Cemil ARSLAN

21 Haziran 2011

DİRENİŞİN PSİKOLOJİSİ VE SOSYOLOJİSİ

Direniş; haksızlığa, hukuksuzluğa, keyfiliğe, bencilliğe, bilinçsizliğe, sorumsuzluğa, duyarsızlığa, çıkarcılığa, saygısızlığa, barbarlığa, zorbalığa, jakobenliğe, eşitsizliğe ve adaletsizliğe karşı başkaldırıdır, isyandır, aksiyondur, manifestodur, kısaca beşeriyetin hayat-memat meselesidir.

Konunun ana başlığından hareketle şu tespitlerde bulunabiliriz: Yapılması acil ve elzem olan; “psikolojik ve sosyolojik” kaynaklı bütün korkularımızı, kaygılarımızı, komplekslerimizi, tereddütlerimizi, kuşkularımızı, kuruntularımızı, saplantılarımızı, basit alışkanlıklarımızı, ilkel tutumlarımızı ve menfaat dürtülerimizi yok etmek, geri plana itmek yahut mümkün olduğunca azaltmaktır. Tüm Müslümanlara hatta vicdani/insani görevlerini harfiyen yerine getiren bütün insanlara karşı sevgi, saygı, hoşgörü, sadakat vesamimiyet duyguları içerisinde olmalıyız.

Yeryüzü coğrafyasındaki her türlü zulümlere, işkencelere, savaşlara, yıkımlara, yalanlara, talanlara, aldatmalara ve dayatmalara karşı direniş olgusunu örgütleştirmeli, sosyalleştirmeli, fonksiyonel hale dönüştürmeli, yeri geldiğinde geniş katılımlı ortak eylemler yapabilmeli, çok güçlü ve ses getirebilen “direnç/aksiyon mekanizmaları” oluşturmalıyız.

Sizlere Örnek 2 Kadın Direnişçi”nin hayatları ve etkin mücadelelerinden kesitler sunarak konuyu değerlendirmek, direnişin öyküsünü vurgulamak, vakıa üzerinde yoğunlaşmak, meseleyi biraz detaylı bir şekilde yorumlamak ve sonuçlandırmak istiyorum:

Birincisi; Huda Kaya, ismi adeta başörtüsü direnişinin, onursuzluğa, adaletsizliğe ve haksızlığa karşı başkaldırının, özdeyişle “kutlu mücadele”nin bir simgesi haline geldi. Üç kızıyla birlikte uzun süre gündemde kaldı. Ülke olarak yaşadığımız en sıcak günlerde, kendilerini meydanlarda, mahkeme salonlarında ve cezaevlerinde gördük. Tam bir mücadeleci, dava insanı, eylemci, direnişçi, aksiyoncu, mücahide v.s. olumlu olarak nitelendireceğimiz ne tür vasıf varsa hepsini kendilerine atfetmekten asla içtinap etmiyorum…

Yaşadığı acı, sarsıcı, yürek dağlayıcı, onarılması ve unutulması imkânsız olayların ayrıntılarını kendisiyle yapılan bir röportajda can alıcı bir şekilde bizlere aktarıyor: 

“O dönemde ilk defa 1998 yılında "Ulusal Bir Heyecan Gecesi ve Başörtüsü" başlıklı bir yazımdan dolayı 312. maddeden yargılanarak hapsedildim, daha doğrusu önce hapsedildim, sonra yargılandım. 1999 Ocak ayında ki karar mahkemesinde 20 ay hapis cezası verilerek tahliye edildim. Nisan ayında İnönü Üniversitesi’nde de başörtüsü yasakları başlayınca, ailece desteklerimiz devam etti. Bu eylemlerden birinde kızlarımdanİntisar "özgürlük türküsü" adlı ezgiyi topluluğa şiir olarak tekrarlatarak okuttu. Nurcihan ise "özgürlük duası" yaptırmıştı. Rahmetli Nurulhak da elinde fotoğraf makinesi ile bir derginin temsilcisi olarak basın içerisinde idi. Mayısın ilk haftalarındaki eylemlerle şehir dışından gelen takviye çevik güçlerle provoke edilerek saatler süren çatışmalara dönüştürüldü. Günlerce şehirde korku terörü estirilerek yüzlerce kişi gözaltına alındı. Pek çok şehirde devam eden başörtüsü eylem ve direnişlerinin akamete uğraması için Malatya seçilmişti. Başörtüsüne idam ile açılan bu dava sonucunda maalesef tüm direnişler bıçak gibi kesildi. İslami camia o korku sürecinde mücadele ve direnişlerinin devamını getirselerdi bu sürecin sonucu daha farklı olabilir miydi? O dönemi tahlil ederken bu noktaları da sorgulayabilmemiz gerekir.

Olaylardan sonraki günlerde kızlarım Malatya İmam Hatip Lisesi’nde okurken sınıflarından terörle mücadele ekipleri tarafından alındılar, daha sonra benim de alınmamla birlikte cezaevine gönderildik.

İntisar’ın aynı zamanda Radyo Selam’daki başörtüsüyle ilgili bir programda yaptığı konuşmasından dolayı fiziksel engelli programcıya ve İntisar’a 312. maddeden açılan davadan 2 yıl hapis cezası verildi. Sebep ise konuşmaları arasında Şuara Suresi, 227. ayeti söylemesiydi: "Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâpla devrileceklerini bileceklerdir." Ayeti Türkiye Cumhuriyeti devleti için söyledikleri iddiasıyla bu ceza verilmişti. Başörtüye idam istemi ile açılan bu dava, 28 Şubat’ın pilot davası olmuştu. Bu dönemde 4 defa hapsedilmiş oldum. Toplam 3 yıl kadar hapis hayatım oldu. (Hep hapiste yatmadım elbette, :) Orada iken kıldığım namazlarımın ve dualarımın tadını özlüyorum.)”

Bu anlatılanların üzerine ilave olarak, aslında ifade edebilecek bir sözcük, kelime veya kavram kullanmakta oldukça zorlanıyorum. Bu sarsılmaz mücadele, tarihsel çarpışma ve çatışma üzerine başka ne söz söylenebilir ki?

İşte sözün bittiği, kelimelerin tükendiği, ifadelerin hercümerç olduğu bir vasattayız!

Türkiye’deki ve dünyadaki tüm Müslümanlar ve hatta aklıselim olan bütün beşeriyet sil baştan kendine çeki-düzen vermeli, şapkasını önüne koyup derin bir şekilde düşünmeli, hayatını yeniden dizayn etmeli, kendini hesaba çekmeli ve vicdanen sorgulamalıdır…

İkincisi; Aliene Rachel Corrie, (10 Nisan 1979 – 16 Mart 2003) ABD'li barış gönüllüsü, özgürlük direnişçisi, Uluslararası Dayanışma Hareketi (International Solidarity Movement) üyesi. İşgalci ve zorba İsrail’e karşı tam bir kuşanmışlık, adanmışlık ve bilenmişlik ruhuyla hareket eden; insanlık onurunu korumak uğruna canını bile hiçe sayarak kendini feda eden yiğit, mert, haysiyetli, fedakâr ve cefakâr genç bir kız…

Gazze Şeridi'nde 16 Mart 2003 tarihinde Filistinlilerin evlerini yıkmak üzere harekete geçen bir İsrail buldozerinin önüne çıkmış ve bu buldozer tarafından vahşice ezilerek öldürülmüştü. Bu görüntüleri seyrettiğimizde gerçekten bütün duygularımız alt-üst olmuş, içimiz kan ağlamış, insanlığımızdan utanmış, hiçbir şekilde utanmaz, sıkılmaz vearlanmaz Siyonistlere karşı ciddi manada nefret duygularımız kabarmıştı. Bu şanlı direnişi tarihe kaydetmek amacıyla her yıl Rachel’ın ölüm tarihi, “Dünya Vicdan Günü” olarak kabul edilmektedir.

Rachel Corrie, Evergreen State College'de sanat dersleri alarak eğitim gördü Üç yıl boyunca gönüllü olarak, ruhsal bozukluğu olan hastalara haftalık ziyaretleri yaptı, destek oldu. Yazar ve sanatçı olmak, barış için çalışmak gibi hedefleri olan Corrie, ABD'nin Irak'ı işgali üzerine; İsrail'in Gazze'de kıyıma girişeceği ve bunun ancak bölgedeki ilgiyi canlı tutmakla engellenebileceğini öngörerek, Gazze'ye uluslararası gözlemci olarak gitmişti. Dünyanın birçok yerinde Rachel Corrie adına çeşitli anma etkinlikleri düzenlendi, adına yazılan bir oyun, 2006 yılında Londra Playhouse Theatre'da sahnelendi.

Rachel Corrie'nin annesi Cindy ve babası Craig Corrie'ye, TOKAD adına Beytullah Önce arkadaşımız tarafından “Onur Belgesi” takdim edildi. Vicdani bir örneklik sergileyerek hayata gözlerini yuman Rachel'ın mücadelesini sürdüren ailesine verilen belgede,  İngilizce ve Türkçe olarak “Bu Onur Belgesi, Corrie Ailesi’ne, barış ve adalet mücadelesine yaptıkları katkı ile adanmışlık, vicdan, fedakârlık ve dayanışma gibi değerler uğrundaki şahitliklerinden ötürü takdim edilmiştir,” ifadeleri yer aldı. Benim Adım Rachel Corrie adlı oyunun Türkiye Galası için İstanbul'da bulundukları sırada takdim edilen belgeyi alan aile adına konuşan Cindy Corrie “Biz bu davayı sadece kendi kızımızla sınırlı görmüyoruz. Filistin’de öldürülen ama dosya bile açılmayan insanların hepsi adına bu mücadeleyi yürütüyoruz. Sonuç ne olursa olsun daha şimdiden birçok hukuksuzluk dünyaya bir kez daha kanıtlandı." dedi.

Rachel Corrie’nin hatırasına atfen 12 Mayıs 2010'da Özgür Gazze Hareketi'ne ait gemiye “MV Rachel Corrie” adı verildi.

Bütün olumlu düşünceleri körelmiş, beyinleri sulanmış, sanki iradeleri ipotek altına alınmış, kalpleri dumura uğramış, tüm insani değerlerini kaybetmiş sözde “insan müsveddeleri” olarak vasıflandırdığımız Siyonistler; onların yandaşları, bu vahşetlere seyirci kalanlar, camiden çıkarken yan tarafında eylem yapan Müslümanlara, onurlu direniş sergileyenlere katılmak, destek vermek bir yana onlara doğru gözünü dahi çevirmekten, onları izlemekten aciz olan sözde Müslümanlar, en basit şekilde kılı dahi kıpırdamayanlar, gölgesinden korkan insanlar cani/vampir Siyonistlerle aynı kategoriye girmeseler bile yaşanan utanç verici menfi olayların altında rezilce, ahmakça, aptalca, alçakça, bedbahtça ve hoyratça ezilmeye mahkûmdurlar. 

Direnişimiz, mücadelemiz, çatışmamız, çarpışmamız,cihadımız v.s. hepsi kesinlikle nefret duygusu, intikam alma, kan ve gözyaşı dökme, nefsimizi tatmin etme, karşıtlarımızı diskalifiye etme gibi basit düşünce, söylem ve eylemler kapsamında olmamalı; “vahyin şahitliği” referans alınarak mevcut yanlışlıkları önlemek, haksızlıkları bertaraf etmek, adaleti tesis etmek, Hakkın hâkimiyetini sağlamak, muhtaç insanlara yardım elini uzatmak, ıslah, ihya ve inşa faaliyetleriniiçselleştirmek ve yaygınlaştırmak olmalıdır.    

Direniş ve direnişçiler ancak bu şekilde kendini ifade edebilir, vizyon vemisyon sahibi olabilir, psikolojik vesosyolojik yönden bireysel ve toplumsal hayata nüfuz edebilir, insanlar tarafından benimsenebilir; dünya genelinde sosyalleşebilir, örgütlü mücadele sayesinde insanlar kendini geliştirebilir, yanlışlarını ve eksiklerini tamamlayabilirler.

Bireyler ancak etkili, tempolu ve verimli faaliyetler sayesinde anlamsız korku ve kaygılarını yenebilirler, müşterek tepkiler ve eylemler yoğunlaşabilir; sonuçta zalimler, soysuzlar, utanmazlar, kendini bilmezler ve onların yandaşları da başarısız olabilirler, hüsrana uğrayabilirler…

Netice itibarıyla; Direnişçiler her zaman başarılı olmaya, farklı yaşamaya, Allah katında değerli olmaya, erdemli davranmaya, hülasa Müslümanca tavır/tutum takınmaya ve nihayetinde “zaferler” kazanmaya namzettirler. Görünürde kaybetmiş dahi gözükseler asla “mağlubiyet psikolojisi” ve “ruhsal travma” yaşamazlar, moralleri ve motivasyonları her zaman üst düzeydedir; güvensizlik, kuşkuculuk, bıkkınlık, yılgınlık, usanmışlık duygusu içerisinde olmazlar ve sonuçta daima “muzaffer” konumda yer alırlar.

Yeter ki direnişçiler yahut direnişin şerefli neferleri olmaya çalışanlar davalarında samimi olsunlar, cesur/yürekli davransınlar, bireysel menfaat duygusu taşımasınlar, kendilerini mağrur görmesinler, insanlara tepeden bakmasınlar, toplumun değerlerine saygılı olsunlar, halktan kopuk olmasınlar, kimseyi hor ve hakir görmesinler; planlı, projeli, programlı, sistematik veörgütlü olsunlar…

Cenabı Allah başta Filistin, Irak, Afganistan, Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn veYemen olmak üzere dünyanın değişik coğrafyalarındaki bütün direnişçilere ve savaşçılara; Türkiye’deki başörtüsü zulmü için yıllardan beriperiyodik olarak yılmadan, bıkmadan, usanmadan eylem yapan kardeşlerimize, özgürlük, hak ve adalet mücadelesi veren tüm kahramanlara sabır, metanet, başarılar versin ve onları mahcup/mahzun eylemesin…

Hülasa Yüce Rabbim yolumuzu açık eylesin, bizleri daima çalışan, çırpınan ve çarpışan kulları arasına ilhak etsin; direnişten, mücadeleden, sorumluluktan, cihattan ve neticede Hakk yoldan ayırmasın ve bizleri nefsinin tutsağı/kölesi olmaktan muhafaza eylesin…