Hüseyin ALAN
CAHİL-CAHİLİYYE VE MÜSLÜMAN-MİLLET (ÜMMET) İLİŞKİSİ
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Bir düşünüş sistematiği kuran; yaratılış, varlık, eşya ve hayata dair bir anlam dünyası ve yaşam biçimi oluşturan her fikir ya da ideoloji bir dindir. Her din bu nedenle kendine has temel kavramlar üretir, kavramsal bir sistematik kurar. Bu bakımdan kavramlar önemlidir. Özellikle mesajı anlaşılır kılıcı iddiayı taşıyan, zihinsel değişim yapan ve bağlılık sağlayan temel kavramlar daha çok önemlidir. Bunlar dolayısıyla kendi üstünlüğünü ortaya koyar, ötekisini ve zıddını dışlar. Çünkü insan bu kavramlara yüklenen anlam dünyasında hareket eder, tavır alır, ilişki kurar. Din anlamında her fikir ve düşünce kendi kavramsal sistematiğini bu nedenle kurar, kendi mantık silsilesi içinde bir anlam dünyasını bu nedenle oluşturur.
Bu anlam dünyasında kavramlar sıradan bir kelime olmaktan çıkar, bir düşünüş biçimi ve yaşam tarzı üreten ilkelere ve değerlere dönüşür. Bu bakımdan değer yüklü, ideolojik yönlendirme yapan, değiştirici ve dönüştürücü özellikteki her kavram kendi anlam dünyasında kendi akraba kavramlarıyla bağlantı kurar, birbirini tamamlayan bir bütünlük kazanır. Bu manada her din vermek istediği mesajı kendi anlamını yüklediği kavramlarıyla verir. Her kavram kendi zıddıyla tersten bir ilişki kurar, diğeriyle karşılaştırma yapar. Bu kendi üstünlüğünü ortaya koymak, diğerini dışlamak içindir. İslam-cahiliye, Hak-batıl, tevhid-şirk, vahiy-heva, cennet-cehennem gibi zıt kavramlar veya bilimsel hakikat-münzel hakikat, özgür insan-teslim olmuş kul, birey-(biz) cemaat, liberal-sosyalist, özel mülk-kamulaştırma, patron-işçi, sermaye-emekçi, demokrasi-totaliterlik, paganizm-tek ilahlık kavramları arasındaki ilişki böyledir.
İnzal edilmiş Kuran’i mesajın, onun özü tevhid dininin anlaşılmasında sistematik düşünüşü, oradan hareketle kişisel ve toplumsal yaşamı dönüştüren ilkeler, Kuran’i kavramlarla sağlanır. Bu nedenle, Kuran’ın kendi anlam dünyasını kurduğu kavram sistematiğinde cahiliye kavramı önemli bir yer tutuyor. Buna rağmen bu kavram günümüzde, hem Kuran’i sistematikten kopmuş, hem de İslami çağrışım dışında başka anlamlar yüklenmiştir. Günümüzde zihinlerin yanlış kodlandırılması ve insanların aldatılması Kuran’i kavramların doğru anlamıyla bilinmemesiyle doğrudan bağlantılı bir neticedir. Kavramların zamanla değişip yeni anlamlar kazandığı malumdur. Semantik çalışmalar sonradan yazılan kamuslara dayalı tahlilleri içerdiği için onlara güvenmek de çok doğru değildir. Bu bakımdan Kuran’ın kavramlara yüklediği doğru manayı bulmak, vahyin kavramı kullandığı zamanki anlamı bilmekle mümkündür. Bununsa yolu kavramların kullanıldığı arka planı bilmeye dayanıyor.
Cahiliye kavramı bu gün Kuran’i mana dışında yanlış çağrışım yapan; okuma yazmayla ilişkilendirilerek bilmemek ve tanımamak manasıyla sınırlandırılan ve kısırlaştırılan bir kavramdır. Bu çerçevede modern toplumlar okuma yazma oranının yüksekliğiyle övünerek insanların “bilgili” olduklarını ve cahil kalmadıklarını söylemektedir. Bunun karşıtı olarak cehalet eski devirlere ait bir özellik olarak sunulmakta, o toplumlar bu bakımdan aşağılanıp biçimlendirilmektedir. Dolayısıyla İslam’ın hâkim olduğu peygamber dönemi de bu anlam çevresinde arkaikleşmektedir.
Cahiliye kelimesi iki türlü kullanılarak hayatiyetini sürdürmüş bir kavramdır. İlki, doğru anlamıyla Arap cahiliye dönemi ve ilk devir Müslümanlar dönemidir. Diğeri, İslam’ın hâkimiyetinin yayılmaya başlamasından günümüze kadar süren katkılı, eksik ve yanlış anlamıdır. Günümüzde bu kavram, bilmenin zıddı olarak bilmezlik, tanımazlık manasına kullanılmakta, okuma yazma ile cehalet arasında kurulan bir bağla anlaşılmaktadır. Çünkü insanlar ancak okuma yazma ile bilir ve tanır olarak niteleniyor. Buradaki bilgi, kaynağı itibarıyla modern, yani rasyonel akılla üretilmiş bilimsel bilgidir. Bu bilgi, hakikatin tanımı konusunda da tekel sahibidir. Toplumlarda, insan ve varlık arasındaki ilişkilerde bu bilgi geçerli tutuluyor. Müslümanlar da kendilerini bu bilgilerle ifade etmeye zorlanıyor. Çünkü bu bilginin ürettiği ve tanımladığı ilkeler ve değerler toplumsal hayatta karşılığı olan gerçekliğe tekabül ediyor. Kendini yenilemesi ve değişmesi gereken insan bu nedenle okuyarak ve eğitim alarak bilgilenecek, cehaletten kurtulacaktır. Hâkim düşünce budur. İnsanlar, topluluklar, devletler ve düzenler de çağdaş bilgiye, medeniyetleri ve kültürleri temsil ettiği iddiasıyla meşruiyet sağlıyor. Buna karşılık modern öncesi insan ve topluluklarsa geleneksel, arkaik, cahil olarak niteleniyor ve tarih dışı addediliyor. Bu ayırım, Müslümanların cehalet kavramına yüklediği “bilmezlik” ve “tanımazlık” manasından hareketle aynı kervana katılmasını sağlıyor. Dolayısıyla eskilerin bilmezliği ve tanımazlığıyla dışlanmaya, yenilerin bilgili olmasına ve tanımışlığına dayalı olarak sonuçlanıyor.
Cahil kavramı Kuranda olumsuz anlamda kullanılıyor. Kişisel ve toplumsal bazda müminlerden uzak durması istenen bir hal olarak tanımlanıyor ve dışlanıyor. Kavram bu manasıyla; bilgi kaynağı, hakikat anlayışı, inancı, bağlılığı ve itaati, siyasi-soyal yapılanmayı ve kültürel tutumlarıyla insanı yönlendiren bir içeriğe sahiptir. Bu anlam çerçevesiyle vahye, İslam’a ve teslimiyete zıtlığıyla önemli hale geliyor. Esas olarak İslam öncesi Arapların dönemini ve durumunu ifade eden cahiliye, Kuran’i manada, her çağda ve toplulukta geçerli bir hali tanımlamaktadır oysa. Kavram, türevleriyle birlikte 24 yerde geçmektedir (Mucem). Kâmuslardan Ragıb’da, Lisan-ül Arap ve Tacül Arus’da ortak olarak şu anlamlar yüklenmiş;
- İlmin zıddı manasına bir şeyi bilmemektir. Yahut sertliği içeren şekilde birinin hakkını bilmemek ve tanımamaktır.
- Hak ya da batıl itikatla da olsa bir şeyin aksini yapmaktır. Namazı terk etmek gibi.
- Hilm yerine zorbalık etmek. Zulümle eş değer manada şirk koşmaktan, hak değeri kabul etmeyip haddi aşmaya, kötülük yapıp günah işlemeye kadar geniş bir çerçevede kullanılıyor. Cahiliye, ilmin değil halimliğin zıddıdır ve gerçek anlamı da budur diyenler, kavramı, Kuran’ın da bu manada kullandığını söylüyor. (Goldzhier, Izutsu, Farabi, Elmalı…)
Kelimenin iskelet manası ateş ve tencereye benzetilerek açıklanır. Bu benzetme insanın iki özelliğine delalet eder. Ateş; şiddet ve gazabı, tencere; ateş karşısında sükûnet ve hilmi temsil eder. Fakat ateşte kaynayan tencerenin taşması, ufak bir tahrikle patlamaya hazır olması cehaleti anlatır. İnsanı haddi aşmaya, kabalaşmaya götüren hal budur. Cahiliye burada ufak bir kızgınlık halinde kontrolü yitirmek, öfkeyle hareket etmektir. Hilm ise öfkenin kontrol edilmesidir. Halimlik acizlik veya zayıflık değildir; yapabilme gücüne sahip olduğu halde yapmamaktır. Hadiste tavsiye edilen hal gibi; “ oruçlu birine bir cahil sataşırsa, zorbalık ederse, ben oruçluyum desin…”
Cahiliye terimi “bilgisizlik” manasına Kuran'da çok az kullanılmışken lügatlerde ve günümüzde daha çok bu anlamıyla meşhur edilmiştir. Gerek müfredat, gerek lisan-ül Arap veya benzerlerinde belirtilen sözlük anlamları da vahyin indiği dönemleri belirtmez. Çünkü onlar nüzul sırasında değil nüzul sonrası dönemlerde kullanılan anlamları söylemektedirler. Terimlere sonradan yüklenen anlamlar da bu nedenle çok önemli değildir. Lügatlerin böylesi risk taşıdığını bilmekte yarar vardır. Zaman zaman salât kavramını “dua” olarak anlayıp formsuz “namaz” üretenlerin, nebiliğini sona erdiğini ama resullüğün devam ettiğini söyleyenlerin ve İslam’da yönetim modeli olmadığını ileri sürerek laikliği meşrulaştırmaya kadar gidenlerin “cehalet” halleri buna güzel bir örnektir. Bu bakımdan kavramların sözlük anlamında çok Kuran’ın bu terimlere yüklediği anlam ve bu anlamın resülullah tarafından formlaştırıldığı şekil önemlidir. Doğru manayı ve şekli de ancak böyle bulabiliriz. Çünkü doğru mana Kuran’ın anlaşılmasında çok önemli yer tutar. Çünkü Allah biliyor biz bilmiyoruz hükmü, bilgi felsefemizin temelidir.
Kaldı ki cahiliye dönemi kavramları Kuran tarafından çoğunlukla içerik ve hedef değişikliğine uğratılmış, bir kısmı da yeniden tanımlanmıştır. Söz gelimi cehalet kelimesi bilgisizlik olarak Kuran’da çok az kullanılmasına rağmen lügatçiler ve günümüzdekiler kelimeye daha çok bu manada anlam verdiler. Kelime bir yandan bilgisizliği de içerir ama asıl anlamını zorbalık verildiğinde bulmaktadır. Zorbalıksa; rast gele kabalık veya bir haksızlık değildir. İslam’ı reddetmek ve hak olanı kabul etmemekten kaynaklanan taşkınlık hali veya haddi aşmak durumudur. Burada hak, bilgi kaynağı olarak hakikatin referansı olarak vahiy veya İslam’dır. Bu nedenle Allah’a isyan edenlerin, peygamberleri yalanlayanların yaptıkları hal haksızlık olarak veya zorbalık anlamında cahillik olarak nitelenir. İslam’ı hak olarak kabul ettiği halde bazen haddi aşanların da cahillikle nitelenmesi de bu sebepledir.
Kuran’a göre Allah’a isyan eden kişi, inzal edilmiş hakkı tanımamak gibi bir sıfatı taşıdığı için cahil olarak nitelenir. Ferdi bir örnek olarak Ebu’l Hakem olarak bilinen adama Ebu Cehil denmesi de bundandır. Bu adam bilgisi, zekâsı, yüksek kültür düzeyi, cesareti, cömertliği, inceliği ve tutarlılığıyla tanınan biridir. O, bu özellikleriyle bilmeyen veya cahil bir adam değildi. Fakat o bu özelliklerine rağmen İslami davete karşı çıktı ve hatta insanların davetle buluşmasına engel oldu. O, bilgisizliğinden değil hakkı tanımadığı ve öyle davrandığı için bu lakapla anıldı. Bu nedenle de zamanının Firavunu olarak nitelendi. Firavunluk benzetmesi de hakkı reddeden zorbalık sıfatını almasını temsilen söylenmiştir. O halde cahillik kültür düzeyiyle, bilmek ve tanımakla ilgili değil; Allah’ı ve vahyi inkâr etmekle, ona karşı çıkmakla ilgilidir. Bu niteleme açısından modernitenin etkisinde kalmış tüm insanları da cahil ve zorba kılar.
Konuyu açıklığa kavuşturan toplumsal bir örnekte şudur: Habeşistan’a hicret eden Müslüman mültecilerin durumu görüşülürken onlar adına savunma yapan Cafer’in konuşmasında Mekke’nin durumunu özetlerken söylediği; “Ey melik; biz cahil bir millettik. Putlara tapar, (putlar için kesilmiş) leşlerin etlerini yerdik. Akrabalarımızla münasebeti keser, komşularımıza kötülük ederdik. Kuvvetlilerimiz zayıfları ezerdi. Güçlü olanlarımız her kötülüğü yapardı…” tanımlamada kullandığı cahil kavramı, cahiliyyeyi tam olarak izah etmektedir. (Hamidullah, İslam peygamberi. İbn İshak. Mevdudi, Tevhid Mücadelesi…) Kureyş; şehirli bir toplumdu, yerleşik ve medeni bir hayat yaşıyordu. Onlar tüccardılar; uluslar arası ilişkileri ve kültürleri ileri düzeydeydi. Genel karakteristikleri “hilm” sahibi olmaktı çünkü bedeviler gibi ani hareket etmezler; sakin halde kar-zarar hesabı yaparlar, kararlarını ondan sonra verirlerdi. Uzlaşma kültürü de yaygındı onlarda. Çoğunlukla karıştırıldığı gibi onların cehaletleri bu yapılarından dolayı değildi. Çünkü cahiliye; toplumsal zenginlik, güç, eğitim seviyesi, kültürel düzey, medeniyet, özgürlükler, seçimli yönetim vs gibi özelliklerle ilgili değil tamamen vahiyle kurulan ilişkiye dayalı gaflet ve delaletle ilgilidir.
Cahiliye kelimesini asrısaadette müşrikler de Müslümanlar da aynı manada anlıyorlardı. Ad, Semud, Medyen, Main, Himyer, Sebe devletleri, Firavunlar dönemi Mısır ve toplumları çok şey bildikleri, güçlü ve zengin oldukları ve büyük medeniyetler kurdukları halde toptan cahiliye olarak niteleniyordu. Bu niteleme, onların bilgisizliğinden değil İslam nizamının tersine bir nizam kurdukları içindi.
Şu halde cahiliye orada, İslam’ın hâkim olmadığı tüm toplumsal sistemleri adlandırmak için kullanılıyordu. İlk Müslümanlar da cahiliye kelimesinden bunu anlıyorlardı zaten. Onun için onlar yeni gelen dinin kurallarına uymakla övünüyorlardı. Ataları bunun tersine hareket ettikleri için onları da bu nedenle cahiliye ve zorba olarak nitelediler. Kendi kavimleriyle savaşı da bu nedenle yaptılar. Bu bağlamda “Bazan” diyor ki; “bir Arabın Arap olmayanlara, Arap olmayan birinin de Araplara karşı üstünlüğü, ancak Allah’ın emirlerine uyması nispetinde iddia edilebilir. Başlarına kapkara köle getirilse de ona itaat etmeyi de böyle anlayabiliriz. Bu insanların gücüne gitse de.” Burada üstünlük ölçüsü ve iddiası, cahiliye değerleriyle değil vahye göre ölçülüyor.
Bir gün Muhammed(s) önemli bir Arap sözünü tekrarladı:
“Kardeşini, zalim olsun mazlum olsun destekle”. Şaşıran sahabe sordu; “ya resüllullah, biz yalnız mazlum olan kardeşimizi destekleriz, zalim olan kardeşimizi nasıl destekleyelim?” Bunun üzerine resüllullah dedi ki; “zalim olan kardeşinizin zulmüne mani olmakla onu destekleyebilirsiniz.” Burada kardeşlikten bahsediliyorsa; şirke bulaşmış, küfre girmiş birinden değil, iman ettiği halde günah işleyen, nefsine zulmederek cahillik eden birinden bahsedilmektedir. Yani eski kavmi içinde kalmış, cahiliyyeyi tercih etmiş bir kardeşlikten bahsedilmiyor. Arap asabiyesinin temeli olan bu sözün çağrışımı, cahiliye ve İslam devri arasındaki anlayış farkını güzelce anlatmaktadır. Zalimlik, zulüm sayılan bir fiili işlemekle kazanılan bir sıfat. Zulümse çoğunlukla zorbalık etmek, haksız yere bir cürüm işlemektir. Burada haksızlık, hak tanımıyla bağlantılı olarak Allah’dan gelenleri kabul etmekle beraber bunun tersine hareket etmekle anlamlıdır.
Cehile kelimesi Kuran’da 24 yerde doğrudan geçmektedir. Ayetlerdeki kullanıma bakıldığında kelimenin anlam içeriğinde; bilgi kaynağı, zan, yüzeysel düşünüş, isyan, Allah’ı ve ahiret gününü yalanlamak, putperestlik, körlük ve sağırlık, zorbalık, zulüm, şehvet ve kibir vurguları ağır basmaktadır. Buna karşılık da; vahiy, kati delil, teslimiyet, hikmet, itaat, tevazuu, ihsan, adalet, tövbe ve halimlik tavsiyesi yapılır. Kavramın vurgusunda kişi olarak cahil, toplumsal tarz olarak cahiliye ilişkisi kurulmakta bunun karşılığına Müslüman kul ve İslam milleti ilişkisi konmaktadır. Şu halde cahiliye kişisel bir tavır olduğu kadar toplumsal bir yapıyı da ifade ediyor.
Peygamber öncesi cahiliye insanının bilgi kaynağı; kabile asabiyesi, atalar yolu, gelenekler ve Eyyam-ül Arap’dır. Cahiliyye adamı bu bilginin ve değerlerin dışında başka şeye önem vermezdi. Davranışlarını ona göre ayarlar, ilişkilerini de ona göre kurardı. Onun için otorite, kavmiydi. Onun kavmi diğerlerinden üstündü. Dolayısıyla kavmi dışında başka bir yapıya bağlılık göstermez, başka bir otoriteye itaat etmezdi. Cahiliye toplumu bu nedenle cahili bilgi ve ilkeler üzerine bina edilmiş bir yaşam biçimi ve siyasi ve toplumsal bir yaşam tarzıdır. Bu nedenle cahilliye kişisel bir sıfat olduğu gibi cahiliye inanışlarından oluşan toplumsal bir evreyi de kapsamaktadır. Kuran bu manada hak-batıl, doğru-eğri yol ayırımı yapıyor. Eğri yol müşrik, Yahudi ve Hıristiyanların milletinin yolu (Fatiha 6-7, Ali İran 73, Tevbe 29, Bakara 135), doğru yol, İbrahim’in milleti örnekliğidir.(Nahl 120-123, Mümtehine 4) İslam’ dada kişisel itaat ve inançla başlayıp toplumsal birliğe (ümmet) varan yol budur.
Bu nitelikleriyle cahiliye ile İslam birbirine esastan zıttır. Kuran bu nedenle cahiliye insanı ve toplumuna karşılık Müslüman kul ve millet (ümmet) bağını ve ilişkisini ortaya koyar. Burada Müslümanlık, kendini tamamıyla İslam’a teslim edenin sıfatı iken, cahil, Allah’la birlikte başka varlıklara ve ilkelere teslim olanın sıfatıdır. Cahiliye ile İslam arasındaki zıtlık esastan başlayıp teferruata kadar giden ayrılıklara kadar varır. İslam inancında ilim, vahiydir. Vahiy hakikattir, kesinlik ifade eder. Çünkü Allah katındandır. Bu bilginin ardında Allah vardır. İlim aynı zamanda Allah’ın sıfatıdır. Mutlak manada Allah her şeyi bilir, kulları bilmez. Dolayısıyla bilgi, tek gerçek varlık olan Allah’dan gelir. Buna karşı cahiliyyede ilmin kaynağı kabile asabiyesi, atalar yolu ve geleneklerdir. Bu bilgi kuşaktan kuşağa intikal etmektedir. Bu bilginin arkasında kabile otoritesi vardır. Tutarsız ve zanna dayalı bir bilgidir bu. Modern toplumlar da bilgi kaynağı ve toplumsal düzen bakımından bu nedenle cahiliyyedir.
Cahiliyyede bilgi-ilim vahiy dışı bir bilgi sistematiğine dayalıdır. Dolayısıyla cahiliyyede sosyo kültürel birliğe dayalı kavim asabiyesi, sosyal topluluğu ve birliği ifade ediyor. Bu toplum kabile asabiyesi, kan bağı, çokluk, güç, nesep gibi farklı bağlarla kuruluyor. İslam toplumu rab kul ilişkisini, insanlar arası ilişkiyi ve toplumsal vahdeti vahye dayandırdığı için tevhidi adalet temelli kültürel ve sosyal bir toplumu ve birliği oluşturmaktadır. Modern ulus toplumları ve birliği oluşturan temel: dil, etnisite, kültür ve tarih birliğine dayalıdır. Bunların bilgi sistematiği de vahye zıttır. O nedenle modern toplumlar da cahiliye olarak nitelenir.
Ayetlerde cahiliye suçlamasını gerektiren nitelikler, geçmişte kalmış insanlara ve topluluklara has değildir. Sadece cahiliye Araplarına has da değildir. Hangi çağda ve toplumsal biçimde yaşarsa yaşasın her insan ve topluluk tarzı, yukarıda bahsedilen ilkelere ve niteliklere sahipse, cahiliyedir. Allahın indirdiklerine değil de kendi yanlarından uydurdukları ilklerle topluluk inşa etmek, düzen kurmak, nasıl cahiliye ise böyle temeller üzerine kurulu düzenlerde ve topluluklarda cahiliyyeye ses çıkartmamak, onları eleştirmemek ve hatta onlarla dostluk kurup birlikte yaşamaya razı gelmek de cahiliyyedir. Peygambere ve onunla beraber olanlara bu konuda yapılan uyarı, her dönemi kapsayan özellikte bir uyarıdır. (Maide 77-81). O halde liberal, sosyalist, faşist veya muhafazakâr ilkeler ve değerler temelinde kurulu toplumlar da cahiliyye olarak nitelenmelidir. Çünkü bunlarda da esas olarak bilginin kaynağı vahiy değildir. Buysa Allah’a isyan, zorbalık, ahireti inkârla eşdeğerdir.
KURANDA BAHSEDİLEN CAHİLİYYE ÖRNEKLERİ
Kuran, ilk cehaletin şeytandan geldiğini sebepleri ve sonuçlarıyla birlikte anlatır. Bilgi Allah’dan gelmektedir. Müminler bu hakikate dikkat etmelidir. Çünkü modern okuma yönteminde böyle bir mekân yoktur, böyle bir vaka olmamıştır. Bilimsel açıklamalara göre bunun ispatı mümkün olmadığı, akılla nakil çatıştığı için bu anlatılanlar semboliktir. Mecazi olarak anlaşılmalıdır!
İLK CAHİLİYYE:
Şeytan, cehaleti rabbine karşı gösterdi. Bakara 34’de “Âdem’e secde edin” emrine karşı gelmiş, büyüklük taslamış, taşkınlık etmiş ve diretmişti. Araf 12’de “beni ateşten onu çamurdan yarattın” itirazını kendi zannına dayandırdı. Onu bu cehalete sürükleyen ve büyüklük taslamasına yol açan bu zannıdır. O, kıyası yanlış yaptı. Zanna dayalı üstünlük ölçüsünü yanlış tuttu ve itaatsizlik etti. Kureyş kavmi de mal, mülk, çokluk, nesep gibi yanlış ölçülerle zanna dayalı bir üstünlük taslayınca, Allah Nuh kavminden onlara örnek verdi. Hud 69’da onları bu nedenle cahil olarak niteledi. Şeytan, Araf 12’de “ben ondan daha hayırlıyım” diyerek zannında diretmiş, kendi yanından bir cahiliye hükmü çıkarmıştı. Zannına göre hüküm onun lehine olmalıydı. Oysa o da diğerleri gibi Allah’ın hükmüne tabi olmalıydı. Araf 13’de, bundan sonra şeytan aşağılık olarak nitelendi ve tard edildi. Araf 14’de, buna rağmen o tevbe yolunu seçmedi, direndi ve süre istedi. Bu isteği kabul edildi. Araf 16’da, Âdem soyunu cehalete saptırmak için and içti. Araf 17’de bunu nasıl yapacağını söyledi. Araf 15’de bu işi yeniden diriliş gününe kadar devam ettireceğini söyledi. Araf 20’de, şeytan ilk iş olarak Âdem ile eşi Havva’ya cennette musallat oldu. Taha 117’de Allah, onlara hata ederlerse cennetten çıkarılacaklarını söylemiş, sorumluluğu Âdeme yüklemişti. Taha 115’de atamız Âdem bunu unutmuştu. Araf 22’de şeytan onları aldatmayı becerdi. Âdem ile Havva cezayı bilmemişlerdi. Araf 22-23 de onlar hemen tevbe ettiler. Bakara 37’de tövbeleri kabul edildi. Onlar önceden uyarıldıkları için mazur görülmediler ve cezalandırıldılar. Araf 23’de onlar cehaletlerini (zulümlerini) kabul ettiler, itiraf ettiler ve rablerinin rızasını yeniden kazandılar. Ama Âdemoğlunun şeytanla birlikte yeryüzü serüveni de böylece başlamış oldu. (Said Şimşek, Kuran Kıssaları)
Şeytan, sözünde durarak zorbalık ve taşkınlık etmekteki ısrarını Âdemin evlatlarına karşı da sürdürmeye devem ettiriyor. O, işini yapıyor. Buna karşılık insana doğru yol gösterildi (İnsan 3), şeytana karşı uyarıldı (Taha 117, Yasin 60, Zuhruf 62, İsra 53, Fatır 6). Fakat insan yine dinlemedi, cehaletini sürdürmeyi devam ettirdi. Maide 27-31’de Âdemin iki oğlunun kıssasıyla İslam-Müslim, cahil-cehalet tarihi yeniden başladı. Onlardan biri; Allah’ın bildirdiklerine bağlı, haksızlık etmeyen ve itaat eden muttaki kulu, diğeri; Allah’a isyan eden, zannına göre hareket eden, hakkına razı olmayan, kıskanç, zorba, kendi menfaatini düşünen azgın ve zalimi temsil ediyor. Âdemin yolundan gidenlerle şeytanın yolundan gidenler yolculuğu halen devam ettiriyorlar. Hz. Ömer; “şüphesiz İslam ile cahiliyyeyi bilmeyenler türeyince Müslümanlık gömleği ilik ilik sökülecektir” buyururken ne kadar haklıdır! (İbn Kayyım El Cevzi, Said Havva, İslam) Oysa Kuran hidayet yolunu gösterdi, kati bilgiyi bildirdi, üzerinde düşünülmesini istedi (Nisa 82, Sad 29, Muhammed 24). Allah; insanı en doğru yola sevk eden (İsra 9, Hadid 9) açık ve anlaşılır (Furkan 27-30), kendisinden sorumlu tutacağı (Zuhruf 44) ve anlamakla yükümlü tutulduğumuz (Yunus 100) kitabı gönderdi, beraberinde elçiler yolladı. İslam’la cahiliye kesin sınırlarla ayrıştı.