Mustafa ATAV
SAHİ, BİZİM ÂLEMDE SANSÜR VAR MI?
Sansür, insan ifadesinin bir otorite tarafından -ki bu bazen devlet, bazen şahıs, bazen kurum, bazen grup vb. olabilir- kontrol altına alınması veya engellenmesi demektir.
Ve sansür, erk /iktidar hırsı insan fıtratında mündemiç olduğundan, insanlığın varlık âleminde yer tutmasından bu yana “öteki” nin düşünce ve buna bağlı eylemlerinin engellenmesinin karşılığı olagelmiştir.
Sansür, egemen güçler açısından tetikte bekletilen bir otokontrol sistemidir ve istenildiği ölçüde hayatın her alanında kullanılmak üzere alesta bekletilmektedir. Ve bu haliyle de söz ve eylemlerine müdahale edildiği gerçeği ile karşı karşıya kalan insanlar için muhalefet edilmesi gereken bir uygulama/anlayış biçimidir.
Sansürün uygulandığı alanlar aslında saymakla bitmez…
En bilinenleriyle tarih, edebiyat, sanat ve tabii ki diğer ilim/bilim alanlarının her çeşidi egemen siyasetin ideolojik yapısına göre sansüre muhatap olmuşlardır.
Tarih olgusunun bile resmi ve gayr-i resmi olarak tasnife tutulması sansürün bir başka yönü ile hayatımıza egemen olduğunun bir göstergesidir.
Din ve ideolojilerin tarihi serüvenlerini okuduğumuzda muhalifleri tarafından nasıl baskılandığını, bu sebeple insanların canına kastedildiğini, sürgüne gönderildiklerini görebiliyoruz ki bunun karşılığı da sansürün tarifinde saklıdır.
Şimdiki siyaset zeminine dikkat çekersek yakın tarihte yaşanmış birçok olayın gerçekte ne olduğunun sansür bağlamında tartışıldığına şahit olmaktayız.
Bunlar asıl konuya girmek için yaptığımız küçük hatırlatmalardı sadece
Asıl meselemiz, İslami camiada sansürün, kavram olarak kullanılmasa bile anlamı itibariyle nasıl meşrulaştırıldığına işaret etmektir.
İslam düşüncesinin farklılığı herkesin malumudur. Tarihi gelişmelerden de anlaşıldığı gibi kaynağı vahiy olan bir öğretinin mensupları, vahye rağmen kendi içerisinde muhalefet üretmekten hiçbir zaman geri durmamıştır.
Çok bilinen şekliyle vahyin son bulduğu demlerden hatırlatma yaparsak, daha Hz. Peygamberin defin işlemi gerçekleşmeden siyasi sıkıntıların geliştiğini ve o sıkıntıların neredeyse İslam itikadına girecek formülasyonların üretilmesine sebep olduğunu söyleyebiliriz.
O günden bu yana, sayıları saymakla bitmeyecek siyasi, itikadi, ameli mezheplerin; mistik sürecin karşılığı olarak tarikatların ve sosyal doku ve düşünce uyuşumlarının yol açtığı cemaatlerin ortaya çıkmasının; başta ifade etmeye çalıştığımız insanın fıtratında mündemiç olan iktidar hırsının, güya İslam vahyi çerçevesince ve hakikati arama kılıfıyla meşrulaştırılmasından başka bir şey olmadığının cesaretle altını çizelim.
Vahiy, bizatihi dini karşısına alanlarla mücadeleyi esas kıldığına göre, İslam toplumlarında ve İslam düşünce tarihinde gelişmiş ve özellikle kamplaşmalara, savaş ve kırgınlıklara yol açmış itiş/kakışların başka türlü bir izahı olmasa gerek.
Yaşanılan zamana kendi ölçeğinde şahit olan biri olarak geçmişin uzantılarının yine çok kullanıldığı şekliyle modern biçimleriyle elan yaşatıldığını ve her düşünce mensubunun üstelik kendisini vahiyle irtibatlandırarak ayrışmaları tetiklemekle meşgul olduğunu söyleyebilirim.
Bu kargaşayı Hz. Peygambere isnat edilen “ihtilafta rahmet vardır” sözüyle meşrulaştırılmasını anlamaya çalışabiliriz ama bu söze yaslananların kendilerini Fırka-i Naciye görüp diğerlerini sapıklıkla, yoldan çıkmışlıkla; cehennemlik olduklarını açıkça söylemekten çekinerek insanları ve üretilen düşünceleri modernist, reformist, tarihselci ve daha nelerle suçlamamak koşuluyla…
Bazıları (kişi/camia) vahyin ilk muhatabı kendileriymiş gibi-ki iman eden insan elbette iman etmede ilk muhataptır, kastettiğimiz Hz. Peygamber ve onun ashabıdır-yani vahyin orijinal anlamı kendilerine dikte edilmiş gibi bütün yapıp etmelerini İslam düşünce merkezinde konumlandırmaktadırlar. Haliyle kendilerinin rağmında gelişmiş/gelişen her düşünceyi merdud ilan etmeyi kendilerini iş edinmişlerdir.
Bunu, bu yazıya sebep olan şekliyle söylersek sanal âlemde faaliyet gösteren dergi ve sitelerde yayımlanan yazılardan ve o yazılara düşülen yorumlardan anlamak pekala mümkündür.
İstisnalar bir tarafa, bazıları yani site editörleri ve sanal köşe yazarları, yeni yetmelerin -ki bunlar genellikle ilahiyatçıdırlar ve cemaatlerden bağımsız olduğu varsayılan kişilerdir ve hatta onlara rağmen gelişmiş cemaatlerin düşün adamıdırlar- İslam düşüncesi bağlamında söylediklerini takibe alıp onları cehennem ateşiyle tehdit etmektedirler.
Geleneğin ezbercisi, tıpkıbasım olarak bugüne aktarıcısı vaziyetinde iş tutanların aslında geleneğin içerisinde zaten tartışılmış yani keşfi yeni olmayan düşüncelere ve o düşünceleri yeni kavramlarla biçimlendirerek sunan insanlara acımasızca saldırmalarının, baştan beri anlamı üzerine bir şeyler demeye çalıştığım sansür kelimesine bir başka biçimde hayat verdikleri gerçeğinin altını çizelim.
Bütün bunları neden dile getirme ihtiyacı duyduğumuzu açıklamaya çalışalım.
Bir okuyucu olarak bazı sanal dergilere ve sitelere gönderilen yazıları okuyor ve onlara gerektiği ölçüde; ama katkı amaçlı eleştiri sadedinde; ama yazının içeriğini övmek maksadıyla yorumlar yazıyoruz. Gönderilen yorumlarsa site ve dergi karakteristiğine uymadığı gerekçesi ile editörler tarafından süzgeçten(sansür) geçirilip yayınlanmamaktadır. Böyle bir hakları elbette vardır. Hakaret, tehdit, şantaj vs. içeren yorum/eleştiriler elbette yayınlanmamalıdırlar. Ama İslami hassasiyetleriyle temayüz ve tebarüz etmiş insanların yorumlarının (bu elbette yorum niyetine yazılmış yazının içeriğinden anlaşılacak bir şeydir), yazı sahibinin ve yazının yayınlandığı sitenin düşünce dünyasına uymadığı gerekçesi ile yayınlanmaması anlaşılır bir şey değildir. Arzu edilen şudur: Övgü, takdir içeren yorumlar da yayınlansın, yazarın şahsiyetini rencide etmemek koşuluyla yazıda verilmeye çalışılan düşünceyi eleştiren yorumlar da yayınlansın ki yazar kimse artık sonrasında daha da verimli olabilsin.
Devamla söylersek, sair medya mensuplarını sansürcü olmakla eleştirenlerin yani yasakçı, düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde engel olarak görenlerin iş kendilerine gelince onlardan daha fazla yasakçı olmaları, üstelik İslam düşüncesine sahip olup yaşamak ve seslendirmek konusunda mağdur edilmişlerin takınacağı bir tutum olmasa gerektir.
Kendi arzu ve istekleri doğrultusunda yapılmış yorumları yayınlamak yazı/düşünce sahibini belki daha da üretmesi için teşvik edebilir ama yapıcı ve katkı sağlayıcı eleştirilere kulak verilmesi halinde ortaya çıkacak ürünün daha bir kıymeti olacağı da açıktır.
Yorum yazılarının dışında, kendi çapında bir şeyler ifade etmeye çalışan ve bunu kabiliyeti doğrultusunda yazıya döküp paylaşmak amacıyla İslam düşün dünyasında yer tutmuş sanal dergi/sitelere göndererek yayınlanmasını isteyen kişilere karşı gösterilen refleksleri de aynı kategoride değerlendirebiliriz.
Temel gerekçe düşüncelerin uyuşmaması gibidir. Yazı/imla kurallarına uyum, edebiyat literatürüne vukufiyet ve tabii ki verilmek istenen düşüncenin derinliği (bu neyse artık) işin cabası.
Nobel ödülü almış yazarların, yıllardır gazete köşelerinde yazan üstatların(!) yazarlıklarının ve üniversite hocalarının ilim adamlıklarının tartışıldığı bir vasatta yazmak kolay iş değildir elbette. Birbirlerine hakaret içeren sözlerle saldıran ve kendi yazar/çizerliğinin üstünde birini görmek istemeyenleri maalesef biz de okuyor ve tartışmalara böylelikle biz de şahit oluyoruz. Kibirli olmak, kendini beğenmişlik, müstağnilik vs. İslam düşüncesi çerçevesince kabul edilmeyen davranışlar olsa da bütün bunlar ne hikmetse ve üstelik bizim camiada hep göz ardı edilir.
Aslında bütün bunlar, egemen durumda olanların kendi anlayışlarına uymadığı gerekçesi ile yorumlara ve yazılara uyguladıkları sansür gerekçelerinden başka bir şey değildir.
Devletin düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen kanun ve yasaları şimdilik bir tarafa bazı yazarların dergi ve gazete patronlarının dümen suyunda yazdıklarını ve patronlarını eleştirmek cesaretine sahip olmadıklarını ve tabii ki patronların yazarların düşüncelerine sansür uyguladıklarını söyleyenlerin ve bu sebeple onları yerden yere vuranların kendi içlerinde bu davranışın başka bir versiyonunu kullanmaları gariptir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında yıllardır mağdur rolünü oynayan İslami camianın içinde düştüğü bu garabetin farkında olması gerekmektedir artık.
Yukarıda da dediğimiz gibi vahyin ilk muhatabı olmayan insanların, kendilerine tevarüsen gelen bin dört yüz yıllık mirasın verilerinden ne anladılarsa artık, oradan mülhem oluşturdukları anlam dünyalarına mutlaklık izafe edip , kendilerine rağmen ortaya çıkmış ama İslami olduğu iddia edilen düşüncelere engel koymaya çalışmaları, düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında geliştirdikleri tartışmada samimi bir tavrın içinde olmadıklarının göstergesi sayılabilir.
Elalemi sansürcü, düşünce ve ifade özgürlüğü karşısında yasakçı olmakla suçlayanların aynı zaafı kendi iç dinamikleri açısından göstererek, güya vahyin orijinalitesini bozduğu iddia edilen düşünceleri seslendirenlere karşı yasakçılığa soyunmaları anlayışla karşılanabilecek bir durum değildir.
Üstelik bunu kılü kal gerekçelerle yapmaları hepten abesle iştigaldir.
Yok, efendim noktayı/virgülü yanlış yere koymuş; yok efendim kelime ve kavramları düzgün yazamamış; yok efendim düşünce derinliği yokmuş; yok efendim kurulu düzeni sarsacak/bozacakmış vb. gibi gerekçelerle Müslümanların anlam dünyalarında oluşmuş kabullerini seslendirmelerini ve paylaşmalarını engellemek, dediğimiz gibi düşünce ve eylemleri yıllardır yasaklanmış ve bu sebeple özgürlükleri kısıtlanmış Müslümanların tercih edeceği bir yöntem olmamalıdır.
Ama görünen o ki asıl sansür, asıl kural koyuculuk ve yasakçılık, üstelik hem de din adına İslam düşüncesini seslendirmeye çalışanlardadır... Her gurup, her cemaat, her tarikat kendi kabullerinin dışında dile getirilenleri gayr-i İslami, nifak çıkarıcı, sapık, modernist, reformist, tarihselci vs. olarak değerlendirmekten geri durmamaktadır.
Hani şu karşı çıkılan laiklik, liberalizm, demokrasi vs. var ya böyle giderse…
Bilmem anlatabildim mi?
Herkesin edebiyatçı, yazar, şair vs. olduğu yerde!
Herkesin ilim/bilim adamı olup konuştuğu yerde!
Herkesin entelektüel olduğu bir demde!
Bizim esamimiz okunur mu?
Şimdi, bu yazı yayınlanabilir bir kalitede midir?
Noktası, virgülü yerli yerinde midir?
Cümleler kurallara göre kurulmuş mudur?
Düşünce derinliği var mıdır?
Belli bir düşünce biçimine uygun veya muhalif midir?
Birilerinin kabullerini rahatsız edecek mahiyette midir?
Bu sebeplerle sansür uygulanıp yayınlanmaz mı, yoksa hatırı kalmasın kabilinden yayınlanır mı?
Yayınlanır ve yorum düşülürse o yorumlarda ne yazılır?
Ben bilmem…
Yazdım gitti!
(Not: Bu yazı ilk olarak Haksöz Haber sitesinde yayınlanmıştır.)