ve dernek merkezli yapılan çalışmaların ondan mülhem olarak geliştirilmesi de tesadüfü değildir. Özel, İstiklal marşını M.A. Ersoy’un elinden almıştır artık. O Türk toplumunun batı emperyalizmine ve yerli işbirlikçilerine karşı geliştirdiği bir manifestodur; direniş ve yeniden silkinişin göstergesi ve o doğrultuda gelişmiş toplumsal muhayyilenin ürünüdür; Akif’in o metni yaz-a-mamak gibi bir lüksü de zaten yok idi. Bir anlamda da kadercidir Özel, ona göre İstiklal Marşı M. Akif’e adeta yazdırılmış bir metindir. Bu kabulü dernek üyeleri kendi aralarında yaptıkları bir panelde yani “İstiklal Marşı: Abide Milletin Kaidesi” başlıklı bir panelde şöyle izah etmektedirler:  
 
“Türk Milleti ancak İstiklâl Marşı’nda belirtilen ideolojiye uygun bir yaşayış gerçekleştirirse var olabilecektir. İstiklâl Marşı, tekrar Türk milleti olabilmemiz için elimizdeki en önemli hazinedir. Tıyneti bozulmamış, ahlâksızlarla işbirliği yapmayan, selim ve salim bir insanın İstiklâl Marşı’na itirazı söz konusu olabilir mi? Olamaz. Peki, ortada böyle bir metin varken onunla ilgilenmemek, onun gereğini yapmamak selim bir kalbin işi olabilir mi? Bir insan hain değilse İstiklâl Marşı’na bigâne kalabilir mi? Ben diyorum ki İstiklâl Marşı’nı gündemde tutmayan, anlam ve önemini basite indirgeyip küçümseyen ve ona bigâne kalan kim varsa onların tamamını hain ilan etmek lâzım ve bunu da yüksek sesle dillendirmek lâzım. Kim de bu ihanet suçuna iştirak etmediğini söylüyor ve de hakikaten bu suça iştirak etmiyorsa, bu tercihini kendisi yüksek sesle dillendirmelidir.”  
 
Burada, ihanet suçlamasına muhatap olmak istemeyenlerin, yüksek sesle bunu ilan etmesinin ancak derneğe üye olmak koşuluyla gerçekleşebileceğinin (ima yollu desem de öyle değil) altını çizelim. İ.Özel sık aralıklarla yaptığı dernek konuşmalarından ve son çıktığı TV programlarından da anlaşılacağı gibi “ihanet” sözcüğünü dilinden düşürmemektedir artık...  
 
İMDER’in sene-i devriyeside düzenlenen bir başka panelde kullanılan şu cümlelerin içinde taşıdığı iddia üzerine düşünmek gerekir: “Eğer Kuran’ı Kerim’de Allah: “İman ettik demekle kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz?” demeseydi bize; bugün İstiklal Marşı Derneği’nin var olmasının hiçbir anlamı olmayacaktı. Her birimiz İman ettik demekle kurtulacağımızı zannedecektik ve Türkiye’de bir şekilde herkes nasıl yaşıyorsa öyle yaşayıp gidecektik. Ama Kuran’ı Kerim bunu söylemiyor. Bizim için İstiklal Marşı Derneği üyesi olmak tamamen imana denk düşen bir şey, imana dair bir şey. Bunu bu bir yıl içerisinde herkes bir şekilde takip etmiştir, bunu böyle anlamaya çalışmıştır diye düşünüyorum.”

Sırası gelmişken Şair Fedai’nin “sublime etmek” vurgusuna tekrar dikkat çekmek istiyorum. Bu sözler mezkûr kavramın da fevkindedirler aslında ve bana göre çılgınlığın karşılığıdır.  
 
Son olarak şu ifadeleri de örneklendiriverelim:  
“Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal” demekle, Fatiha Suresinde "iyyake na'budu veiyyake nestein" (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.) ayetinin bir benzerini söylemiş oluruz. Yani Türk milleti ancak Hakk’a tapmakta ve ancak ondan İstiklal’ini istemektedir.” Bu sözlerin elbette önü arkası var, İslam tefsir literatürüne göre göre siyak ve sibak-ı var. Ama okuyanlar da farkındadırlar, alıntılanan sözler durumun özeti mahiyetinde olan sözlerdir. Öyle anlaşılıyor ki İMDER’e üye olmak yeniden İslama girmek veya iman tazelemek gibi bir şeydir.  
 
Hülasa… 
Dediğim gibi Özel’i anlamak ve onun eserlerini, söylemlerini yorumlamaya kalkmak zor bir zanaat. “Böyle bir zorunluluğumuz mu var?” diye sorulabilir ama birileri İslam düşüncesine dair bir şeyler söylüyorsa onu anlamaya çalışmak kadar doğal ne olabilir? Haliyle ve tabiatıyla anlamaya çalışmak beraberinde yorumlamayı ve ne kadar anlaşıldıysa artık eleştiriyi de gerektirir. Açıkça söylemek gerekirse, derinlemesine analiz yapıldığında İ.Özel’in söylemlerde bir çılgınlık hali olduğu kesindir. İyi niyetli okumalarımız süresince, içinde bulunduğumuz coğrafyanın sosyal, siyasi, tarihi, İslami ve ekonomik doku ve geçmişini çok iyi tahlil edip ortaya koyduğuna inandığımız birinden İslama mugayir sözler duymanın başka ne karşılığı olabilir ki?  
 
Haliyle aklımıza bazı sorular takılmıyor değil..  
Fark edilmeyi ve farkındalık noktasında kalmayı istemek insan tabiatında var olan bir şey. Bu ifade edilmez, yaşanılır veya yaşatılır. Nitekim “neden bu kadar kibirlisiniz?” tarzı sorulara, “Ben sizin zannettiğiniz gibi değilim ama olması gereken bir şekilde mağrur ve gururluyum…” şeklinde cevaplar vererek İslami kişiliğin uzakta durması gereken kötü hasletlerin kendine yakıştırılmasına da fırsat vermemektedir. Kişilik tahlili bizi aşar ve işimiz de değil, her ne kadar “sublime” ye takılsak da bu böyle...  
 
Bizi ilgilendiren kelimelere döktüğü düşünceleridir. Sadece Türklük” vurgusu bile yeter Özel’i eleştirmek için. Kendi adıma bunu hakkınca yapacağız/yapıyoruz diye bir şey yok elbette… Gücümüz yettiğince...  
Şimdi, ismi bende mahfuz kalsın, bir üstadın da ifade ettiği gibi, ne kadar yıkamaya çalışırsak çalışalım, yıkarken hangi marka deterjanı kullanırsak kullanalım etnik, kavmi, ırki vs. çağrışımlar yapan kavramları temizleyemeyeceğimizi kabul etmemiz gerektiğini söyleyelim. Kur’an herkesin bildiği bir ayette “üstünlük takvadadır” diyerek aslında tartışılan kavramlara geçit vermemektedir.  
 
“Hucurat/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” mealindeki ayetin tefsiri sadedinde geliştirilen yorumları burada aktarmak muhataplarımızın meselenin cahili olarak görülmesine sebep olmaktan başka bir şey değildir. Kaldı ki İ.Özel nevzuhur bir kavram çalışması için yola çıkarken bunlardan habersiz olan biri de değildir.  
 
Şimdi bir Arap’ta kalkıp, aslında Araplık tarihi bir roldür, hem de en hakikisinden iddiasıyla ortaya çıksa -ki aslında Özel’in bu girişiminden sonra da çıkmalıydı- ne demek lazım gelir? Onların bir İstiklal savaşları yok problem orada(!)…Asırlardır sömürge altında yaşıyorlarsa olacağı da buydu elbet(!)… 
 
Sorulardan devam edersek…  
Eğer Kur’an mesajında zerre kadar bir kavmi önceleyen, etnik özellikleri tarif eden, milliyetçiliği ön plana çıkaran –ki ilk muhataplar açısından Arapların bu tür beklenti içine girme hakları da vardı- bir ırka işaret eden söylemler olsaydı mesajın evrensel olması ve bu doğrultuda dört kıtaya yayılması söz konusu olabilir miydi? Kavmiyetçiliğin, ırkçılığın, din merkezli etnik ayrımcılığın vs.nin abartılı bir şekilde gündemde tutulduğu bir zaman diliminden yani asr-ı saadetten yani asr-ı saadetin hemen öncesinden bahsediyoruz.  
 
Ayrıca Hz. Muhammed’in rıhletinden sonra yaşanan siyasi gerilimlerin, savaşların, kan dökmelerin ve bu doğrultuda gelişen iktidar değişimlerinin kavmi, ırki ve milliyetçi anlayışlardan beri olduğunu söyleyebilir miyiz? İ.Özel bu gerçeklikten hareketle Türklüğü “mescid-i dırar”da namaz kılmama refleksine kadar indirger ama aslında bu nafile bir çabadır. Hak ve batıl mücadelesini sadece anılan kavram noktasında formüle etmeye çalışması anlaşılır ve kabul edilebilir bir şey değildir de ondan.  
 
Gariptir, İ.Özel, Türklük anlayışını ta Hz. Muhammed zamanına hatta ilk insana kadar indirger ama biryandan da istiklal savaşını ve İstiklal marşını yazdıran toplumsal muhayyilenin oluşum zamanını da yeni bir milat sayar. Aslında Türklük kavramının anlam dünyasını da enikonu bu saatten sonra inşa etmeye başlar. Bu çabanın arkasında sanki şöyle bir yılgınlık var gibidir: Kur’an-i ve sahih İslam geleneğimizde vahyi mücadeleyi sembolize eden kavramlar ve yine inanan ve inandığı doğrultuda yaşayıp mücadele eden insanlar için söylenmiş tanımlar artık değerini, evsafını, niteliğini, ne dersek diyelim, kaybetmiş olacaklar ki böyle bir kavramsallaştırma çabasına gidildi İ. Özel tarafından. Bu da kendisinin mübalağalı bir şekilde sahiplendiği geleneğin asırlardır inşa etmeye çalıştığı kavramları yok saymaktır neredeyse.  
 
İlginçtir ki birçok insan tarafından da kabul gördü malum kavramsallaştırma çabası. İ.Özel bu sürece dahil olanları ;” aramızda meşhur, bilinen insanlar yok ama buraya takılanlar da eleğin üstünde kalanlardır” diye tarif ederken yine zımnen seçkinciliğe oynamaktadır ve “öteki” kavramını meşrulaştırmaktadır..  
 
Eleğin üstünde kalanlar, İMDER’ de düzenlenen panellerde söylenenlere kulak verilmesi halinde görülecektir, sanırsınız ki (mübalağa etmiş olur muyum bilmem) bir peygamber etrafında toplanmış sahabe, havari gibidirler. Sahabe, arkadaş, dost; havari de yardımcı anlamına geldiğine göre bu durumda beis Yoktur herhalde(!)… İ.Özel’de bir Peygamber değildir sonuçta! Ama bir farkı ortaya koyalım hakkı teslim ederek, şairler şiirlerini ilham alarak yazarlar! İlham almak/alabilmek az şey mi? İlhamın nereden geldiğinin ispatı da şairlerimize kalmış artık!  
 
Uzatmayalım, İ.Özel bunca yazıp çiziktirmenin akabinde söylediklerinden rücu etmeyeceğine göre, söylemini muhakkak daha da ileriyi götürecek keşifler peşinde olacaktır. Nitekim gün geçtikçe daha bir içe kapanılıyor, takipçileri daha bir muhafazakârlaşmaktadırlar artık. Şairlerin ilhama yatkın-ki özel şairi olmayan toplumu hiç sayar ve şairlerin önemsenmesine, zımnen kendisinin önemsenmesine sağlama babında bir dizi konferanslar da düzenlemiş biridir-olduğu gerçeği ortadayken yeni söylemlerin beklenilmesi kaçınılmazdır. Gazete ve dergilerde yazmayacağını deklare ederek kendini bağladığına ve şiirleri de herkesin ilgisini çeken bir alan olmadığına göre İ.Özel yeni iddialarını nerede seslendirecektir?

Sanki dernek bu iş için icat edilmiş bir şey gibidir. Zaten bilenler bilir, derneğe ait sitede konferans, seminer türü faaliyetlerin yazıya dökülmüş hali okuyucunun emrine amadedir. Yani artık gazete ve dergilerde yazmasa da o sesini duyuracak/çıkaracak bir zemine artık her zaman sahiptir.  
 
Bütün bunlara rağmen biz İ.Özel arada bir yazacaksa okumaya ve nerede ne söylemişse kulak vermeye devam ediyoruz, huyumuz kurusun(!), marjinalite ilgimizi çekiyor çünkü! Türklük kavramı vicdanımızı ve İslami kabullerimizi rahatsız etse de inadına yapıyoruz bunu!

Neleri okumuyor ve kimlere dinlemiyoruz ki biz, değil mi? 
 
İ.Özel, kendisine yapılan uyarılara kulak vererek sürekli kendi “ben” ini sublime etmekten vazgeçer mi bilmem fakat o şunun farkında olsun artık, ortalık yerlerde pıtrak gibi İsmet Özel “ben” lerinin kopyaları çıkmaya başladı bile!

Hoş, o bundan memnun olur ya neyse!

Sonuçta onun izinden gidenler eleğin üstünde kalanlar! Ortaya çıkanlar onun gibi şair/yazar/düşünür olurlar mı o da bilinmez, bunu zaman gösterecek! 
Panellerde ortaya konulan düşünce biçimi ve düşüncelerini ifade ederken kurdukları dil ve hatta orada olmayı tercih etmeyenlere karşı geliştirdikleri “öteki” ne dair üslup aslında düşünsel değil, sosyal bir seçkinciliğe doğru evrimleştiğimizi (yoksa devrildiğimizi mi söylemeliydim?) göstermektedir. İslam düşüncesi bu tarz seçkinciliğe prim veriyorsa tamam; ama yoksa az biraz düşünsünler artık yoksa var olan toplumsal çatışmaların daha da artması işten bile değildir…  
 
“Şimdi ben nicedir istemem ki senin yaşına böyle geleyim 
Sureta superpoze, afili, paranoyalarla delik deşik ama kuyruk dik 
Kendi özge başının değil de bön başlara görünmenin belâsıyla dopdolu 
Yazık, Tanrı kendi başının belâsından bu dünyada mahrum bırakmış artık onu 
Dilerim benim belamı burada versin’ diyemeyecek kadar hesapsız hesaplı 
Parmağında Spinoza misali yüzükler, altında -kim bilir- ‘Tedbirli Ol’ yazılı 
Calut’a karşı cenge gittiğini söylerken Talut'u kendi sanarak  
Avuçlar dolusu su içtiğini istemem saklamak 
İstemem tedbirli olmak 
İstemem belâmı bulamamak 
İstemem kendimi beşikte konuşmuşlardan gösterip 
Dilimi zamane daldırmak  
Kalbimin kanıyla yazamamak 
İstemem yaz aylarında  
Ömrümün ahirinde  
Yaptıklarımın faciası olmak. “(Celal Fedai)  
 
Eh, ne diyelim artık...

Diyen demiş diyeceğini zaten…