Mustafa ÖMEROĞLU
BİLGİ EDİNME VE PAYLAŞIMDA AİLENİN ÖNCELENMESİ
Müslümanlar, Kur’an’ın öngördüğü ve Hz. Resulün de örneklendirdiği yaşam biçimine göre, vahyin yüklediği sorumluluklar çerçevesince inanılan değerleri önce ailelerine ve sonra diğer insanlara duyurmanın koşul ve şartlarını oluşturmak zorundadırlar.(1)
Özellikle aile bireylerinin ihmal edilmemesi gerektiği, Tahrim/6: ”Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır…” ayet mealinden de anlaşılmaktadır ki bu sayede, tabii ki talep edilmesine de bağlı olarak onların kurtuluşlarına vesile olunacağı açıktır.
Bu böyle bilinmesine ve iddia edilmesine rağmen, müslümanların, bilhassa erkek tarafı olarak kendi sosyal pratiklerini hiç de söylendiği gibi geliştir-e-medikleri ortadadır. Herkesin bildiği gibi bugünün müslümanı, aile ortamından daha çok, evvelemirde ve haklı olarak sisteme tepki geliştirmek ve kolektif bilgi edinmek iddiası ile dışa yönelik sosyal ilişkilerin peşindedir. Bu sebeple evdeki eş ve çocukların “nasıl olsa ikna ederiz, bizdendir” önkabulüyle ihmal edilmeleri de yaşanan bir vakıadır. Haliyle bu durumdan olumsuz anlamda etkilenen eş, çocuk ve diğer aile bireyleri de haklı olarak her vasatta mevcut gidişattan rahatsız olduklarını dile getirmekten geri durmamaktadırlar
Daha da açarsak, bütün müslümanların yaşadığı ve şahit olduğunu varsaydığımız bir durumdur ki; yıllardır islami bilgilenmeyi ev dışında, dernek, vakıf vb. ortamlarda gerçekleştirmeye çalışan erkek tarafı, eşlerini ve kız çocuklarını, biraz da kadim geleneğin kadına bakışının bilinçaltında oluşturduğu baskı nedeniyle olsa gerek, bilgi edinme ve paylaşma sürecine dahil etmekte geç kalmıştır.Bunun ezikliğini yaşayan ve eksikliğini hisseden kadın tarafı da bilhassa metropollerde, ama karma, ama kendi cinsleriyle sosyal aktiveteler kapsamında bilgi edinme ve paylaşma gayreti içine girmiştir; fakat bu henüz, özellikle mahalle baskısı nedeniyle lokal bölgelerde ideal anlamda gerçekleştirilebilmiş değildir. Bu ara, karşılıklı olarak evde değil de dışarıda bilgi edinme ve paylaşma gayretine giren tarafların, ailenin en önemli unsuru olan çocuklarını aile sevgisi ve şefkatinden mahrum ettiklerini; bu sebeple eski ve yeni kuşak arasında çatışmalara, iletişimsizliğe, tatminsizliğe ve daha bir dolu olumsuzluğa doğru yelken açılmasına vesile olduklarını da hatırlatalım.
Erkek ve kadın tarafı olarak,inanılan değerler uğruna dışa elbette açılım yapılmalı ve bu da olmazsa olmazlardandır zaten ama yine Peygamber örnekliğinden hareketle evdeki diğer aile bireyleri ihmal edilmeden..Yoksa boşanma,aile içi şiddet ve geçimsizlik,aileden kopma,evden kaçma,sapkın arayışlar peşine düşme vb. örnekler bağlamında yapılan son araştırmalardan çıkan sonuçlara göre telafisi mümkün olmayacak başka sorunlara yol açılacağı gün gibi aşikârdır..
Öte yandan kontrolsüz olarak gerçekleştirilen dışa açılımın ve özellikle karşılıklı güven esasına dayalı olarak aynı ortamlarda kazanılmayan bilginin eşler arasında bilgi, düşünce ve eylem farklılığına yol açtığı ve bu farklılığın sosyal aktivitelerde dışa yansıtılmasının akabinde onlardan bilgi talep edenlerin kafalarının karışmasına vesile olunduğu ve en önemlisi de bu sebeple aile ve taraflara güvensizliğin inşa edildiği bir başka problemdir.
Kanaatimize göre olması gerekenleri söylersek;Müslüman aile bireyleri dışarıdan daha çok, öncelikli olarak ev ortamlarında sevgi,saygı,şefkat,muhabbet ve tabii ki istişare,meşveret,teati merkezli bilgi edinmeli ve paylaşmalılar ki sonra bu kazanımların dışa taşınması halinde toplum nezdinde istenilen örnekliğin hakkı verilebilsin..Bu bağlamda geçmiş peygamber örneklerine yaslanarak,aile bireylerinin tevhidi davete icabet etmeme haklarının olabileceğinin söylenmesi, kendi üzerimizdeki sorumluğu hafifletme çabasından ve ”Dinde zorluk yoktur-2/256” ayetini günümüz ideolojilerinden etkilenerek farklı yorumlanmasından başka bir şey değildir. Kur’an’ın peygamber mücadelelerinden örnekliklerle tavsiye ve hatta icbar ettiği “iyiliği emr ve kötülükten men” esasının hakkı verilmesi halinde, elbette sorumluluk mesaja muhatap olanlarındır. Bu meyanda ilave edelim ki;”Dinde zorlama yoktur” ayetine paralel olarak bilhassa demokrasi, laiklik, liberalizm söylemlerinin etkisinde kalınmasıyla, aile bireylerine inanç ve düşünce dayatması yapılamayacağı kabulü oluşturulmuş ve üstelik geçmiş peygamber örnekliklerinden yola çıkılarak ispatlanma cihetine gidilmiştir.
Oysaki Hz.Lut, Hz. Nuh, Hz. Yusuf vb. örneklerin eş, çocuk ve ebeveynleri ile çatışmalarından yola çıkılarak iddianın meşruluğunu ispat yoluna gidilmesi kanaatimize göre mesajın künhüne vakıf olunamaması ve tevhidi mesajın hakkının verilememesinden başka bir şey değildir. Açıkça söyleyelim ki; mesele dayatmak değildir, aile kavramında mündemiç olan değerlerin ve Kur’an’da çerçevesi çizilmiş, Hz. Peygamber’in şahsında da örneklendirilmiş tebliğde usulün taraflarca hakkının verilmesidir..
Olması gerekenlerden bir başka husus, artık lokal yerlerde de faaliyete geçirilen dernek, vakıf gibi enstrümanlar aracılığıyla gerçekleştirilen çalışmalara, şartlar zorlanıp iyileştirilerek aile bazında kolektif katılım sağlanmasıdır; ki konuşulan, tartışılan, paylaşılan İslami, sosyal, siyasal, aktüel vb. meselelere taraflar bigane kalmasınlar.En önemlisi çoklu katılımların dışında, aile ortamlarında da dostluklar çerçevesince geliştirilen ev sohbetlerinde ister inanılan değerler hususunda olsun, ister gündeme dair sorunlara çözüm üretme konusunda olsun fikir alışverişi yapmanın koşullarının oluşturulmasıdır.
Bundan kasıt, aile bireylerinin bilgi edinme ve bilgiyi inanca dayalı eylemlerle dışa taşıma sürecinin karşılıklı uyum halinde gerçekleşmesini sağlamaktır ki bahis konusu ettiğimiz aile ve bireylerine güven olgusu inşa edilebilsin.
Hülasa; bütün bunlar, aile esas alınmak üzere birbirimizi nahak yere ötekileştirmeden, inanç ve bilgiyi paylaşmanın en olası şekilde gereğinin yapılması hususunda buradan bakarak dile getirilen tespite dayalı temennilerdir ve elbette daha birçok eksik kalmış noktalar vardır. Aksi halde, ailelerimizi biz kuşatamazsak, vesveselerini ideolojilerle, geçici dünya nimetleriyle şirin göstermeye namzet bedenleşmiş şeytanlar kuşatacaklardır ki bunun örneklerini çevremizde mebzul miktarda görmek mümkündür. Kadim geleneğin, peygamber örnekliği bağlamında sahih bir alt yapısı olmayan kabullerle kadın kısmını güya koruyarak hareket alanlarını kısıtlamasını sorgulamadan miras alan günümüz müslümanı, ne yapıp etmeli, aslında birbirinin mütemmimi olan eş, anne, kız pozisyonundaki kendisine emanet olarak verilmiş değerleri, kendilerini, kendi taraflarından bakarak ifade etme sürecine dahil etmenin koşullarını oluşturmalıdır. Bu tespit ve temenniler elbette, sürecin farkında olan karşı cinsi de kendisine ait değerler açısından bağlayıcıdır ve yanlış anlaşılmayı önlemek için not düşme kabilinden hareketle söylersek “karşı cins” tabiri asla ötekini ifade etmek için kullanılmamıştır. Bütün bu demelerimize rağmen durum elbette o kadar kötü değildir ve karşı cins olarak kendilerini aydın, entelektüel anlamda ortaya koyan örnekler vardır ama yeterli değildir ve bizim söz konusu etmeye çalıştığımız şey de üçü beşi geçmeyen aydın, entelektüel sayısını artırmak değildir, bilakis bütün müslüman aile bireylerinin eşgüdümlü olarak mücadele sürecine dahil olmalarıdır.
1: Müddessir/1-2-3: "Ey örtüye bürünen Muhammed! Kalk da uyar. Rabbinin büyüklüğünü dile getir.” ve Şuara/214-215: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar. Sana uyan mü'minlere karşı alçak gönüllülük kanatlarını indir.”