Hikmet ERTÜRK

28 Ekim 2013

GEÇMİŞİN DİLİ

Mutlaka hepimizin sorması gereken sorular var.

Acaba bizler vahiy eksenli bir hayattan nasıl koptuk?

Geçmişi yaşayanlar için bu soru çok basit olabilir. Fakat hala düşünebilenlerimiz için biraz karmaşık bir sorudur. Zamanla yabancı unsurların İslam’ın arı duru düşüncesine sızan bilgilerinin İslam’ın bağlıları tarafından nasılda dinin kendisiymiş gibi yaşandığını görüyoruz. Vahiy İslam’ından Kültür İslam’ına geçişi kolaylaştıran etmenlerin en önemlilerinden bir tanesi döneminin siyasi şartlarıdır. Yani kişilerin konuşacakları şeylerin o dönemin mevcut iktidarlarını rahatsız edici bir yönünün bulunmaması şartıdır. Gerçi bu şartlar her dönem için geçerliliğini korumaktadır.O yüzden de günümüz insanlarının sahih anlamda İslam ile tanışması epeyce zorlaşmıştır. Önlerinde aşılamayacak birçok engeller oluşmuştur. Bulabileceği şeyde bid’at’ların oluşturduğu yabancı kültürlerle bezenmiş kültür İslam’ından başka bir şey değildir. Bu günün dünyasında hala geçmiş dini yaşanmaya devam etmektedir. İnsanlar olaylara ve dini yaşantılarına sadece mezheplerinin algıları ile bakabilmekte kişileri bu anlayışa göre değerlendirmektedir. Bu günün zamanını yaşayamayan bir din, hükmü çok geçmiş zamanlara hapsedilmiş bir Kur’an ne yazık ki Müslümanların mücadele alanlarını da kısıtlamaktadır. Çünkü zamanın dilini kullanmamak zamana dair hükümler çıkarmamak din diye sarılınan şeylerin kolayını yaşamak anlamına geliyor. Bir takım çevreler tarafından zahmetsiz, protestan bir din algısının kuşatıcılığı epey de çekici hale getirilmiştir. Fakat tüm bu düşünceler renkleri koyudan açığa değişse de mevcut siyasi erklerin, yönetimlerin müsaade buyurdukları oranlarda yaşanmakta ve yaşatılmaktadır.

Tüm zamanlar boyu ''Allah, kendi yolunun küllenmiş işaretlerini hatırlatmak için zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, mesajlarını yaymaya çalışırken hem kendilerini engellemek isteyenlerin, hem de taraftarlarının zulmüne maruz kalmışlardır. Bu taraftarlardan bir kısmı, peygamberin getirdiği sahih inancı olduğu gibi yaşamaya çalışırken, bir diğer kısmı kitabı tahrif etmek, bid'at ve hurafelere tabi olmak ve peygamberlerini adeta ilahlaştırmak gibi durumlara düşmüşlerdir. Bugün yeryüzünde yaşayan üç büyük dinden ikisi, belirttiğimiz bu bozulmayı bütün boyutlarıyla yaşamışlardır. Yahudiler ve Hıristiyanlar kitaplarını tahrif etmişler ve peygamberlerini olmadık konumlara sokarak onlara en büyük zulmü yapmışlardır. İslam'ın ise kitabı sağlam, mesajı sahih olarak kalabilmiştir. Ancak, bir kısım müslümanlar bu sahih kitabın söylediklerine titizlikle uymaya çalışırken, diğer bir kısmı heva ve hevesleriyle dini karıştırıp bid'at ve hurafeler icad etmişlerdir. Resulün ölümünün hemen ertesinde az da olsa başlayan bu ikilem ve mücadele, hızlanarak şu ana kadar devam etmiş ve günümüzde de devam etmektedir. (Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre)

Maalesef vahiy gibi kucakladığımız birçok şey aslında kültürel ritüeller dışında bir şeyler de değiller. O yüzden geçmişin eleştirel yorumu mutlaka yapılmalı.

Çünkü bu günler de dahil,”Geçmişin İslami anlamda eleştirel yorumu yapılamadı. Şimdiki zamana ilişkin bütüncül analizler/yaklaşımlar/yorumlar gerçekleştirilemedi.

Bu gün hala Irkçı, sömürgeci dil/söylem, halkların, kim ve ne olduklarını, kim ve ne olmadıklarını belirleme, tanımlama hakkının kendisinde olduğunu iddia edebiliyor. Sömürgeci dil/söylemin yüzyıllardır sürdürdüğü iddialar sebebiyle İslamî dil/söylem, dışlanmış, aşağılanmış, unutturulmuş, marjinalleştirilmiş; İslam yalnızca geçmişin bir gerçeği olarak yorumlanmış, değerlendirilmiştir. İslamî dil/söylem, sömürgeci iktidarın sürekli gözetimi altındadır. İslamî dilin, söylemin, eylemin, algının sınırları ve içeriği sömürgeci iktidar tarafından biçimlendirilmektedir.” (Atasoy Müftüoğlu yazıları)

Aslında Atasoy Müftüoğlu’nun da söylediği gibi kırmızı mürekkeplerin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Hatta kırmızı mürekkeplerin olmadığı geçmiş zamanın mirasını da aynen kullanıyoruz. Buralardan doğru din algıları çıkarmak pek mümkün olmuyor.

“Doğu Almanya’dan bir adam Sibirya’da çalışmaya gönderiliyor. Mektubunun denetçiler tarafından okunacağını biliyor ve arkadaşlarına şöyle diyor: “Gelin bir şifre oluşturalım. Eğer benden mavi mürekkeple yazılmış bir mektup aldığınızda orada yazdıklarımın gerçek olduğunu bilin. Ama kırmızı mürekkeple yazılmışsa yalandır.” Bir ay sonra arkadaşları ilk mektubu alıyor. Her şey mavidir. Mektupta der ki: “Burada her şey harika. Dükkânlar güzel yiyeceklerle dolu. Sinemalar batıdan güzel filmler gösteriyor. Apartmanlar büyük ve çok rahat. Tek satın alamayacağınız şey kırmızı mürekkep.”

İşte tek kelime ile bizlerin yaşadığı dinin adı da bu. İstediğimiz bütün serbestliklere sahibiz. Tek eksiğimiz kırmızı mürekkep: tutsaklığımızı ifade edecek dil. Bu dili kullanamıyorsunuz. Hayatımızda hep gri tonlar mevcut. Bu geçmişte de hep böyle olmuştur. Üstelik geçmişe ait İslam’a dair bilgiler bizlere hep birbirlerinin muhalifleri olan guruplar tarafından aktarılmıştır.Geçmişin bu bilgilerinin hepsini doğru kabul etmemiz mümkün değildir.Kırmızı mürekkeple yazılması gereken doğrular mavi mürekkep ile yazıldığı için bugün bizlerin yaşadığı yörelerin insanları bizlerin yaşadığı İslam’ı doğru olarak görmüyor.Kur’an’a dönmek, onda deliller aramak sapıklık olarak addedilebiliyor.

Tüm bu sıkıntılar dahilinde Müslümanların yaptığı şey ise uçuruma ulaşıp aşağıya bakan kedinin durumuna benzemektedir.

Hepimiz, çizgi filmlerdeki klasik sahneyi biliriz. Kedi bir uçuruma ulaşmıştır, ancak altında hiçbir şey olmadığı gerçeğine aldırış etmeden yürümeye devam etmektedir. Ancak aşağı baktığında ve farkına vardığında aşağı düşer. Bizim burada yaptığımız şey bu.

2011 Nisan ortasında Çin hükümeti, televizyonlarda, filmlerde ve romanlarda öteki gerçeklik veya zamanda yolculuk içeren bütün öyküleri yasaklamış. Bu, Çin için iyiye işaret olabilir. Bu insanlar hâlâ alternatiflere dair hayal kuruyor ki sen bu hayal kuruşlarını yasaklıyorsun. Burada bir yasağa gerek yok, çünkü egemen sistem hayal kurma gücümüzü tamamı ile bastırmış durumda. Durmadan gördüğümüz filmlere bakın. Dünyanın sonunu tahayyül etmek kolay. Bir asteroid tüm yaşamı yok ediyor, falan filan. Ancak kapitalizmin sonunu tahayyül edemezsiniz.”

Yukarıdaki metin Sloven düşünür Slavoj Žižek’ in, Wall Street işgalcilerine yaptığı konuşmasından bir kesit.

Şimdi geçmişten anımızı konuşacak olur isek burada üç önemli nokta var. Birincisi hakikatin gerçeğini/tutsaklığımızı ifade edecek kırmızı mürekkebimiz bu günümüz içinde hala yok ikincisi ise alternatiflere dair hala hayal kuramıyoruz üçüncüsü ise ayağımızın altında hiçbir şeyin olmadığı gerçeğine aldırış etmeden tıpkı çizgi filmdeki kedi gibi yürümeye devam ediyoruz.

Nasılsa aşağıya baktığımızda düşeceğiz, bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. O yüzden bizler bir an önce aşağıya bakıp gerçekliğimizle yüzleşmeliyiz. Böylelikle gerçek anlamda yol almaya başlayabiliriz. Altımızda hiçbir şeyin olmadığına aldırış etmeden yürümeye bir an önce son vermeliyiz.

Artık şunu görmeliyiz ki kırmızı mürekkep yani hakikatin gerçeğini ifade edecek bir dil, bu bizde mevcut değil. Ve geçmişte de mevcut değildi.

“Bu dönemin Müslümanları olarak hayatımızı farkında olmadan sürdürüyoruz ve büyük bir yanılsama içerisindeyiz.” (Atasoy Müftüoğlu, 14 Nisan İzmir konferansı)

Başkalarının kavramlarını başkalarının dilini konuşuyoruz. Ödünç alınmış hayatlar yaşıyoruz. Geçmişin dili ile konuşmaya devam ediyoruz. İşin kötü tarafı ise hala birçoklarımız tüm bunların farkında değiller. Zannediyorlar ki yaşadıkları hayat kendi hayatları fakat bu mümkün değil. Başkalarından ödünç aldıkların bir yaşamı tüketirken biz aslında kendimiziz demek çok tuhaf bir ifadedir.

Bir müddet sonra bizlere sunulan bu hayatı öylesine kanıksıyoruz ki gerçekleri bir başkasından duysak ve söylenilenlerin doğru olduğuna inansak bile bu doğruları yaşamaya yanaşmıyoruz. Üzerimize giydiğimiz batılı elbiseye düzülen binlerce methiye, övgüler bizleri sanki güzel bir şeyler yapıyormuşuz gibi bir düşünceye kaptırıyor. Hal bu ki bir hareketimizi, düşüncemizi İslam’ı kendisine rehber edinmemiş başkalarının övmesi aslında doğru bir yolda olmadığımızı gösterir.

Atasoy ağabeyin dediği gibi biz nasıl düşünürsek düşünelim hala büyük bir çoğunluğumuz “batılı kavramlar doğrultusunda düşünmektedir. Birçoğumuz hala mezhepsel olgular ile hareket etmekte geçmişin dinini yaşamakta geçmişin dilini konuşmakta. İslam’ı yalnızca maneviyat biçimine indirgenmiştir. Kendi kavramlarını kullanmaktan hala imtina etmektedir. Bu hali ile kendimizi yenilemiyor niteliğimizi arttırmıyoruz. Tek akla mahkûm olmaya devam ediyoruz. Kendimize dönmeyi ret ediyor hep başkalarının düşüncesini ödünç alıyoruz. Cemaat liderlerinin aramıza insan olarak dönmelerine hala razı değiliz. Birçok kardeşimizin referans kaynağı İslam değil demokrasi olmuş durumda ve bundan herhangi bir rahatsızlık hissetmiyorlar. İslam dünyasına demokrasi ihraç edilmesini olumlu bir şeymiş gibi algılıyoruz. Bu hali ile hala tarihin seyircileriyiz aktörleri değiliz. Ve hala 1430 yıldır Kur’an’ı nasıl anlayacağımıza karar veremedik. Gerçeklerle yüzleşmek istemiyoruz.”

Ve hala bizler doğruları yazabileceğimiz renklere sahip değiliz. Her yanımız her anlarına kör kalıp renkleri anlatanlarımızla dolu. Hayatımızı yönlendiren insanlar var ve bizler bunun farkında değiliz. Gücü ve taraftarlarını elinde bulunduran hiç kimse ama hiç kimse düşünmemizi, bir şeylere kafa yormamızı istemiyor. Bizlerde alternatif bir yaşam hayalini kuramıyoruz. Onların düşünceleri ve hayalleri içerisinde kendimize yaşam alanları oluşturuyoruz. Belki bir gün bu halimizden rahatsızlık duyar ve kendi evimize dönmeye razı oluruz.

Böylelikle inşallah bizler bir gün gerçekten kendi hayatlarımızı yaşayabilir kendi kavramlarımızı kendi dilimizi konuşabiliriz. Böylece hiç kimse bizleri kendi kelimeleri ile kontrol etme cesaretini gösteremez. Bunun için tüm zamanlarda kendimizi bulmak için çok çaba harcamalıyız. Değerlerimizi geçmiş kültüründen kurtarıp günümüze taşımalıyız. Sorularımızın cevabını bulmak için geçmişe gidip durmamalıyız. Sorunlarımıza günümüzün gerçekleri ile cevaplar aramalıyız. İnşallah bu bizleri her daim canlı tutacak üzerimizdeki duygusuz hareketsiz hal kaybolacaktır.