Mustafa ATAV

02 Kasım 2011

İKTİBAS DERGİSİ

Haydi gerçeği itiraf edelim, çoğumuz bilincimizi, anlam dünyamızı doğrudan Kur’an meali ve hatta tefsir okuyarak şekillendirmedik..Yanlış anlamaya müsait bir tespit bu tabii ki..

Ama şöyle bir düşünürsek, bu şekil hakikatle yüzleşmemiz kaçınılmazdır.

Çünkü vahyin sözel ama anında birebir pratize edilen ameli gerçekliğinin Mushaf şeklinde yazılı materyale dönüşmesinin akabinde bütün insanlığın, ondan metin okuma bağlamında faydalanamadığı tarihi bir gerçekliktir. 

Kaldı ki bütün insanlık olarak okuyup anlamak ve gereğini yapmakla mecbur kılındığımız Kur’an/ Mushafın metni, her müslümanım diyenin özel gayret göstermediği sürece öğrenme şansına sahip olmadığı bir dil olan Arapçadan müteşekkil..

Mushaf’ın metnini oluştururken farklı kıraatlar olmasının, noktalama işaretleri ve imla kurallarının ne’liğine dair tartışmaların nihayetinde- ki söz ve vücut diline dair her şeyin yazıya dönüştürülmesinde sorunlar olması gayet doğal bir durumdur, el yazmalarıyla ve matbaanın keşfinin sağladığı imkânlarla çoğaltma ameliyesinin evreleri de ilgilisine malumdur; ama böylelikle arzu edilen anlamanın gerçekleştiğini kim söyleyebilir? 

Bu süreç içinde bıraktık başkalarını, ana dili Arapça olanların bile evinde/elinde Mushaf olduğunu sanmak abartılı iyimserlikten başka bir şey değildir.

Üstelik okuma ve yazma kültürünün çok zayıf olduğu zaman dilimlerinde..

Ama bu tür olumsuzluklar olsa da Kur’an mesajının bütün insanlığa duyurulması yani tebliğ görevi zaten âlimlerin, zaten aydın/entelektüel nevinden insanların, kanaat önderlerinin yani aslında Müslümanlık iddiasında bulunan herkesin üstüne vazifedir.

Ve en azından bin dört yüz yıllık kadim İslam kültüründen anlaşılacağı üzre genel anlamda bu işin hakkı da verilmiştir. 

Yazı kültürünün olmaması  hasebiyle kendilerine gelen vahyi sözel olarak insanlara anlatan ve birebir örnekliklerle vahyin nasıl anlaşılması ve yaşanması  gerektiğini gösteren yüzlerce peygamber gerçekliliği de hiç birimize yabancı değildir. Hz. Muhammed sonrası insanlar olarak bizim şansımız da aslında Allah’ın lütfu diyebileceğimiz şey de vahyin, mevsukiyeti konusunda tartışmaya mahal bırakmayacak bir şekilde Mushaf haline getirilmesidir. 

Kur’an mesajının bugüne taşınmasının hakkı verilmiştir derken de Kur’an/Mushaf metni istisna, İslam düşüncesi diye bilinen her şeyin sahih temellere dayandığını kastetmiyoruz elbette; ki zalim iktidarların siyasi kirlilikler bağlamında tetiklediği tarihi tartışmaların istikametinde gelişen bir dolu ameli ve itikadi mezhepler, tarikat ve cemaatlere özgü kabuller de zaten bunun göstergesidir ve bugüne dair söylersek, benzer sıkıntılar zaten bugün de an be an, ayniyle vaki yaşanmaktadır. 

İşte İslam adına bize tevarüsen gelen ve bugün de birbirimizi “öteki” kılma pahasına tartışa geldiğimiz mirasın/ kültürün içinden, hakkının verilmediğini düşündüğümüz sahih olanı olmayandan ayırmak görevi yine şimdinin insanına alim ve aydınına yani Müslüman bireyler olarak hepimize düşmektedir.. 

Buraya kadar, bana göre asıl maksattan bağımsız olmayan ama sıkıntı içeren birkaç konuya değindiğimin farkındayım ve bunu bilerek yaptım.  Kendi adıma söylersem, hakikati işaret etme anlamına gelebilecek bu tür ihsas ettirmeleri yaklaşık yirmi beş yıl önceden bu yana ağırlıklı olarak İktibas Dergisindeki yazılardan öğrendim ben.. 

Başta da dediğim gibi bizim  İslam diniyle bağımız doğrudan Kur’an/mushaf metnini okuyarak sağlanmış değildi.. Dil açısından buna imkanımız da evimizde her daim okuyacağımız bir Kur’an mealimiz de yoktu..

Birkaç kişiden ibaret, meali olanlara ise söylenen şey şuydu: Siz Kur’an’ı anlayamazsınız! 

Bu şartlarda toplumda Din adına her ne söyleniyorsa ve her ne uygulanıyorsa onlardan yola çıktığımız bir hakikattir ama aslında bu gerçeklik çok da tahfif ettiğim bir durum değildir benim; lakin elde olana iman ettik, o halde kurtulduk zannına kapılmadan bilgi ve inanç anlamında en doğruyu, en sahihi aramak koşuluyla.. 

Biliyoruz ki insanı yaratan Rabbimiz, ilk andan itibaren rahmetinin karşılığı olan vahiyle ve o vahyi Hz. Muhammed dahil kendi pratikleriyle en iyi şekilde örneklendiren peygamberlerle kullarına yol göstermiş ve böylelikle vahyi bilinci toplumların belleğine nakşetmiştir.

Yani moda tabirle DNA’larına işlemiştir. Zaten fıtratında mündemiç olan iyi ve kötüden iyiye ses veren insanlar, düşünme ve akletme melekelerinin hakkını verenler de bir şekilde varlık sebepleri, eşyanın hakikati üzerinde tefekkür etmeye koyulurlar ki istisnalar bir tarafa bizim gibilerin İslamla tanışma serüveni de hep bu şekil başlamıştır..

Başlamıştır ama kadim gelenekten mülhem Kur’an’ın anlaşılmazlığının empoze edildiği, aksini iddia edenlerin de “öteki” kılındığı bir vasatta.. 

Çok şükür ki bu tür iddiaların hakikatini düşünüp dururken, karşılaştığımız her Müslümanım diyenlerle tartışma yaparken bir arkadaşımızın vasıtasıyla, fıtratlarına yüklü melekelerin hakkını vermeye çalışanların neşriyatı olan İktibas Dergisini okuma fırsatı buldum.

O zamana dek bir dolu kitap ve dergi okuduk elbette ama tanışmamızdan hemen sonra abone olduğumuz ve aylık periyotlarla merakla okuduğumuz İktibas Dergisinin üzerimizdeki etkisi elbette inkar edilemez.. 

Başka bir yazımızda da dediğimiz gibi, dini anlamda baskın geleneği, siyasi anlamda da hakim iradeyi karşısına alıp Kur’an’ın eldeki meallerle de olsa anlaşılabileceğinin söylenmesi, bilindik fıkhi kabullerin çelişkilerinin ortaya konulması; siyasi, sosyolojik, felsefi vb. okumaların Kur’an ölçeğinde yapılmasının söylenmesi; özellikle ilk sayfalardaki yorum ve kavram başlıklarının hakkının verilmesi, lokal ve küresel siyasetin seyrinin tüm gerçeklikleriyle ideal anlamda işlenmesi; geçmiş ve güncel iktidarların yapıp etmelerinin İslam merkezli gayr-i meşruluğunun ispat edilmeye çalışılmasına dair ve daha bir dolu meseleler hayran olduğumuz şeylerdi bizim.

Seçkin makaleler, söyleşiler ve adına yakışır şekilde bütün gazetelerden derlenmiş nitelikli köşe yazıları da hep merakımızı celbeden unsurlardı..

Yine iyi hatırlıyorum, öğrendiklerimizi içinde yaşadığımız toplumda seslendirdiğimiz zaman “öteki” ne dair bir hayli papara işitmiştik biz. 

Tabii bizim o demlerde İktibas Dergisi denilince ilk tanıştığımız ve rahmet-i rahmana kavuşana kadar hukukumuzun devam ettiği kişi ne yazık ki sadece Ercüment Özkan’dı..

Bir keresinde, “Abi iyi de biz sadece seni biliyor, seni tanıyoruz, bu âlemde başka tanışmamız gereken birileri yok mu?” diye sorduğumuzda birkaç isim vermişti ama onların bazılarıyla tanışmamız, vefatının akabinde derginin misyonu ve faaliyetleri bağlamında getirdiğimiz eleştirilere muhatap birilerini bulamamanın neden olduğu ama aslında bizim de kabahatimiz yüzünden uzun bir aradan sonra ancak yakın tarihlerde gerçekleşebildi..

O uzun ara süresince dergi yine okundu, ileri sürülen düşünceler yine paylaşıldı tabii ki.. 

Düşünsel maceramız diğer insanlar için ne kadar bağlayıcıdır bilemem ama kendimize ve içinde bulunduğumuz sosyal yapılara sorular sormamıza vesile olan ve sonunda Allah’tan başka bir otoriteye tabi olmama gerekliliğine, Kur’an’ın dilinin Arapça, meallerin de eksik tercüme olmasına rağmen karşılaştırmalı okumalarla mesajının anlaşılabilirliğine; başkalarının Kur’an’a dair söylediklerinin mutlak olamayacağına, elimine edilip ancak tavsiye olarak değerlendirilebileceğine; Kur’an’ı yok sayan, yok saymasa bile hükümlerini tatil etme iddiasına soyunan ideolojilere mesafe konulmasına; vahyin rağmına şekillenmiş siyasi parti, cemaat, tarikat, sivil toplum kuruluşları gibi yapıların insanları tükettiğine ve kula kulluktan başka bir şey öğretmediklerine; itikat ve amelin şerik kabul etmediğine dair bir dolu konu başlıklarını hakkınca işlemeye çalışan İktibas Dergisinin, sahih İslam düşüncesi iddiasını seslendirenlerin “en” lerinden olduğunu söylemem her halde mübalağa olmaz.. 

Evet, itiraf edelim, biz İslam olma sürecine Kur’an okuyarak başlamadık; sonrasında okuduğumuz kitap ve dergilerin ekseriyeti de bize, “Kur’an herkes için anlaşılabilir bir kitaptır” demediler.. Okumaya çalıştığımız, araştırma niyetine başvurduğumuz tefsirlerin bir çoğunda da iddia edilenler farklı değildi..O günkü şartlarda tanıştığımız alim, aydın nevinden insanların, bir kaçı istisna, dedikleri de benzer şeylerdi..

Ama özellikle İktibas Dergisi yazarlarının, ama derginin o günkü başyazarının yorum ve makalelerinde inadına Kur’an okuyun söylemi hakimdi..

O tavsiyelerin düşün dünyamızda etkisi olmadığını söylemek, bizatihi hakikati örtmektir.

Nitekim bugünkü siyasi tavırsızlıklara tavır alıyorsak eğer, ideolojik kirliliklere mesafe koymakta direniyorsak şayet, bunun en kuvvetli sebeplerinden biri geçmişten bu yana İktibas dergisinde yazılıp çizilenlerden öğrendiklerimizdir.,  

Bütün bu güzelliklerin yanında kusurlar da var elbette, tabii ki bize göre..Nitekim yer yer dostlara bu kusurları ihsas ettiriyoruz yine kendimizce..İstişareye ve eleştiriye açık dostlarla daha iyiye doğru gitmek elbet mümkündür, umudumuz da budur evvelemirde.. 

Daha nice yıllara temennisi ile..

Tabii ki Rabbimizin izniyle..